23 Ağustos 2009

Gözlerin kapalıyken bunu nasıl görebiliyorsun?

Gözlerini gülümseyerek kapattı ve parmaklarını yavaş yavaş onun yüzünde dolaştırmaya başladı, yüzündeki o içten gelen, istese de önleyemeyeceği kocaman sevgi ifadesiyle.

“Biliyor musun?” dedi. “Çok güzel ve özel bir yüzün var senin.”

Gözlerin kapalıyken bunu nasıl görebiliyorsun.” diye sordu annesine, meraklı bakışlarını yönelterek.

“Bunu parmaklarımla hissedebiliyorum." diye cevap verdi annesi ona. Çok kısa bir süre sustuktan sonra, bu sefer o yöneltti sorusunu küçük kızına. "Sence parmaklarımla bunu hissedemeseydim, onlar yine benim parmaklarım olur muydu?”

Olurdu tabi ki.

“Peki gözlerim seni güzelliğini görmese, kulaklarım senin o güzel sesini duymasa, yine göz, kulak olurlar mıydı?”

Tabi ki olurlardı ama, o zaman hiç bir işe yaramazlardı.

“Çok doğru. O zaman hiç bir işe yaramazlardı... Çünkü bir amaçları olmazdı onların o zaman. Aynı vücudumuzun, ruhumuz olmadığında olacağı gibi.

Vücudumuz bize ne olduğumuzu, ruhumuz ise kim olduğumuzu gösterir. Ruhumuz bizim var olmamızı, bir amacımızın olmasını sağlar.

Hani geçen gün sormuştun ya bana vücudumuzla ruhumuzun ne farkı var diye. Farkları budur işte. Şimdi anladın mı bakalım?....”

Ben işe yetişmek için onların tam karşısındaki banktan sessizce kalkarken. Anne ve küçük kızın, bu harika sohbeti aynı güzellikte devam ediyordu...

23 Ağustos 2009


18 Ağustos 2009

Keşke bugün...

Keşke gün, bugün biraz daha sakin başlayabilseydi.
İçinde hiç bir direnç baş veremese, her şey uyum içinde, tam ve bütün olabilseydi.
Nedenlere, niçinlere, nasıllara bulaşamasaydı beynim.
Olması gereken-olan, arzulanan-katlanılan gibi ikilemlere kafa yoramasaydı.

Keşke bugün...
Sadece hayatın sesi çalınsaydı kulağıma.
Sadece hayatın coşkusu karışsaydı ruhuma.
Sadece hayatın içinden gelen hareketler yansısaydı gözlerime.

Vapurun arka tarafında köpüren denizin sesine, hırçınlığımın yerine martıların sesleri eşlik edebilseydi.
Sokakta oynayan çocukların neşesi, yanlarından geçerken içimdeki öfkeyi yok edebilseydi.
Güneşin sıcaklığı içimdeki pişmanlığı eritip, yüreğimi ısıtabilseydi.

Keşke bir sürpriz yapabilseydi bugün hayat bana.
Bana hiç fikrimi sormadan, beni alıp kendi istediği bambaşka yerlere götürebilseydi.
Bütünün sadece küçücük bir parçası olduğumu bana hissettirebilseydi.

Ruhum onun bana verdiklerini sukünetle kabul edebilseydi.
Gün, bugün, başlayabilseydi gibi sakince sona erebilseydi.

Keşke ruhum, yaşamın, sıradışı canlılık ve güzelliğiyle her zamanki gibi yanıbaşımdan akıp gitmesine bugün izin vermeseydi.
Beni bir kez daha biriktirdiklerime mahkum etmeseydi.

18 Ağustos 2009


16 Ağustos 2009

Kime hangi rolün verildiğini, kim tahmin edebilir?

Neden bu kadar mutsuzum?
Yada mutluyum da, mutluluğumun mu bir türlü farkına varamıyorum?
Nedir ki mutluluk denilen şey?
Bir duygu mu?
Yoksa bir düşünce şekli mi?

Bir insan olarak en çok hatayı acaba nerede yapıyorum?
Kendimle gerçek iletişime geçmekte neden bu kadar çok zorlanıyorum?
Neden merak ettiğim soruların cevabını bir türlü kendime soramıyorum?
Neden bu kadar çok kaçıyorum ki kendimden?

Sürekli karşılaştırıyorum herşeyi.
Sürekli yargılıyorum.
Kendimi sanki bir yarışın içindeymişim gibi hissediyorum.
Bağımlıyım hep birilerine, bir şeylere?

Onları benden farklı yapan ne?
Neden kendimden çok, başkalarını önemsiyor, onların düşüncelerine değer veriyorum?

Hepimiz içine sıkıştığımız bu bedenlerde kendi hikayemizi yaratmaya çalışmıyor muyuz?
Hepimiz farklı bedenlerin içinde olsakta hep aynı mücadeleyi vermiyor muyuz?
Hepimizin amacı, mutlu bir hayat yaşamak, bir şeyleri paylaşmak, hayatın ve kendimizin farkına varmak değil mi?

Peki;
Kim doğru, kim yanlış!
Kim haklı, kim haksız!
Kim rolünün hakkını veriyor?
Kim rolünü abartıyor?
Kim elinden gelenin en iyisini yapmıyor?
Bütün bunları kim bilebilir ki?
Bunlarla ilgili en son sözü kim söyleyebilir?

Kime hangi rolün verildiğini, kim tahmin edebilir?

Neden herşeyi bu kadar çok sorguluyor beynim?
Neden düşünmeme engel olamıyorum?
Neden kendimi sürekli düşüncelerime kaptırıp, yaşadığım anın farkındalığından uzaklaşıp, anın tadını çıkartamıyorum?
Bedenim andayken, ben hep düşüncelerin peşinde sürükleniyorum.

Peki ya düşüncelerim!
Düşündüklerimin hepsi ben miyim?
Onların hepsine inanıp, kabul mü etmeliyim?
Yoksa önce düşüncelerimle sağlıklı bir ilişki kurabilmeyi mi denemeliyim?
Onları sorgusuzca kabul etmek yerine, onları sessizce dinlemeyi, önce onları izlemeyi mi öğrenmeliyim?

Peki bütün bunları sorgulayan kim?
Sorgulanan kim?
Neden ikisini bir türlü birleştiremiyorum?
İkisini birbirinden ayırıyorum.
Kendimi gözlemeye çalışmak yerine, düşüncelerimi askıya alıp yaşadığım an'a odaklanamıyorum?
Yoksa içimdeki çatışmaları bu yüzden mi yaşıyorum?

Sanırım hala bir hiçim, hala hiç bir şey bilmiyorum!
Hala düşe kalka öğrenmeye çalışıyorum.
Çoğu zaman tam öğrendim derken, yanıldığımı anlıyorum.

16 Ağustos 2009
Haşim Arıkan

Fotograf: Munich

12 Ağustos 2009

Sence sebep hangisi?


Düşündün mü hiç?
Okumak için hangi yazarları,  kimlerin yazıları, kitaplarını tercih ediyorsun?
En çok kimlerle sohbet etmek keyif veriyor sana?
Kimlerin söylediklerini önemsiyorsun?
Kimlerin düşünceleri daha değerli senin için?

Düşündün mü hiç bunların nedenini?
Neden özellikle onları tercih ettiğini?
Neden onların düşüncelerine, söylediklerine daha çok değer verdiğini?

Sence sebep hangisi?
Düşünceleri ile hep senin düşüncelerini onayladıkları, fikirleri ile hep senin zihnindeki mevcut fikirleri destekledikleri için mi?
Yoksa, düşünceleri ile beyninde yeni ufuklar, yeni pencereler açtıkları, hayata, yaşadıklarına farklı açılardan da bakabilmene yardım ettikleri için mi?

Onları okuduğunda, dinlediğinde beyninde kalan tortu hangisi?
Senin daha önceden inandığın, zihninde kayıtlı düşünceler mi?
Yoksa yepyeni fikirler, beynine temiz bir havadan, farklı bir soluk getiren yepyeni düşünceler mi?

Düşündün mü hiç?
Zihnin acaba ne kadar özgür?
Zihnin hangi düşüncelerin esiri?

Yeni düşünceleri keşfetmek için, zihnin ne kadar istekli, ne kadar hevesli?

Biliyor musun?
İnsanı hayatı boyunca en çok zorlayan şeylerden biri;

Kendi düşüncelerine esir düşmesi...
Sımsıkıya bağlı kaldığı o düşüncelerin, aslında onu sımsıkı bağlayan zincirler olduğunu fark edememesi...
Tutarlı olmayı, her zaman esas gerçekleri görmek için çabalamaya tercih etmesi...


12 Ağustos 2009
Haşim Arıkan

4 Ağustos 2009

Herkes gibi sen de, ne tam günahkar ne de tamamen günahsız olacaksın...

Düşündün mü hiç?
Hayata geliş nedenini?
Hangi yolları izlemek, hangi işleri yapmak, kimlerin hayatına dokunmak, hangi acıları çekmek, sevginle, nelerin anlamını çoğaltmak için seçildiğini.

Sen de biliyorsun.
Yürüdüğün yollar her zaman kısa, her zaman kolay olmayacak.
Mutlu bir hedefe ulaşamayan yollar, seni hep daha fazla yoracak.

Senin gibi herkes de sana, sadece kendinde olanı verebilecek.
Herkes gibi, sen de insan olmanın bütün hallerini taşıyacaksın.
Herkes gibi, sen de ne tam günahkar ne de tamamen günahsız olacaksın.

Senin de korkuların olacak.
Sen de onları yenmek için sürekli onlarla mücadele edeceksin.
Gün gelecek, sen de yenişlerin asla bir sonu olmadığını, anlayışın bir son olduğunu fark edeceksin.

Mutlulukların da, ancak katlanabildiğin acıların kadar olacak.
Birini red etmeye kalktığında, ötekinin de yok olduğunu keşfedeceksin.
Sen de bir gün, hayatın gerçek tadına, bütün zıtlıkları bir bütün olarak kabul edip, onların mükemmel dengesini yakalayabildiğinde ulaşabildiğini fark edeceksin.

Gün gelecek kendini böyle düşüncelere kaptıracaksın.
Gün gelecek hayalinde canlanan görüntülere takılacak gözlerin.
Gün gelecek yaşamının öyküsüne kulak kabartacaksın.

Herkes gibi bir gün sen de yolun sonuna ulaşacaksın.
Senden başka hiç kimse yürüdüğün bu yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu anlamayacak.

04 Ağustos 2009
Haşim Arıkan

Fotograf: Never let me go

2 Ağustos 2009

Aslında sadece, olan bitene kendi içinde bir tepki veriyorsun...

Düşüncelerinle yaşamını nasıl etkilediğini fark etmeden, yaşamaya devam ediyorsun...
Kendine bakıpta göremeden, duyupta işitmeden...
Hep aynı düşüncelerin hapsinde, yaşamı sürekli tekrar ederken...

Yaşadıklarını tanımladığın o düşüncelerin, sadece geçmişle sınırlı olduğunu gözardı ederek herşeyi yargılıyor, tartıyor, karşılaştırıyorsun.

Peki ya gerçek!
Sence gerçek denilen şey hangisi?
Birşeyi ilk defa yaşadığında, içinde düşünce enerjin olmadan hissettiğin o ilk tanımsız duyusal an mı?
Düşüncelerinin ona bir anlam yüklediği zaman mı?

Sence, korkularını, endişelerini yaratan, sana hayatı sürekli frene basarak, eksik, yarım yaşatan hangisi?
Yaşadıkların mı?
Düşüncelerinin yaşadıklarına yüklediği o anlamlar mı?

Düşündün mü hiç?
Acaba hayatı ne kadar gerçek, ne kadar duyusal yaşayabiliyorsun?
Yaşayacaklarına ne kadar önyargısız, beklentisiz, bir sonuca ihtiyaç duymadan, birşeyler için çabalamadan yaklaşabiliyorsun?
Unutman gereken neleri, sürekli hatırlıyor?
Hatırlaman gereken neleri, sürekli unutuyorsun?

Farkında mısın?
Sen ancak düşüncelerin kadar özgürsün.
Kendine, hayatın sadece düşünebildiğin kadarını yaşatıyorsun.

Yaşamak, derken de...
Hayat her zaman senden, yaşanana dair senin cevabını beklese de.
Sen sadece, dünün duygu ve düşünceleriyle olan bitene kendi içinde bir tepki veriyorsun...

01 Ağustos 2009
Haşim Arıkan

Fotograf: A Beautiful Mind