29 Haziran 2009

Başrolünü oynadığı oyunun yazarına fake atan tuhaf adamın, tuhaf hikayesi…! ( 2 )

# 2. Bölüm #
Önce 1.Bölüm isterseniz
Biliyor musun yoğun günlerin akşamında soğuk duş bence insanda afrodizyak etkisi yapıyor. Hayatla olan birlikteliğinde, gün içinde tükenen enerjini tazeleyip seni, ona karşı daha tutkulu, daha arzulu, daha istekli yapıyor.

Duşa girmeden önce bana “Bu şekilde yaşadığında; ve bir gün yolun sonuna geldiğinde, hayatın boyunca bir arpa boyu yol gidememiş olmak sana ne hissettirecek?” diye sormuştun. Bu soruyu bana, dünyadaki var olan düzenin bendeki yansımasını görmek için sorduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum, yanılıyor muyum? Ben içinde yaşadığımız dünyada, çoğumuzun adına yaşamak dediği koşuşturmayı neye benzetiyorum biliyor musun?

Bu sanki yediklerinin, beyinden sağlıklı talimatlar gelmemesi nedeniyle vücut tarafından sindirilememesine rağmen inatla yemeği sürdürmek gibi bir şey. Düşünsene, beynin görevini tam yapmadığı için vücudun yediklerini bir türlü sindiremiyor, onların içindeki, ihtiyacın olan özleri bir türlü ayrıştırıp sana katamıyor, posalarını bir türlü atamıyor, ama sen sürekli olarak ne bulursan yemeğe devam ediyorsun. Sürekli yiyor ve sürekli şişiyorsun. Doğal olarak da yediklerin seninle bir etkileşime giremediği için bir müddet sonra içinde çürümeye, kokmaya ve seni yavaş yavaş zehirlemeye başlıyor.

Eğer bir arpa boyu yol alamamış olmaktan kastın, bu sindirilemeyen yaşanmışlıklarsa! Bu bana hiç bir şey hissettirmiyor? Ben, yolun sonuna geldiğimde, hatırlamadığım, hatırlamak zorunda da olmadığıma inandığım yaşanmışlıkların, çoktan bana karışmış, ruhumda eriyip tamamen ben olmuş öz’lerinin benim için yeterli olacağını düşünüyorum. Biliyor musun bence biz insanlar en çok bu noktada yanılgıya düşüyoruz. Sanıyoruz ki hatırlamadığımız, hatırlayamadığımız yaşanmışlıklarımız bizde hiç bir etki yaratmıyor. Bu yüzden de onlara dört elle sarılıp onları bırakmamak, onları unutmamak için büyük mücadeleler veriyoruz. Oysa ne büyük bir yanılgı bu! Bence esas etkiyi yaratanlar, artık hatırlamadıklarımız, hatırlayamadıklarımız. Yani çoktaaaan bize katılmış, bizimle bütünleşmiş artık tamamen biz olmuş olanlar. Hatırladıklarımız ise bizler tarafından hala çemberi bir türlü tam kapatılmamış olanlar. Onlar, ister mutluluk adına, ister acı adına olsun, bizim yaşadığımız an’a odaklanmamızı engelleyen bizi sürekli kendilerine yani geçmişe doğru çeken, bizi bulunduğumuz andan uzaklaştıran -üstelik kendi ellerimizle ruhlarımıza sapladığımız- kancalar. Bir düşünsene bu kancalarımız olmasa, insan anı önyargısız, dolu dolu, iliğine kemiğine kadar emerek yaşasa, o an’a daha sonra tekrar tekrar dönüp bakmaya ihtiyaç duyar mı? Yaşadıklarını tam, eksiksiz bir bütün olarak yaşadığında aklı hala geçmişinde kalır mı?

“Söyler misin bu düşündüklerinin, anlattıklarının doğru olduğunu nereden biliyorsun? Ya hata yapıyorsan. Ya yanlış düşünüyorsan?”

29 Haziran 2009
Haşim Arıkan


Bu tuhaf adamın, bu saçma hikayesi, saçmalayabildiği müddetçe devam edecek…





24 Haziran 2009

Başrolünü oynadığı oyunun yazarına fake atan tuhaf adamın, tuhaf hikayesi…!

Yoğun geçen bir günün üzerine, bir de yoğun bir İstanbul trafiğini çektikten sonra evine nihayet ulaşabilmişti. Ayakkabılarını, bağcıklarını çözmeden diğer ayağının burnuyla çıkartıp sağa, sola savururken, elindeki anahtarlığı da bir metre ötesinde ki konsolun üstündeki tahta çanağın içine fırlattı.

O an da tek hedefi olan şeye, duşa, doğru yürürken üzerindekileri çıkarıyor ve her çıkardığını o an da geçmekte olduğu yere bırakıyordu. Banyoya ulaştığında üzerinde sadece iç çamaşırı kalmıştı. Son bir hamle ile onu da çıkardıktan sonra, karşısındaki aynaya yansıyan, ruhunun dünyasal kıyafetine bakıp gülümsedi. Şu anda ruhuna biraz dar geldiğini hissetse de, seviyordu onu. Ruhunun onsuz, büyük keyif aldığı dünyasal zevkleri yaşayamayacak olması onu, ona büyük bir tutkuyla bağlıyordu. Seviyordu çünkü, onun aracılığıyla yaşayabiliyordu bütün dünyasal zevkleri, onun aracılığıyla fark edebiliyordu, bu dünyasal deneyiminde fark etmesi gerekenleri.

Duşa girmeden önce durdu. Her akşam düzenli olarak yaptığı şeyi bir kez daha tekrarladı. Gün içinde beynindeki oluşan, o andan önceki bütün anlara ait düşünceleri, her akşam yaptığı gibi topladı ve evrenin boşluğuna doğru fırlattı. Geçmişe ait, ona yük olacak bütün düşünceleri bir kez daha sıfırladı. Onların geleceğine ipotek koymasına asla izin vermek istemiyordu.

“Neden yapıyorsun bunu” diye sordu. Görsel anlamda herhangi bir kimliği olmayan, retinasına herhangi bir görüntü yansıtmayan, işitsel olarakta sadece onun duyabildiği ses.

“Yaşayacaklarıma karşı heyecanımı hiç bir zaman yitirmemek için.” diye cevap verdi ona ve devam etti. “Yaşadıklarımı, her seferinde, ilk kez yaşıyormuşum gibi, aynı merak, aynı heyecan, aynı coşkuyla yaşayabilmek için.”

"Peki ya tecrübe? Hayatın boyunca tecrübesiz biri olarak mı yaşayacaksın? "

Tecrübe mi? Şu anda yeryüzünde var olan oluşmuş düzen de, ona daha çok “geçmişden kaynaklanan olumsuz beklentilerini tekrar yaşama korkusu” demek daha doğru sanırım. Tecrübe dediğin şey insana hayatı sürekli bir ayağı frende yaşatmaktan, yaşayacaklarına sürekli bir önyargıyla yaklaşmaktan başka ne işe yarar ki?

Söyler misin? Geçmişe ait düşüncelerini sürekli sıfırlayabiliyor olduğunda. Başına gelen herşeyi sürekli ilk defa yaşıyor olduğunda. Tecrübe dediğin o geçmiş deneyimlerinden kaynaklanan korku, öfke, endişe, acı, şüphe, nefret……. dediğin duygular içinde yaşayabilir mi? Yaşadıkların sana her seferinde acı bile verse, onlara her zaman çoşkuyla, arzuyla, heyecanla yaklaşmaz mısın? Her seferinde içlerine balıklama dalmaz mısın? Onları her seferinde kana kana yaşamaz mısın? Düşünsene, önyargısız olarak yaşadığın ana odaklandığında, seni sürekli geçmişe doğru çeken, sana sürekli geçmiş deneyimlerini hatırlatan kancalarla hiç uğraşmak zorunda kalmadığında yaşayacaklarından alacağın hazzı. Söyler misin, hangisi seni daha mutlu eder? Tecrübe dediğin beynindeki gitgide artan parmak izleri ile yaşamak mı? Her zaman saf ve hiç dokunulmamış olarak kalıp, her anı sıfırdan, hep yoğun bir coşkuyla ve heyecanla yaşamak mı?

"...........................! Peki ya hayattan öğrenmen gerekenler! Yani keşfetmen gereken gerçekler? Onlara ulaşmaktan vaz mı geçiyorsun?"

Gerçek mi? Bence hayatta gerçek olan tek bir şey var. O da insanın kendisi. Onun dışındaki herşey, insanın kendi düşünceleri tarafından anlamlandırılmış görüntüler. Bu yüzden de beyninde oluşturduğun düşüncelerin eseri olan duygularla, kendini dap daracık duvarların arasına da hapsedebilirsin, bugüne kadar hiç kimsenin deneyimlemediği, hayal bile edemediği şeyleri de, ilk sen kendine yaşatabilirsin. Yeter ki düşüncelerinin yaşadığın hayatın bir sonucu olmadığını, tam tersine yaşadığın hayatın düşüncelerinin bir sonucu olduğunu farket. Sen kabul etsen de, etmesen de yaşadığın hayat tamamen senin düşüncelerinin içinde gizli.

Bu arada seni de düşüncelerimde benim var ettiğimin farkındasın değil mi? Sanırım bu aralar biriyle konuşmaya ihtiyacım var. Ama artık duşa girmek ve biraz rahatlamak istiyorum izin verirsen. Konuşmaya sonra devam edelim mi? Ne dersin?

"Yada ben sorumu sorayım, sen duştayken biraz onu düşün! Bu şekilde yaşadığında; ve bir gün yolun sonuna geldiğinde, hayatın boyunca bir arpa boyu yol gidememiş olmak sana ne hissettirecek? "

Cevap aslında şu an bile hazır kafamda, ama sözcüklere dönüşmesi ancak duştan sonra…

İkinci bölüm, okumak isterseniz...

24 Haziran 2009
Haşim Arıkan

14 Haziran 2009

Bir daha geri dönüşü mümkün olmuyor...


Farkında mısın?
Ulaştığın her yeni farkındalıkla, daha önce hiç görmediğin bir şeyleri görmeye başlıyorsun.
Her yeni gördüğün şey içini, onu deneyimleme arzusu ve coşkusuyla dolduruyor.
Her yeni deneyim ise seni bir kez daha farklılaştırıyor.

Ne düşünüyorum biliyor musun?
Acaba fark ettikçe insan, kendisiyle ilgili daha önce bilmediği yeni gerçeklere ulaşıp, kendini keşfederek daha mı çok mutlu oluyor?
Yoksa kendiyle ilgili keşfettiği gerçekleri red ederek, kendini bir bilinmezin karanlığına daha mı çok mahkum ediyor?
Daha mı çok kendisi oluyor?
Gitgide kendinden daha çok uzaklaşıp, kendini daha mı çok silmeye çalışıyor?

Farkındalığın en kötü tarafı da, ne biliyor musun?
Bir şeyi bir kere fark etti mi insan, bir daha asla geri dönüşü mümkün olmuyor!
Fark ettiklerini inatla yok saysa da, red etse de, bir daha, o eski sınırlı farkındalığına geri dönemiyor.
Fark ettiklerini kabullenmedikçe de, içini kaplayan o çaresizlik duygusu asla sona ermiyor.

14 Haziran 2009
Haşim Arıkan

9 Haziran 2009

Yaşam benim için kısa bir mum değil...

İşte yaşamdaki gerçek haz budur, sizin tarafınızdan yüce olarak kabul edilen bir amaç için kullanılmak, doğanın bir kuvveti olmak; dünyanın sizi mutlu etmeye kendini adamadığı için şikayet eden küçük ateşli bir keyifsizlik budalası olmaktansa. Öldüğüm zaman tamamen kullanılmış olmak istiyorum.Yaşam benim için kısa bir mum değil. O benim için bu an tutma hakkını elde ettiğim muhteşem bir meşale ve ben gelecek nesillere aktarmadan önce onun alabildiğince parlak yanmasını istiyorum. (a)

Neler hissediyorsunuz bu paragrafı okuduktan sonra?
Düşünüyor musunuz?
Acaba benim meşalem ne kadar parlak yanıyor diye!
Peki ya kendinizi ne kadar kullanılmış hissediyorsunuz?
Meşalenizin daha parlak yanabilmesi için bir çabanız olabilir mi bundan sonra?
Yüce bir amaç?
Hayatınızın kalan kısmında kendinizi daha ne kadar kullandırmayı düşünüyorsunuz?
Yoksa siz, kesin kararlı mısınız?
İnat edip, dünya kendini sizi mutlu etmeye adamadığı için şikayet eden küçük ateşli bir keyifsizlik budalası olarak yaşamaya?
İnsanın hayattaki en yüce olmasa da, bence en önemli amaçlarından biri olan kendini mutlu etmekten ısrarla kaçmaya.

Sahi ne kadar hayatın bilfiil içindesiniz?
Ne kadar hayatın enerjisinden, çoşkusundan uzak, bir şeylerin seyrindesiniz?
Söyleyin hadi, hayatı yaşayanlardan mısınız, yoksa çoğunlukla seyredenlerden misiniz?
Yoklayın hafızanızı, hatırlayın bir, en son ne zaman yaşadığınız andaki mutluluğu iliğine, kemiğine kadar emebildiniz?
En son ne zaman doya doya yaşadığınızı hissettiniz?

Düşünün.
Her sabah kalktığınızda yaşamın önünüze çıkardığı fırsat ve zorluklara tepki vererek, onlardan şikayet ederek yaşamak mı sizi daha çok mutlu ediyor. Size enerji veriyor?
Yoksa hayata çoşkulu yanıtlar vererek yaşamak mı?

Hepimiz durmaksızın yanıtlar arıyoruz, yaşamın belki de çözülmesi imkansız o paradokslarına.
Ve her seferinde yeni, yeni yanıtlar buluyoruz hem de inanılmaz bir hızla.
Ama galiba bulduğumuz yanıtlar bizim değil de, başkalarının yanıtları oluyor.

Pek itiraf etmek istemesekte, bir yerlerde hata yapıyoruz galiba.
Yoksa farkına mı varamıyoruz?
Soruları kendimiz cevaplamadıkça, bulduğumuz yanıtlar da bir türlü bizim aradığımız doğru yanıtlar olmuyor.

Sanırım yaşamımızı gerçekten değiştiren, gitgide çok daha keyifli hale getiren yada diğer bir deyişle bizdeki pozitif değişimin fitilini ilk ateşleyen şey, kendimize sorduğumuz cesur sorulara, kaynağı tamamen biz olan duygu ve düşüncelerle verdiğimiz cesur ve dürüst yanıtlar oluyor.

09 Haziran 2009



(a) George Bernard Shaw

1 Haziran 2009

Keşke hayatımda geldiğim bu noktaya pek çok insanı incitmeden gelebilseydim.

''Keşke hayatımda geldiğim bu noktaya pek çok insanı incitmeden gelebilseydim.''

Zaman, zaman aklıma gelir, bir yerlerden beynime kazınmış olan bu söz.

Düşünürüm; insanın, ancak diğer insanlarla olan ilişki potansiyeline göre varolabildiğini. “Ben” olabilmek, "ben" i keşfedebilmek için, mutlaka bir “sen” in de var olması gerekliliğini. İnsanların birbirlerinin hayatları üzerinde öngörülemeyen o etkileşimi. Evrenin bu noktada, kendi içindeki o muhteşem kurgusunun nasıl kusursuz işlediğini. Herkesin hem "ben" i, hem de "sen" i aynı anda nasıl bu kadar mükemmel oynamayı başarabildiğini.

Gülümserim; beni, bana hatırlatan, öğrenmem gerekenler için hayatımda öğretmen rolünü üstlenen tüm insanların, hayalimde canlanan o görüntülerine. Bir kısmı ile bilerek yada bilmeyerek birbirimizi incitmiş olsak da. “Ben ancak sizin sayenizde var olabildim” diyerek, beni var ettikleri için, teşekkür ederim. İçten içe, sevgimi, şükranlarımı sunarım hepsine.

Kendimi ve hayatımı bağışlamanın hazzı sarar bu anlarda bütün benliğimi.
Gerçekten var olmanın, özgür olmanın keyfini hissederim gülümserim kendime.
Sevgiyle...

31 Mayıs 2009