Acaba kendimize karşı ne kadar dürüstüz?
Kaçımız güçsüz olduğumuz yönlerimizi cesurca kabullenip, sahiplenebiliyoruz?
Kaçımız yaralarımızı ve hassas noktalarımızı biliyor, onları tedavi etmeye çalışıyoruz?
Oysa o yaralarımız ve hassas noktalarımız değil mi, bizi diğer insanlara karşı bu kadar duyusal ve tepkisel yapan? Etrafımızdaki insanların davranışlarını ve yaşadıklarımızı bize kişisel algılatan. Hem kendimizi, hem de etrafımızdaki insanları bize bu kadar acımasızca yargılatan.
Yoksa siz de mi onları sürekli red ederek, hiç sahiplenmeyenlerden misiniz?
Oysa, biliyor musunuz, onlar ancak varlıklarını kabul ettiğimizde, onları sahiplendiğimizde başlayabiliyor iyileşmeye. İnsan, ancak kendini olduğu gibi kabul ettiğinde başlayabiliyor değişmeye.
Tabi bunun içinde, önce kendimize karşı sürekli oynadığımız “evde yokum” oyunundan vazgeçmek gerekiyor. Dönüp cesurca içimize ışık tutabilmek, kendimizle sağlıklı iletişim kurabilmek...
Gerçek sanki bir neşter, ilk değdiği anda insana büyük acı veriyor ama aynı zamanda o yaraları açıp, içlerindeki, yılların oluşturduğu iltihabı da o temizliyor. Gerçeğin temizlediği bu yaraları, tamamen iyileştiren merhem ise onları affedebilmek.
Düşününce, bunu yapmak kendimize karşı ne büyük haksızlık gibi geliyor değil mi? Üzerimizdeki bu yaraları açanları, bize haksızlık yapanları, kendi gönül rızamız ile affedebilmek!
Oysa bir anlayabilsek onları, o yaraları açanlar artık affedilmeyi hak ettikleri için affetmediğimizi.
Bunu,kendimizi sevdiğimiz için, yaşadıklarımızın bedelini kendimize tekrar tekrar ödetmemek için, içimizde yaşayan o acımasız yargıcın görevine son vermek için, o deneyimimize ait çemberi tamamen kapatıp yolumuza huzurla, bütün enerjimizle devam edebilmek için yapmamız gerektiğini. Hayatı kana kana, iliğine kemiğine kadar emerek, dolu dolu yaşamanın ne demek olduğunu belki de o zaman çok daha iyi anlayacağız.
02 Temmuz 2008
Haşim A.
Kaçımız güçsüz olduğumuz yönlerimizi cesurca kabullenip, sahiplenebiliyoruz?
Kaçımız yaralarımızı ve hassas noktalarımızı biliyor, onları tedavi etmeye çalışıyoruz?
Oysa o yaralarımız ve hassas noktalarımız değil mi, bizi diğer insanlara karşı bu kadar duyusal ve tepkisel yapan? Etrafımızdaki insanların davranışlarını ve yaşadıklarımızı bize kişisel algılatan. Hem kendimizi, hem de etrafımızdaki insanları bize bu kadar acımasızca yargılatan.
Yoksa siz de mi onları sürekli red ederek, hiç sahiplenmeyenlerden misiniz?
Oysa, biliyor musunuz, onlar ancak varlıklarını kabul ettiğimizde, onları sahiplendiğimizde başlayabiliyor iyileşmeye. İnsan, ancak kendini olduğu gibi kabul ettiğinde başlayabiliyor değişmeye.
Tabi bunun içinde, önce kendimize karşı sürekli oynadığımız “evde yokum” oyunundan vazgeçmek gerekiyor. Dönüp cesurca içimize ışık tutabilmek, kendimizle sağlıklı iletişim kurabilmek...
Gerçek sanki bir neşter, ilk değdiği anda insana büyük acı veriyor ama aynı zamanda o yaraları açıp, içlerindeki, yılların oluşturduğu iltihabı da o temizliyor. Gerçeğin temizlediği bu yaraları, tamamen iyileştiren merhem ise onları affedebilmek.
Düşününce, bunu yapmak kendimize karşı ne büyük haksızlık gibi geliyor değil mi? Üzerimizdeki bu yaraları açanları, bize haksızlık yapanları, kendi gönül rızamız ile affedebilmek!
Oysa bir anlayabilsek onları, o yaraları açanlar artık affedilmeyi hak ettikleri için affetmediğimizi.
Bunu,kendimizi sevdiğimiz için, yaşadıklarımızın bedelini kendimize tekrar tekrar ödetmemek için, içimizde yaşayan o acımasız yargıcın görevine son vermek için, o deneyimimize ait çemberi tamamen kapatıp yolumuza huzurla, bütün enerjimizle devam edebilmek için yapmamız gerektiğini. Hayatı kana kana, iliğine kemiğine kadar emerek, dolu dolu yaşamanın ne demek olduğunu belki de o zaman çok daha iyi anlayacağız.
02 Temmuz 2008
Haşim A.
2 yorum:
İnsanlar aynada dış görünüşlerine bakmaya o kadar alışmış ki, onu içlerine tutmak genelde işlerine gelmiyor. Bu birazda cesaret meselesi sanırım. Herkesin cesur olduğu bir dünya güzel olurdu herhalde...
Kalemine sağlık...
Kesinlikle. Cesur olmak bir çok konuda daha önce keşfedilmemiş bir çok şeyi keşfedebilmek demek. Hep daha ileriye doğru gidebilmek demek değil mi? Çok teşekkürler. Sevgilerimle:))
Yorum Gönder