30 Aralık 2008

İyi ol!


İyi olmak!
Sahi nedir iyi olmak?

Senden önce oluşturulmuş olan inanç sisteminin sana dayattığı kurallara uyarak, olman gerektiği gibi olmak mıdır?
Yoksa kim olduğunun, neye inandığının, ne hissettiğinin, nasıl davrandığının bilinciyle kendi kurallarını kendin koymak mıdır?

Herkes tarafından onaylanmak, hayatını başkalarının senden, beklentilerine, taleplerine uygun olarak yaşamak mıdır?
Yoksa dürüst, onurlu bir şekilde yaşamak yani kendin gibi olmak mıdır?

Hadi söyleyin bana nedir iyi olmak?

Sana miras bırakılan bir gelenek ya da moda olan, düşünce şekline göre hareket etmek midir iyi olmak?

Zihninde ne yapıp, ne yapmamamız gerektiğine, ne hissedip, neyi hissetmememiz gerektiğine karar veren bir yargıç yaratmak mıdır iyi olmak?

İçinden geldiği gibi davrandığın için, utanç duymak, kendini suçlamak, bundan dolayı kendini cezalandırmak, sürekli red edilme korkusuyla yaşamak mıdır iyi olmak?

Başkaları tarafından kabul görüp sevilmek midir iyi olmak?
Yoksa kendini kabul edip sevebilmek midir iyi olmak?

Ehlileşmek midir?
Yoksa özgürlüğünü koruyabilmek midir?
İyi olmak.

Söyleyin bana nedir iyi olmak…

30 Aralık 2008
Haşim Arıkan


29 Aralık 2008

Mim Kontratlarım - Benim cevaplarım!

Dün gece okudum Haşim’in yeni MİM konusunu, o beni Mim’lememiş olsa da, ben kendimi MİM’lenmiş gibi kabul ediyor, bu mimle ilgili kendi cevaplarımı vermek istiyorum.

Ben kendi kontratlarımla ilgili olarak ne mi yapmak isterdim?

İlk olarak babamla yapmış olduğumuz konratın 17 yıllık süresini uzatmak, o kısa sureli kontratı süresi bitmeden iptal etmek isterdim. Onunla kontratımız ben 17 yaşımdayken sona erdi. Onunla ilgili, eksik ve yarım kalmış, yaşanmamış, yaşanamamış çok fazla şey var içimde. Aslında onunla kontratımızın bu kadar kısa sureli olması sebebiyle ögrendiğim çok fazla şey olduğunun da farkındayım. O yanımda olsaydı kesinlikle bugünkü ben olamazdım biliyorum. Yine de onunla yaptığımız kısa sureli olan bu kontrat sayesinde ögrendiklerimi, başkaları ile yapacağım başka kontratlar sayesinde, bu kadar kısa sürede ögrenmek yerine çok daha uzun sürede ögrenmeyi kesinlikle tercih ederdim.

Yeni düzenlemek istediğim kontrat mı?

Bana arzuladığım, hayalini kurduğum şeylere ulaşabilmem için zaman kaybetmeden harekete geçme, gerekiyorsa çekinmeden risk alabilme ve bunu bir yaşam tarzı haline getirebilme konusunda yardımcı olabilecek yeni bir kontrat yapmak isterdim. Bunların hepsini biliyorum ama hayata geçirme, hayatımı bu anlayışla idame ettirme konusunda nedense hala ayak diriyorum. Belki de eşikteyim ama bir türlü o son adımı atamıyorum. Herhalde bu konuda bir kontrata daha ihtiyacım var. Kum saatim hızla doluyor.

Ana kontratımın ne zaman biteceğini bilemiyorum! Bildiğim tek bir şey var ki, o da ana kontrattaki karşı tarafın bana karşı her zaman için adil olduğu. Bu yüzden de ona her zaman şükrediyorum.

29 Aralık 2008
Haşim A.

28 Aralık 2008

Yeni MİM - Hayatınızla ilgili yapmış olduğunuz kontratlar...

Şimdi sizden yaşadığımızdan daha farklı bir dünya hayal etmenizi istiyorum. Hayal edeceğiniz bu dünya öyle bir dünya ki, hayatınız da neyi, kiminle, nasıl ve ne için yaşayacağınıza siz karar veriyorsunuz ve bunlarla ilgili olarak kontratlar hazırlayıp imzalıyorsunuz. Bunu da yılın son üç gününde, kendinizi uykuda sandığınız o en duyusal olduğunuz süreçte, farklı bir boyuta geçerek yapıyorsunuz. Bu boyuta geçtiğinizde hem yeni, yeni kontratlar oluşturabiliyor, hem de daha önce uzun süreli olarak yapmış olduğunuz kontratlardan istemediklerinizi iptal edebiliyorsunuz. Yanlız geçtiğiniz bu boyutun önemli bir özelliği var. Bu boyutta hayatınıza, sanki başka birinin hayatıymışcasına objektif olarak bakabiliyor, tekrar tekrar yaşadığınız o can sıkıcı deneyimleri, geliştirmeniz gereken taraflarınızı tüm çıplaklığıyla görebiliyorsunuz. Doğal olarakta yeni kontratlarınızı da bu farkındalık düzeyiyle oluşturuyorsunuz. Ama ne yazık ki işin kötü tarafı, (belki de olması gereken) bugün içinde yaşadığınız boyuta dönünce, bir süreliğine geçtiğiniz bu farklı boyutu, bu boyuttayken neleri düşündüğünüzü, kimlerle neyi deneyimlemek için, hangi kontratları yaptığınızı hatırlamıyorsunuz. Ama siz hatırlamasınız da hayatınız her zaman sizin yaptığınız ya da iptal ettiğiniz bu kontratlara göre akıp gidiyor.

Sahi dünya gerçekten böyle bir dünya olsaydı, nasıl olurdu sizce? İnsanın kendi hayatının sorumluluğunu tamamen üzerine alması acaba iyi bir şey mi ki? İnsan kader deyip yaşadıklarının sorumluluğunu kolayca sırtından atma konforundan vazgeçilebilir mi ki?

Neyse ben konuyu daha fazla dağıtmadan, hemen geliyorum Mim’im esas konusuna! Biliyorsunuz bugün ayın 28’i, yani tam, yeni kontratlarımızı yaptığımız, daha önce yapmış olduğumuz ama şu anda bizi rahatsız eden eski kontratlarımızı iptal edebildiğimiz o harika dönemdeyiz. Hadi bakalım, bu harika avantajı kullanmak için vakit kaybetmeden karar verelim o zaman;

- Neyi deneyimlemek, hangi yönünüzü geliştirmek için –eğer aklınızda biri varsa- kiminle yeni kontrat yapmak istersiniz?
- Ya da şu anda kiminle –tabi paylaşmak isterseniz- yaşamakta olduğunuz hangi kontratınızı iptal etmek istersiniz?

Ne diyorsunuz? Kimse açıklamak istemez mi bu detayları? Olsun ben yine de şansımı denemek istiyorum. Açıklamasalar da belki bu blogu okuyanlar, kendi kendilerine düşünürler bu soruların cevaplarını.

Ben degajımı Sufi (Dilek), Yalnızlık okulu, Hayattan ve Masallardan Biraz, Brajeshwari, Günah Yüklenen Adam, Aydan Atlayan Kedi’ye doğru yapmaya çalışıyorum ama öte yandan ben pek iyi degaj yapamam biliyorum. Kimbilir belki de top onlara ulaşmadan direkt auta ya da taça çıkar. O zaman da doğal olarak onların bu mim’le ilgili bir şey yazması gerekmez:)

Belki de siz bu blogu okuyanlar, bahse konu sorular ya da birlikte hayal ettiğimiz bu dünya ile ilgili bir şeyler söylemek istersiniz? Ne dersiniz?

28 Aralık 2008
Haşim A.

26 Aralık 2008

Aşkın işareti ?

- Canım! Yalnızca bir kadın olarak seninle önemsiz konularda çene çalmak istiyorum tabi eğer izin verirsen. Sana ..........’ın yazmakta olduğu yeni romanını bana ithaf ettiğini söylesem. Bu sana ilginç gelir miydi?
- Doğru olanı öğrenmek istiyorsan… gelmez!
- Ya doğrusunu istemiyorsam.
- Doğru olmayanı öğrenmeyi neden isteyesin ki? Hangi amaçla?
- Anlamıyorsun değil mi? Gerçek sevginin yalan söylemeye razı olmak, başkasını mutlu etmek için hile yapmaya, sahtekarlık yapmaya razı olmak, o kişi var olan gerçeği sevmiyorsa, böylelikle ona sevdiği gerçeği sunmak olduğunu söylesem… anlayamazsın.
- Hayır. Anlayamam!
- Aslında çok basit. Güzel bir kadına, güzelsin dersen, ona ne sunmuş olursun ki? Yalnızca gerçeği. Sana bunun bir maliyeti yok. Ama çirkin bir kadına güzelsin dersen, güzellik kavramını onun uğruna çarpıtmakla ona büyük bir saygı sunmuş olursun. Bir kadını iyi yanları ile sevmek anlamsızdır. Bunu zaten hak etmiştir, bu bir ödemedir. Bir armağan değil. Onu günahları için sevmek gerçek bir armağandır, çünkü hak edilmemiş, kazanılmamış bir şeydir. Onu kusurları ile sevmek, tüm iyilikleri onun uğruna feda etmektir. Aşkın asıl işareti budur, çünkü vicdanını, mantığını, dürüstlüğünü ve o paha biçilmez kendine olan saygını kurban etmiş olursun.Aşk nedir ki sevgilim? Eğer fedakarlık değilse nedir o zaman?
- Bana söyler misin. Seni neler mutlu eder?
- Aman Tanrım! Utangaç bir soru. Tuzak, kaçış hilesi…. Beni neler mi mutlu eder? Bunu bana senin söylemen gerekir. Benim için bunu sen keşfetmiş olmalısın. Ben bilemem. Onu sen yaratacak, bana sunacaktın. Senin yükümlülüğün sorumluluğundu o....

Yukarıdaki satırlar Ayn Rand'in Atlas Silkindi isimli kitabından alıntı. Bu satırları okuduğumda uzun bir süre takılıp kalmıştım. Merak etmiştim özellikle de bayanların, Ayn Rand'in kitabında yazdığı bu satırlarına katılıp, katılmadıklarını.

Şimdi hazır elimde böyle bir fırsat varken. İzin verirseniz, sormak istiyorum sizlere. Ne düşünüyorsunuz bu satırlar hakkında? Yüreğinizin sesini burada paylaşmak ister misiniz?

26 Aralık 2008
Haşim Arıkan

24 Aralık 2008

Sorsam sana!

Düşündün mü hiç?
İstediklerine doğru ilerlerken neyi, neleri göz alabiliyorsun?
Farkında mısın?
Amacına doğru ilerlemek kadar insanı kendi kendisiyle yüzyüze getiren bir şey yok.
İnsan kendisi hakkındaki bütün olumsuz düşünceleriyle, zayıflıklarıyla, aslında kendisine nasıl davrandığı ile o zaman karşılaşıyor.
Kendisinin, belki de en acımasız saldırılarına o zaman maruz kalıyor.
Harekete geçmeden önce hepsi sadece bir his, bir düşünce, bir rahatsızlık.
Ama bir gün karar veripte harekete geçtiğinde;
Eğer ki yola çıkarken onları da yanına almamışsan, harekete geçtiğin anda hepsi birlikte senin üstüne çullanıyor,
Bir soru sorsam sana, dürüstçe cevap verir misin bana?
Göze alabiliyor musun bütün bunları?
Yoksa sen de mi herkes gibi;
İstediklerini hep bu yüzden erteliyorsun?
Hayallerinden, amaçlarından hep bu yüzden vazgeçiyorsun?

24 Aralık 2008
Haşim Arıkan

21 Aralık 2008

Hiç bir zaman...

Biliyorum çok zor!
Değişmek kolay bir şey değil.
Herkes de benim gibi düşünüyor zaten.
Lafa gelince kolayda…
Ben yapamam.
Ben beceremiyorum.
Daha önce de denedim olmuyor.
Bir süre sonra insan tekrar eskiye dönüyor.
Sokma akıl dokuz adım gidermiş zaten.
Bir insan yedisinde neyse yetmişinde o oluyor.
Yine vazgeçerim.
Hem benim için artık çok geç.
……

Düşününce, ne çok sebep var değil mi değişmemek için?
Değişim fikrini engellemek, onu sabote etmek için.
Başımıza gelenleri gögüsleme şeklimizi, onları algılama biçimimizi değiştirmemek için.

Peki biz değişemiyorsak, sürekli sikayet ettiğimiz hayatımız değişiyor mu?
O da değişmiyorsa, onunda değişmesi çok zorsa, o zaman neden bundan sürekli şikayet edip duruyoruz? Şartlı refleks mi bu yaptığımız?

Yoksa bizler kurban mıyız?
Yaşadıklarımızın kurbanı!
Ya da hayat bizim başımıza gelen talihsiz bir olay!

Belki de herşey bizim hayatımız üzerinde çok fazla kontrol sahibi olmak istememizden kaynaklanıyor. Bir fren, bir gaz derken, kendimizi serseme çeviriyoruz. Sürekli kontrol peşinde koşmaktan, deneyimlerimizin tadını bir türlü çıkaramayıp, onların bizlere ne anlatmaya çalıştıklarını ıskalıyoruz. Ne sevebiliyoruz, ne affedebiliyoruz, ne de özgür bırakabiliyoruz. Ne kendimizi, ne de karşımızdakileri…

Sanırım Dr.Harry Alder haklı (a). Bizler onun bahsettiği, beynimizde zamanla oluşan o yağmur kanallarına yenik düşüyoruz. Beynimize yağan düşüncelerin zaman içinde oluştuğu o kanallar yüzünden, bir türlü “yapamam”dan, “yapabilirim”e geçemeyip, kendimizi hep aynı masalın içine kıstırıyoruz? Belki de dünya olduğu haliyle mükemmel, bunu bir türlü biz fark edemiyoruz!

21 Aralık 2008
Haşim A.


(a) NLP konusunda uzman olan Dr.Harry Alder, başımıza gelen olayların niteliğinin, bizim onları yorumlayış şeklimize göre değiştiğini söylüyor. Ve bunun zamanla oluşan bir alışkanlığın sonucunda gerçekleştiğinden bahsediyor. "Yağmur yağdıktan bir süre sonra toprağın üzerinde yağmurun ilerleyeceği kanallar oluşur. Daha sonraki yağmurlarda sular hep bu kanallardan akar. Beynimizde de bu tür yağmur kanalları vardır. Herkesin beynine aynı yağmur yağar fakat ayrı kanallara gider.



19 Aralık 2008

Ne olursan ol hayat...

Hiç bir fikrin yok değil mi? İçinde hasar görmüş bir şeylerle yaşamanın neye benzediği hakkında. Beni nasıl etkilediğini bilmeden sürekli benimle konuşuyor, bana ne yapmam gerektiğini anlatıyorsun. Sanki herşeyin sırrını çözmüş, bütün doğruları bulmuş gibi. Bana sorular yöneltiyorsun ama hiç bir zaman cevaplarımı duymaya çalışmıyorsun. Söyler misin? Doğru dediğin şey nedir? Tek midir? En son sözü söyleyecek olan kimdir?

Şunu bilmelisin ki herkes aslında, sandığından fazlasını bilir, bildiğinden fazlasını da düşünür. Kendine istediğini yapmakta her zaman özgürdür. Kimi kabul eder kendini, teslim olur kendine, kimi kendini aldatır, yağmalar, öldürür. Bir tarafı hep eksiktir insanın, diğer tarafı ise çoktur. Bu yüzden de yaşadıklarının kendindeki eksiklikten mi, yoksa fazlalıktan mı olduğunu hep merak eder durur. Kimine göre insan sürekli değişir, kendini keşfeder, büyür, hergün biraz daha kendi olur. Kimine göre ise insan sürekli değişir, kendini inkar eder, kendiyle çelişkiye düşer, kendine ihanet ederek her gün biraz daha yok olur.

Yaşadıklarının hepsinin mutlaka bir nedeni vardır. Onu bulmak ise her zaman sana kalır. Hayat kimimiz için inanmadığın bir masalın içine kısılıp kalmak, kimimiz için ise inanacağı masalları aramaktır. Herkesin kabul ettiği tek doğru ise, "Hayat en nihayetinde, bir gün son bulacak olan bir yolculuktur." Kimi mutluluğun varış noktasında olduğuna inanır, kimi ise yolculuğun tadını çıkarır.

Yaşadıklarının hiç bir şey tesadüf değildir. Bu yüzden de oluşumları uzun zaman alır.

19 Aralık 2008
Haşim A.

18 Aralık 2008

Sence, bir gün başarabilir mi?

Kendine karşı, sürekli evde yoku oynamaktan hala yorulmadın mı?
Karşılaşmamak için sürekli kendinden kaçmaktan hala usanmadın mı?
Kim olduğunun sorumluluğunu almak, gerçekten bu kadar zor mu senin için?
Hayat sana, sürekli hakkında bilmediklerini anlatmak için çabalarken, körleşip, görmediğin yanlarını sürekli gözlerinin önüne sererken, üç maymunu oynamaktan hala bıkmadın mı?
Hangi çukurlara sürekli düştüğünü, hangi çukurlar konusunda zamanla uzmanlaştığını, hangi çukurları kendine senin kazdığını, öğrenmeden, acaba oynadığın senaryo farklılaşır mı?
Sence,
İnsan hayatı boyunca yaşamın ona vermek istediği şeyleri almayı red ederek, kendi hakkındaki gerçeği hiç öğrenmeden yolun sonuna kadar gidebilir mi?
Sürekli aynı ilişkileri yaşamaktan, aynı sorunlarla uğraşmaktan, hep aynı senaryoyu farklı, farklı kişilerle oynamaktan bir ömür boyu keyif alabilir mi?
Kendinden yansıyan filmin görüntülerini, ekranı kazıyarak değiştirmeyi, bir gün başarabilir mi?

18 Aralık 2008
Haşim A.

16 Aralık 2008

Sen bir bağımlısın...

Tedirgin bir halde evin içinde dört dönüyordu. Elinden bir türlü bırakamadığı cep telefonunun arama tuşuna inatla bir kez daha bastı. Aradığınız kişiye şu anda........ “Allah kahretsin! Neden? Neden, aramıyorsun beni? Neden kapalı bu telefon?” Bir sigara daha yakıp, odanın içinde bir müddet daha huzursuz bir şekilde dolaşmaya devam etti. Tam artık sakinleşmesi gerektiğini kabullenmek üzereyken, iç sesinin konuşmaya başlamasıyla birlikte, kendini boş bir çuval gibi hemen yanındaki koltuğa bıraktı.

“Biliyor musun?” dedi iç sesi “ Sen bir bağımlısın. Sevdiğini söylediğin kadın bile, senin bağımlılığa olan düşkünlüğünün bir göstergesi. Üstelik bu bağımlılığının senin iradeni, varlığını, var olma gücünü azalttığının farkında bile değilsin.”

Sustu cevap vermedi ona. Kendini onunla tartışacak güçte hissetmiyordu. Sadece onun bir an önce susmasını diledi içinden. Ama aslında o da biliyordu bu dileğinin bir işe yaramayacağını, bir kere konuşmaya başladı mı anlatmak istediklerini bitirmeden susmayacağını. Nitekim kaldığı yerden devam etti konuşmaya.

“Yaşamındaki herşey, senin eksikliğinin bir bildirgesi. Senin gibi daha kendini tam anlamıyla sevmeyi becerememiş biri nasıl olurda başka birine seni seviyorum diyebilir ki? Onu sevmenin esas nedenini sen de çok iyi biliyorsun aslında. Aradığın, peşinden koştuğun sevgiyi, mutluluğu sana onun verebileceğini düşünüyorsun hala değil mi? Gerçekten inanıyor musun sen buna? Hala fark edemedin. Sevgi ve mutluluk için başkalarının enerjisine ihtiyacının olmadığını. İçinde var olan o harika kaynağı. Tek yapman gereken onunla iletişime geçmek. Sen bu haldeyken, sevdiğini söylediğin o kadınlar seninle neden birlikte oluyor biliyor musun? Sen kendini sevmeyi hala bir türlü beceremediğin için. Senin yüreğinde asla keşfetmek istemediğin yerleri ortaya çıkarmak ve onları bütün çıplaklığıyla senin gözlerinin önüne sermek için. Biliyor musun? Ren geyikleri de, senin gibi kendilerini çılgına çeviren misk kokusunu dışarıda boşu boşuna arar dururlar. En sonunda da, o muhteşem kokunun aslında kendileri tarafından üretildiğini hiç bilemeden bir gün ölümle buluşurlar.

Bir gün içindeki o harika kaynakla iletişim kurup, kendini tam anlamıyla sevebilmeyi, kendi kendine mutlu olabilmeyi öğrendiğinde, hayatını başkalarından beklentin olmadan, belli sonuçlara ihtiyaç duymadan yaşamaya başlayacaksın. İşte o zaman kendini eksiksiz ve bütün olarak hissedip, başkalarına bağımlı olmaktan kurtulacaksın. Gerçek ve sınırsız aşkı , aynı zamanda da gerçek özgürlüğü esas o zaman tadacaksın.”

Çalan telefonunun sesi, iç sesini susturup onu tekrar kendine getirmişti. Telefonu eline aldı. Gözleri ekranda onun adını okurken, baş parmağı bir süre açma ve meşgul tuşları arasında kararsız bir şekilde dolaştı. En sonunda….

15 Aralık 2008
Haşim Arıkan

12 Aralık 2008

Sence...

Yaşamında ne olduğu mu?
Yaşamının nasıl olduğu mu?

Sana önemli olarak sunulan mı?
Hayatta önemli olan mı?

Hayata sürekli isyan etmek mi?
Hayata kendi cevabını verebilmek mi?

İnsanların senin hakkında düşündükleri mi?
Senin kendin hakkında düşündüklerin mi?

Olduğun kişi haline gelebilmek mi?
Olmak istediğin kişiye dönüşebilmek mi?

Dış dünyada önemli olmak mı?
Kendine önem veriyor olmak mı?

Çaresizce sürekli tekrar eden bir geçmişe inanmak mı?
Beklentisiz, sonuçlara ihtiyaç duymadan dilediğince yaşamak mı?

Değişmesi gereken;
Yaşadıkların mı?
Senin onları gögüsleme biçimin mi?

Sebep olan;
Dünya mı?
Yoksa sen mi?

12 Aralık 2008
Haşim Arıkan

11 Aralık 2008

Acaba usta mıyız, yoksa çırak mıyız?

Neyin ne kadar farkındayız ki?
Kendimizin ne kadar farkındayız?
Hayatın ne kadar farkındayız?
İnsan olarak usta mıyız, yoksa çırak mıyız?

Farkında olmadan sürekli hangi hataları yapıyoruz ya da hangi hatalara neden oluyoruz?
Farkına varamadan neleri yaşıyoruz, başkalarına neler yaşatıyoruz?

Hep, bir gün, bir yerlerde belki de bir şans eseri farkına varıyoruz bir şeylerin.
Bazen hayatın içine bizim için gizlenmiş olan o küçük zarfların içinde,
Bazen bir dost sohbetinde,
Bazen izlediğimiz bir filmde,
Bazen okuduğumuz kitaptaki bir paragrafta,
Bazen dinlediğimiz şarkının mısralarında,

Bir kere farkına vardıktan sonra da, artık hiç birşey eskisi gibi olmuyor, olamıyor bizim için hayatta.
Hele farkına vardığımız şey sürekli tekrarladığımız bir hatamız, bir yanlışımız, olumsuz bir tarafımızsa,

Farkındalıkla başlıyor değişimlerimiz, gelişimlerimiz.
Fark ettikten bir süre sonra, insan sadece farkına varmanın hiç bir şeyi değiştirmediğini, kendisinin değişmesi gerektiğini fark ediyor.
Ama nedense hep zor geliyor insana değişmek.
Bilinçli olarak alışkanlıklarından vazgeçmek.
Sahip olduğu o konforlu alanı terk etmek.
Hiç tanımadığı keşfetmesi gereken başka alanlara göç etmek.
Oraya alışmak için mücadele vermek.
Öte yandan farkına varmasına rağmen aynı şekilde davranmaya devam etmek de artık eskisi gibi mutlu edemiyor insanı.
Hatasını, yanlışını, olumsuz davranışını değiştirmeyerek, bile bile yapmaya devam etmeye çalışsa da. Artık olmuyor, olamıyor.
Bütün keyfi kaçıyor.
Acı veriyor.
Hatta kimi zaman vicdan devreye giriyor.
Keşke hiç farkına varmasaydım diyor.
Ama kuş misali asla geri uçamıyor, fark ettiğini aklından silip atamıyor.

Sonunda pes edip, farkına vardığı olumsuz davranışları sergilememeye, hataları, yanlışları yapmamaya çalışıyor.
Tabiki ilk başlarda bu yeni davranış şekline alışmak kolay olmuyor.
Ama bir gün fark ediyor ki, artık farkında olmadan o eski olumsuz davranışları sergilemiyor.
Farkında olmadan artık onu istediği sonuçlara ulaştıran, olumlu davranışları sergiliyor.

İşte o zaman insan, çıraklıktan, ustalığa doğru bir adım daha attığını hissediyor.

16 Eylül 2007
Haşim A.

10 Aralık 2008

İkinci el bir hayat...

Düşünmek;
İnsanın harekete geçmesini sağlayan büyük itici güç.
İnsanın sağlıklı seçimler yapmasını sağlayan en önemli araç.
İnsanın amacını bulmasını sağlayan en büyük yardımcı, o amaca ulaşmasındaki en büyük destek.

Düşünmek,
Beynimizin içindeki bir yığın kelimeden anlamlı cümleler oluşturabilmek için.
Kendi hakkımızdaki esas gerçeğe ulaşabilmek için.
Bireysel kimliğimize sahip çıkabilmek için.
Kaynağı tamamen biz olan duygu ve düşüncelere ulaşabilmek, onlarla sağlıklı ilişki kurabilmek için.

Düşünmek,
İnandığımız fikirleri anlatabilmek, savunabilmek için.
İnanmak zorunda kalmamak/bırakılmamak için.
Var olanı tekrarlamak yerine üretebilmek için.
Bağımlı bir hale dönüşmemek için.
Başka beyinlere, onların onayına ihtiyaç duymamak için.

Düşünmek,
İnsan olmanın ayrıcalığını yaşayabilmek için.
Elden düşme bir yaşama mahkum olmamak için.
Yaşadığımız hayata dolu dolu "benim hayatım" diyebilmek için.

10 Aralık 2008
Haşim Arıkan

9 Aralık 2008

O günler ne unutulmaz günlerdi değil mi?

Sizde ara sıra benim gibi düşünür müsünüz hiç?
Hayatımdaki unutulmaz günler benim için hangileriydi diye!
Düşününce çok fazla gün gelir mi aklınıza? Yıllar sonra bile hala gülümseyerek hatırlayacağınız çok fazla gün hatırlayabilir misiniz acaba? Özellikle de büyüyüp hayat içine karıştığınız, sorumluluklar üstlenip, çalışmaya başladığınız son yıllarda. Yoksa sizin de günleriniz, dün olduğunda yavaş yavaş beyninizden hiçbir iz bırakmadan silinip gitmeye mi başladı çoktan?

Peki yaşadığımız günü, bizim için unutulmaz yapan şey günün kendisi midir? Yoksa biz mi o günü unutulmaz hale getiririz? Sizce nedir o günlerin bizim için unutulmaz olmasının sebebi?

Yaşadığınız o anlara, hafızanıza kazınan o unutulmaz muhteşem günlere dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz? O günlerin hepsi yüreğinize dokunuyor, kalbinize sesleniyor değil mi? İnsan o günleri düşündüğün de içini hemen yoğun bir sevgi kaplıyor, ardından mutluluk ve inanılmaz bir keyif hissediyor değil mi?

Peki sizce o unutulmaz günün fitilini ateşleyen şey nedir? Sıradan bir gün, birden nasıl unutulmaz bir gün haline geliverir?

Birinin, belki de sizin, sevdikleri için gerçekleştirdiği hoş bir eylem değil midir o günün unutulmaz hale gelmesinin fitilini ateşleyen? Gerçekleştirilen o eylem, o günü paylaşan herkeste önce büyük bir keyife, sonra da mutluluk ve yoğun bir sevgiye dönüşmez mi? Unutulmaz günlerimiz aslında kendimizi çok mutlu, keyifli, sevgiyle dolmuş hissettiğimiz, günler değil mi?

Öyleyse?
Hiçbiri aslında geçerli sebep olamayan bir yığın mazeret üretip, düşündüklerimizi sürekli erteleyerek, dün olduğunda yavaş yavaş unutulan günlere devam etmek mi?
Yoksa sevdiklerimize harika bir günün fitilini ateşleyecek hoş şeyler organize ederek, yeni yeni unutulmaz günler üretmek mi?
Hadi yapın tercihinizi.
Yaptığımız bu kısa süreli hayat yolculuğunda, ardımızda ne kadar unutulmaz gün bırakacağımız, tamamen bizim tercihlerimizin neticesi.

09 Aralık 2008
Haşim A.

7 Aralık 2008

Hayatımın en önemli anlarına tanık olmadım!


Dinle!
İçimde dışarı çıkmak isteyen şeyler olduğunda yazarım. Seninde çıkartmak istediklerin var. Bu yüzden sen de yazacaksın.
- Ne yazacağım?
- Yazman gerekeni. Eski bir söz vardır “Tahta ile ilgili büyük gizem, nasıl yandığı değildir, nasıl yüzdüğüdür.” Anladın mı?
- Hayır.
- Her şeyin bir iyi bir de kötü yanı vardır. Yok edeni mi yoksa iyileştireni mi görmek istiyorsun… Bu senin kararın.

Bu haftanın filmi "Fugitive Pieces" den alıntı..
07 Aralık 2008
Haşim A.

Fotograf: Bu haftanın filmi "Fugitive Pieces" den.

5 Aralık 2008

Söyle bana hayat. Biraz ondan bahset bana...

Söyle bana hayat.
Beni kime doğru yaklaştırıyorsun?
O kim?
Şu anda nerede?
Kiminle?
Yoksa o da, beni mi düşünüyor benim gibi?
Tanıyor muyuz onunla birbirimizi?
Onun beklediği, hayal ettiği ben acaba hangi ben?
Peki ben ona ulaştığımda hangi ben olacağım?
O zamana kadar daha kaç kabuğumu üzerimden sıyırmış atmış, beni çevreleyen kaç duvarı yıkmış, kendime kaç adım daha yaklaşmış olacağım.
O da beni, benim onu sevdiğim kadar sevebilecek mi?
Onunla ara bir durak mı olacağız birbirimiz için?
Yoksa biz, beklediğimiz, aradığımız, arzuladığımız kişiler miyiz?
Bana yüzde kaçını göstermeye cesaret edecek?
Peşinden sürüdüğü, bir türlü noktayı koyamadığı eskimiş hikayeyle mi bana gelecek?
Beni, ben de mi keşfedecek.
Yoksa daha önceki deneyimlerine mi beni hapsedecek.
Diğer ilişkilere mi benzeyecek bizim de ilişkimiz.
Yoksa biz, özgün ruhlarımızı kaybetmeden beraber olabilmeyi başarabilecek miyiz?
Birbirimizin hayatındaki rolümüz ne olacak?
O bana neler öğretecek, o benden neler öğrenecek?
Birbirimizi acıyla mı, yoksa sevgiyle mi işleyeceğiz?
Neler takılıp kalacak benliklerimize bizlerden?
Ne kadar cesur olabileceğiz?
Onunla herşeyi hiç sakınmadan, eksiksiz, dibine kadar yaşayabilecek miyiz?
Sahte repliklere hiç ihtiyaç duymadan, sadece içimizden gelenleri konuşabilecek miyiz?
Söyle bana hayat.
Biraz ondan bahset bana.

05 Aralık 2008
Haşim A.

Bugün stressssliyim...

Şu haline bir bak!
Yine strese girip ne hale çevirmişsin kendini.
Sana bir şey sorabilir miyim?
Seni bu hale getiren şey, olmuş olan mı?
Yoksa senin olmasını beklediklerin mi?
Söyler misin? Şu an düşündüklerin, gerçek mi?
Yoksa gerçek olan, senin olumsuz beklentilerini gerçekmiş gibi yaşamak istemen mi?
En baştan onun üzerine peşin,peşin “Biliyorum, bundan iyi bir şey çıkmayacak” etiketini yapıştırmayı tercih etmen mi?
Bu şeklinin düşünmenin, seni her seferinde yaşadığın andan kopartarak geleceğin çarpık yansımasının içine soktuğunun aslında sen de farkındasın değil mi?
İçinde barındırdığın bu olumsuz düşüncelerin her zaman doğru çıkmadığını bilinçli olarak kabul etmenin vakti hala gelmedi mi?
Bugün de streslisin öyle mi!
Peki sence bu kimin seçimi?

05 Aralık 2008
Haşim A.

4 Aralık 2008

İstemek yeter genelde, bazen ise yetmiyor...

Daha önce hiç gelmediğim, ama gördüğüm anda kısa süreli bir dejavu yaşadığım, eski bir ahşap kapının önünde duruyorum. Yolumun beni buraya nasıl ve niçin getirdiğini hiç bilemeden. Bu kapıyı açıp, içeri girmek için içimde sebebini bilmediğim ve bastıramadığım çok yoğun bir arzu var. Kısa süreli bir tereddütten sonra, kapının kulbunu yavaşça çevirip içeriye giriyorum. İçeriyi girmemle birlikte, sadece sahaflar çarşısındaki bazı dükkanlarda alabildiğim o eski kitap kokusu çalınıyor burnuma. İçerisi loş ve son derece sessiz. İlerilere doğru bakınca, bir kapının aralığından sızan cılız bir ışık fark ediyorum. Yavaş yavaş o ışığa doğru yürümeye başlıyorum. Aralık kapıdan içeriye doğru baktığımda ise, üzerinde tek bir ampul bulunan kare bir masa ve bu masanın etrafına oturmuş, kendi aralarında sohbet eden dört kişiyi görüyorum. Dikkatli bakınca onları tanıdığımı fark ediyorum. Evet, evet onları kesinlikle tanıyorum. Hemen merakla, ne konuştuklarına kulak kabartıyorum.

O anda Türkiye’nin ilk yaşam koçu Dost Can Deniz’in konuşuyor. “Bence” diyor. “Enerjimizi bize çaktırmadan çalan üç tane önemli enerji hırsızı var.Bu hırsızların ikisi tamamlanmamışlıklarımız ve ertelediklerimiz. Diğeri ise toleranslarımız. Bizler yapmak zorunda olduğumuz şeyleri erteleyip, tamamlamadıkça onlar enerjimizi çalmaya devam ederler.”

Onun ardından, “Öğretmenim Mori’yle Salı buluşmaları” nın yazarı Mitch Albom söze giriyor. “Size hiç zıtların geriliminden söz etmiş miydim ben. Hayat bir dizi ileri ve geri çekilmekten ibaret. Sen bir şey yapmak istersin ama başka bir şey yapman gerekmektedir. Bir şey seni üzer ama üzülmemen gerektiğini bilirsin. Zıtların gerilimi bir lastik bandı çekmek gibidir ve çoğumuz bunun tam ortasında bir yerde yaşarız.”

Onların bu sözleri, “Anne neden ben?” isimli ilk kitabında, nasıl kör ve sağır olduğunu anlatan Murat Kefeli’yi biraz buruk bir şekilde gülümsetiyor. “Dünyada en kötü şeyin ne olduğunu sorsalar bana, “Yapabileceğini bildiğin halde yapamadıklarının listesini okumak” derim herhalde diyor ve devam ediyor. “İstemek yeter genelde, bazen ise yetmiyor. İsteseniz de yapamayacağınız bir sürü şeyin arkasından bakmak yerine, yapabildiklerinizi önünüze koymak en akıllıcası.”

Elini sevgiyle onun elinin üzerine koyan, “Ölmeden önce keşfetmeniz gereken 5 sır” ın yazarı Dr. John Izzo, “Biliyor musun?” diyor.“Bir çok yaşlı kişi için hayatın sonundaki en büyük pişmanlığın yapmadıkları bir şey veya hiç şans vermedikleri bir şey olduğunu keşfettim. İnsanlar yaptıkları şeyden daha fazla yapmadıklarından pişman oluyorlar.“

Tam kendimi, kapı aralığından gizlice izlediğim bu keyifli sohbete kaptırmışken, arkadan omuzuma dokunan bir el ile birlikte ürperiyorum. Yavaşça arkama dönüp baktığımda, karşımda “Ferrari’sini satan bilge” nin yazarı Robin S. Sharma duruyor. Gülümsüyor bana ve diyor ki, “Yaşamına zenginlik katacak olan, senin kitaplardan çıkardıkların değil, kitapların sonunda yaşamını değiştirecek biçimde sende ortaya çıkacaklardır. Kitaplar sana aslında yeni bir şey öğretmez. Zaten senin içinde olanları görmene yardım eder. Aydınlanma budur. Tüm seyahatlerim ve keşiflerimden sonra anladım ki tam bir daire çizerek genç bir çocuk olarak başladığım noktaya dönmüşüm. Ancak şimdi kendimi tanıyorum, ne olduğumu ve ne olabileceğimi biliyorum.”

Tam ona sormak istediğim sorular beynime hücum ederken, çalan saatim beni bu harika düşten uyandırıyor. Yatağımdan, hazırlanmak için kalkarken, hemen başucumda bu beş kitabında yer aldığı rafa bakıp keyifle gülümsüyorum....

03 Aralık 2008
Haşim Arıkan

1 Aralık 2008

Otobüsün içindeki son beş kişiydiler...

Son durağa doğru yaklaşan otobüsün içindeki son beş kişiydiler. Otobüsleri hergünkü gibi sıkışmış olan İstanbul trafiğinde adım adım ilerlerken, onlar kendi hallerinde, kendi düşünceleri içinde yüzmekteydiler.

Orta kapının tam karsısındaki koltukta oturan siyah tayyörlü kadının gözü kaldırımda annesiyle tartışan genç çocuktaydı. Biraz buruk bir şekilde gülümsedi. “Üzgünüm senin için” dedi içinden. “Maalesef düzen böyle! Sen ne kadar kızsan da, sinirlensen de. Herkes senin için neyin iyi olduğunu, neyi yapman gerektiğini söyleyecek sana. Senin kendi yanıtlarını bulabilmen için inatla sana fırsat, şans tanımayacaklar. Kendi doğrularına inanman için seni hergün daha çok zorlayacaklar. Bir müddet sonra senin de ehlileşme sürecin başarıyla tamamlanmış olacak. Ve onlar seni başarıyla ehlileştirdikleri için kendileriyle gurur duyacaklar.”

Orta kapının hemen yanındaki tek kişilik koltukta oturan kısa kızıl saçlı genç kadın elindeki telefona az önce gelen “Seni seviyorum” yazan mesajı okuyunca büyük bir mutlulukla gözlerini kapadı. Onu düşündü. O gerçekten farklıydı. Evet evet o kesinlikle farklıydı. Onunla tanıştıktan sonra hayatı bambaşka bir hal almıştı. O sanki taşkın bir ırmaktı. Bu güne kadar öğrendiği, bildiği her ne varsa, bugüne kadar içinde taşıdığı tüm endişeleri, korkuları, güvensizlikleri çamurlu bir toprak yığını gibi önüne katıyor, onları sürükleyip yok ediyordu. Onun her geçen gün varlığına biraz daha egemen olduğunu hissediyordu. Çok mutluydu! Hem de çok.

Onun tam karşısındaki uzun saçlı genç delikanlı ise kulağındaki ipod’da çalan müziğe göre sağ ayağı ve ona vurduğu sağ eliyle hafif hafif ritm tutuyordu. Neşeli bir halde başını göğe doğru kaldırdı. Pırıl pırıl görünen masmavi gökyüzüne doğru gülümseyerek baktı. Birden babasının geçen gün ona sorduğu soruyu hatırladı. Gökyüzünün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmaya gerek var mıydı?

Şoförün tam arkasındaki koltukta oturan lacivert takım elbiseli adam titreşime aldığı telefonu sık sık çalmasına rağmen onu açmamakta kesin kararlı görünüyordu. O arıyordu. Açarsa ona ne söyleyeceğini henüz kendisi de bilmiyordu. Ama bildiği bir şey vardı ki; içindeki gün geçtikçe artan yabancılaşma duygusu nedeniyle kendini artık bir yabancının hayatına sinsice girmiş bir hırsız gibi hissediyordu. Artık onun hayatından, ne bir şey çalmak, ne de bir yere dokunmak istiyordu.

En arka koltukta oturan beyaz saçlı gözlüklü yaşlı adam ise elindeki kalın kitaba kendini iyice kaptırmıştı. “Bilemiyorum. Ama onları yirmi yıldır seyrediyorum ve değişikliği de fark ediyorum. Buradan telaşla geçerlerdi. Seyretmesi harikaydı. Nereye gittiğini bilen, oraya varmak için acele eden insanların telaşıydı o. Şimdi de acele ediyorlar, ama korktukları için. Onları güden şey amaç değil, korku. Hiç bir yere gitmiyorlar. Yalnızca kaçıyorlar. Neden kaçıp kurtulmak istediklerini bildiklerini de pek sanmıyorum. Birbirlerine bakmıyorlar. Geçerken birbirlerine değince irkiliyorlar. Birbirlerine gülümsüyorlar ama çirkin bir gülümseme biçimi. Neşe değil, yalvarma gibi. Dünyaya neler oluyor anlamıyorum..” (1) Araba durunca başını kitabından kaldırdı. Otobüs artık son durağa varmıştı. Dışarıdaki insan kalabalığına doğru baktı. Onları güden şeyin amaç mı yoksa korku mu olduğunu anlamaya çalıştı.

01 Aralık 2008
Haşim A.


(1) Ayn Rand - Atlas Silkindi