21 Nisan 2007

Gerçekten hazır mısınız?

Mel Gibson’ın başrolünü oynadığı “What Women Want – Kadınlar ne ister?” isimli filmini seyredenler el kaldırsın lütfen. Hani bekar bir reklamcıydı Mel Gibson, Darcy adında bir kadınla (Helen Hunt) çalışması gerektiği için kadınların nasıl düşündüğünü ve neleri sevdiklerini anlamasını sağlayacak bir testten geçiyordu. Bu sırada ufak bir kaza geçirip, ertesi sabah uyandığında çok ilginç bir özelliğe, “kadınların ne düşündüğünü anlama yeteneği” ‘ne sahip olduğunu fark ediyordu.

Sıkı durun şimdi size bununla ilgili bomba gibi bir haberim var! Bilim adamlarının uzun süren çalışmaları sonucu, bu iş için gerekli iksir bulunmuş. Tahmin ettiğiniz gibi bulunan bu iksiri içtiğiniz zaman aynı Mel Gibson gibi – hatta daha da ötesi, cinsiyet gözetmeksizin tüm- insanların sizinle ilgili ne düşündüğünü anlayabiliyorsunuz. Ama bu iksirin artı bir özelliği daha var. Bu iksir çift taraflı etki ediyor. Yani, bu iksiri içtiğinizde çevrenizdeki tüm insanlar da sizin onlarla ilgili düşüncelerinizi anlayabiliyor. Evet ne düşünüyorsunuz? Yoksa hazırlıksız mı yakalandınız bu fikre? İnanmıyorum! istemiyor musunuz?

Can Dündar’ın;

Hiç düşündünüz mü orjinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç farklı hayatı birarada yaşadığınızın farkında mısınız?
İstemeden yaptıklarınız isteyip yapamadıklarınız, gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı farkediyor musunuz?

diye başlayıp ,

Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz...?
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz...?

diye bitirdiği, hani hepimizin o çok beğendiği yazısını hatırlayın isterseniz.

Ya da Ahmet Altan’ın yine çok beğendiğimiz;

Ne kadarınız gerçek sizin, kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki kilitler altında sakladığınız gerçek duygularınızla, gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor hayatınıza, söylenmeyen neler var kuytularda, hani kendinizden bile sakladığınız, bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıpda ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz içinizde...??? Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri? Sevip de söyleyemediğiniz, özleyip de açıklayamadığınız ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize gömdüğünüz oluyor mu, korkaklıklar var mı, kalleşlikler var mı…………………

diye başlayıp,

ne kadarınız gerçek sizin?
ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

diye sorular sorarak devam ettiği “kırkıncı oda” isimli muhteşem yazısını hatırlayın।

Hadi, çok beğenmemiş miydiniz bu yazıları? İşte size fırsat. Daha ne düşünüyorsunuz. Size o hep şikayet ettiğimiz maskelerden artık kurtulacaksınız diyorum. Artık herkesin yüzündeki maskeler düşecek, herkesin aklındaki tüm düşünceler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacak diyorum. Hadiiiiii.

• Hazır mısınız? Gerçekten de o çok şikayet ettiğiniz ama yanınızdan da eksik etmediğiniz maskelerinizi artık çıkarmaya? Herşeyle, herkesle yüzleşmeye.
• Hazır mısınız? Tüm kaygılarınızı, korkularınızı, öfkenizi, nefretinizi, acılarınızı, endişenizi, güvensizliklerinizi, kıskançlıklarınızı, kısacası bugüne kadar içinizde yaşadığınız tüm olumsuz duygularınızı, hiç gizlemeden, herkesle açık, açık paylaşmaya. Karşınızdakilerin şimdiye kadar hiç bilmediğiniz bu duygularına saygılı olmaya.
• Hazır mısınız? Bugüne kadar yalnız yaşadığınız duygusal med-cezirlerinizi, artık ilgili kişilerle ve tüm çıplaklığıyla, hiç gizlemeden uluorta yaşamaya. O acımasız düşüncelerinizi önce karşınızdakilere bir ok gibi saplayıp, sonra deliler gibi pişman olmaya.
• Hazır mısınız? Bugüne kadar en kuytularınızda herkesten -bazen kendinizden bile- sakladığınız sırlarınızı paylaşmaya. En kuytularınızı gün ışığına çıkarmaya. Artık gizli duygularınızı saklayacağınız gün ışığı alamayan hiç bir yer bırakmamaya.
• Hazır mısınız? O çok sevdiğiniz insanlardan, hiç beklemediğiniz anlarda, hiç beklemediğiniz şeyler duymaya? O çok sevdiğiniz insanlara –beyninizde zaman zaman yeşeren o yabani- düşüncelerinizle hiç beklemedikleri anlarda büyük düş kırıklıkları yaşatmaya?
• Hazır mısınız? Platonik aşklarınızı artık aleni yaşamaya, her kim olursa olsun sizinle ilgili yaşanan platonik aşklara da saygılı olmaya.
• Hazır mısınız? Şu an hani o hiç önem vermediğiniz insanların, sizinle ilgili hiç bilemediğiniz düşüncelerini öğrendiğinizde de, onlara ve o düşüncelerine duyarsız kalmaya. Onlara hiç kırılmadan, gülüp umursamamaya? Hani o tanımadığınız insanlarla ilgili sizin de sahip olduğunuz düşüncelerinizi tüm çıplaklığıyla, onlarla paylaşmaya.
• Hazır mısınız? İş hayatınızda birlikte çalışmak zorunda olduğunuz insanlarla ilgili tüm düşüncelerinizi bütün çıplaklığıyla paylaşmaya. Yine onların sizinle ilgili bütün düşüncelerini de tüm çıplaklığıyla öğrenmeye, o düşünceleri kabul etmeye.
• Hazır mısınız? Bencil insanların sizinle ilgili acımasız düşüncelerine anlayışlı olmaya. Duygusal insanları düşüncelerinizle -istemedende olsa- bunalımlara sokmaya. Sonrada bunları hiç umursamamaya.
• Hazır mısınız? Duygusal olarak çırılçıplak, gururla ve onurla hayatta var olabilmeye? Kimseyi yıkmadan, hiç bir şeyden yıkılmadan yaşayabilmeye.
• Hazır mısınız?................................................................

• Gerçekten hazır mısınız? Artık tüm düşüncelerinizi özenle seçebilmeye. Hem maskesiz, hem mutlu, hemde özgürce, dilediğince yaşayabilmeye. Herkese ve herşeye pozitif bakabilmeye. Herşeyi bütün çıplaklığı ile görüp yine de kim olursan ol gel diyebilmeye. Kim olursa olsun kalbinizdeki sevgiden ona da bir parça verebilmeye. İnsanları günahları ve sevaplarıyla, doğruları ve yanlışlarıyla, oldukları gibi kabullenebilmeye. Onları koşulsuz bir sevgiyle, her daim sevebilmeye.

Eğer hazır değilseniz, var mısınız ne zaman hazır olacağınız üzerine biraz düşünmeye……………

20 Nisan 2007
Haşim A.

13 Nisan 2007

Her sabah, içimde canlanan arsız çocukluğum ve keyifli sahil yolculuğum

Çekmeköy taraflarında oturduğum için sabahları işe giderken Fatih Sultan Mehmet köprüsünü tercih ederim. Hem kısa bir süreliğine de olsa o güzelim boğazı görebilmek, hemde daha az trafiğe yakalanmak amacıyla da, kendimi her sabah köprüyü geçer geçmez sağdaki ilk çıkıştan -Küçük Armutlu'dan- aşağıya, hemen sahil yoluna atarım. Atmasına atarım da, özellikle bahar mevsimlerinde, istinyeye kadar devam eden bu keyifli yolculuğumda, kendimi istekleri hiç bitmeyen arsız küçük çocuklara benzetirim.

Önce oltaları ellerinde, arkalarındaki yoldan vızır vızır geçen araçların içinde bir yerlere yetişme çabası içinde olan insanların aksine, son derece sakin bir şekilde balık tutanlara bakar gıpta ederim. Bende onlar gibi yanıma –balık tutmayı çok seven- canım oğlumu alıp, onunla birlikte telaşsız ve gailesiz ellerimizde oltalarımız birlikte keyifle balık tutmak isterim.

Kafamı sola çevirdiğimde, bu sefer eski ahşap panjurları ile iki katlı müstakil evlere takılır gözüm. O an yüzleri cama dönük koltuklarda aşkımla karşılıklı oturup, ortamızdaki sehpanın üzerinde ince belli cam bardaklarda tavşan kanı yeni demlenmiş çayımız, yanında fırından yeni aldığım sıcacık sokak simitlerimiz ve tam yağlı nefis beyaz peynirimizle, boğazın o eşsiz manzarasına bakarak bir yandan kahvaltı etmek, bir yandan sohbet etmek isterim.
Önündeki trafik lambasında kırmızıya yakalandığımda sol tarafımda Mehtap Cafe’yi görünce, bu sefer yıllanmış ağaçların altındaki bir masaya ailecek kurulup, önümüzdeki küçük sahanlardaki yeni pişmiş menemenlerimizi, tazecik ekmeklerimizden kopardığımız parçaları içine bandıra bandıra yemek, bir yandan aida bardaklarda taze demli çaylarımızı yudumlarken bir yandan da yanımızda getirdiğimiz gazetelerimizi telaşsız sakin, sakin okumak isterim.

Emirgan’a geldiğimde, sahilde elele yürüyen çiftlere kayar bu sefer gözüm. Aşkımla elele tutuşup sahilden Emirgan’a kadar yürümek, yavaş yavaş kendini gösteren güneşin sıcaklığını iliklerimde hissetmek, Emirgan parkındaki renk-renk, çeşit-çeşit yüzlerce laleyi görüp biraz olsun keyiflenmek isterim.
İstinye’ye geldiğimde sona erer artık içimde her sabah yeniden canlanan her gördüğünü isteyen arsız küçük çocukluğum ve sahil yolunda yaptığım bu çok kısa ama çok keyifli yolculuğum. Vururum İstinye yokuşundan yukarıya doğru kendimi. Basarım tekrar gaz pedalına. Vardığımda Maslak’ın o göğe doğru uzanan, yeşile hasret kalmış beton bloklarına, bende karışırım hemen, maslakta yaşayan o meşhur, zavallı plaza insanlarının arasına.

13 Nisan 2007
Haşim A.

Siparişinizi alabilir miyim?

- Siparişinizi alabilir miyim?

- Arkanıza bakmayın hiç, ben sizi kasdetmiştim. Sizi sizi yani şu an bu blogu okumakta olan kişiyi. Ne o şaşırdınız mı yoksa? Bence hiç şaşırmayın. Bu yeni bir durum değil ki. Sadece ilk defa sizinle konuşma fırsatı bulduk. Yoksa ben doğdunuz günden beri sizinle birlikteyim ve doğduğunuzdan günden beridir bu işi yapıyorum. Kısacası daha önceki yıllarda da sizden sipariş bekliyordum. Bundan sonraki yıllarda da yine her zaman siparişlerinizi bekliyor olacağım.

- Ne siparişi mi? Bu tamamen size kalmış. Ne isterseniz. Maddi-manevi, büyük-küçük, ucuz-pahalı ne istiyorsanız? Hatta bu konuda evreni bir katalog olarak düşünerek, mimarı olduğunuz hayatınız için bu katalogdan neyi istiyorsanız hiç çekinmeden seçebilirsiniz. Tek bir sınırlama var o da sadece kendiniz için bir şey sipariş edebilirsiniz.

- Ben kim miyim? Benim tek bir adım yok. Herkes bana nasıl istiyorsa öyle hitap eder. Mesela Paulo Coelho bana “evren” derdi. Siz de istediğiniz isimle bana hitap edebilirsiniz.

- Neden mi bunu yapıyorum? Çünkü bu benim asli görevim. Ayrıca inanır mısınız, bu işi yapmaktan, siparişlerinizi size teslim etmekten inanılmaz bir keyif alıyorum. Bunun içinde heran, her saniye hazır olarak bekliyorum. Sizlerin yürekten istediğiniz herşeyi hemen bir sipariş kabul edip bunun gerçekleşmesi için acilen harekete geçiyorum. Siz onu yürekten istemeye ve onunla aynı frekansta kalmaya devam ettiğiniz müddetçe de onun gerçekleşmesi için var gücümle çalışıyorum.

- İsteğinizle aynı frekansta olduğunuzu nasıl mı anlayacaksınız? İnanın ki bu çok kolay. Bu konuda size küçük bir sır vereyim. Bunun için bir şeyi istediğiniz andaki duygularınızı bakın. Kendinizi harika hissediyorsanız kesinlikle isteğiniz ile aynı frekanstasınız demektir. Eğer korku, endişe ve umutsuzluk hissediyorsanız sizin için çok üzgünüm çünkü bu durum kesinlikle isteğiniz ile aynı frekansta değilsiniz demektir.

- İsteğinizin gerçekleşme tarihini mi soruyorsunuz? Bu konu tamamen sizin elinizde. Bu sizin ona ne kadar çok istediğinize, onunla sürekli aynı frekansta kalıp, kalmadığınıza, onu ne kadar çok düşünüp, körükleyerek kendinize çektiğinize bağlı olarak değişiyor. Eğer çabuk gerçekleşsin istiyorsanız onu uzun uzun, hergün, fırsat buldukça hayal edin. Bunları hergün fırsat buldukça yineleyin. Her gün onu tekrar isteyin. Satın alabileceğiniz bir şeyse onu satın alacakmışınız gibi gidin onu inceleyin hatta satıcı ile pazarlık bile edin. Bu arada önemli bir noktayı size aktarmam gerekiyor. Eğer isteğiniz ile ilgili olumsuz düşüncelere kapılır, tereddüte düşerseniz bu siparişiniz otomatik olarak düşüyor. Çünkü benim bu siparişinizin gerçekleşmesi için çalışmaya devam edebilmem için sizin de onu istemeye, onu kabul etmeye devam etmeniz gerekiyor. Benim için inanın hep sizin en son düşünceleriniz önemli.

- İnanın sizi çok seviyorum. Sizlerin bana heyecan içinde, büyük bir keyifle verdiğiniz o çok değerli siparişlerinizi, tereddüte düşmeniz sonucu iptal etmekten bende nefret ediyorum. Her zaman, bana büyük bir keyifle verdiğiniz siparişlerinizi büyük bir keyifle sizlere teslim etmek istiyorum. Unutmayın, hayatta bugüne kadar başınıza ne gelirse gelsin, ne kadar genç ya da yaşlı olduğunuzu düşünüyor olursanız olun, hiç bir şey için kesinlikle gecikmiş değilsiniz. Bir istekte bulunurken kesinlikle bugüne kadarki gözlemlerinize göre karar vermeyin. Ben buyum demeyin. Kendinizi asla bugünkü mevcut durumunuza kilitlemeyin. Sınırsızca isteyin ve sipariş edin. Siz böyleydiniz ama bundan sonra böyle olmak zorunda değilsiniz.
Sevgili Paulo Coelho’nun dediği gibi gerçekten “ Bir şeyi yürekten istiyorsanız eğer, ben sizin bu isteğinizin gerçekleşmesi için büyük bir zevkle size yardımcı olmaya hazırım” inanın. Yeter ki siz isteğinizin bir gün gerçekleşeceğine dair inancınızı asla yitirmeyin.

10 Nisan 2007
Haşim A.

7 Nisan 2007

Fevkaladenin fevkinde bedbaht bir gün hakkında küçük bir öykü - Son Bölüm

- Son Bölüm -


Kapıyı açmamla birlikte bir anda donup kaldım.

Karşımda mum ışığıyla aydınlanmış enfes bir sofra ve elinde şarap kadehi ile kırmızılar içinde son derece seksi muhteşem bir kadın duruyordu. Fonda ise insanın bütün sinirini, stresini unufak eden enfes bir müzik çalıyordu.

Yaşadığım bu bedbaht gün ve evde ışığı göremeyince panikleyip eve kadar yaptığım bu inanılmaz depar sonrası nefes nefeseydim, ayakta durmakta artık zorlanıyordum. Evde karşılaştığım bu manzara sonrası saniyeler içinde bir tercih yapmak zorundaydım. Ya çok yorgun olduğumu aşkıma açıkça itiraf edecek, ondan biraz anlayış bekleyecek, istemeden de olsa onun ve benim için yaptığı bu süprizin tüm tadını kaçıracaktım. Sonrasında kendimi yatağa atacak, başarabilirsem sabaha kadar deliksiz bir uyku çekecektim. Ya da bugün tüm yaşadıklarımı unutacak, aşkımın bizim için hazırladığı bu muhteşem ortama ayak uyduracak, onunla bu gecenin keyfini dibine kadar çıkartacaktım. Beynim çok yorgunsun ayakta zor duruyorsun git bir an önce yat uyu derken, yüreğim aşkımla birlikte, onun bizim için hazırladığı bu muhteşem ambiansın ve bu muhteşem gecenin tadını çıkarmamı söylüyordu. Her zaman yapmayı beceremesemde bu sefer yüreğimin sesini dinledim. Elimdeki çantayı yavaşça yere bırakıp, kapıyı sağ ayağımın tabanıyla adeta teperek itip kapattım. Müziğin ritmine uygun adımlarla ve son derece sexi bir edayla yavaş yavaş bana yaklaşan aşkımı belinden kavradığım gibi onu geriye doğru yatırırken, geride kalan koskoca onbeş yılın bile eskitemediği o büyük aşkın verdiği tutkuyla dudaklarımı önce boynuyla sonra yavaş yavaş dudaklarıyla buluşturdum. Teninde keyifli bir yolculuk yapan dudaklarım kulağına ulaştığında yavaşça fısıldadım.

- Seni çooookkkkkkk seviyorum.

Onun elleri ise arzulu bir şekilde benim vücudumda dolaşırken biraz evvel yorgunluktan kıvranan vücudumun adeta sarj olan bir pil gibi yavaş yavaş tekrar enerji ile dolduğunu hissettim.Kırmızıyı görünce çileden çıkan bir boğa gibi gitgide azdığımı hissediyordum.

- İyiki varsın , iyiki yanımdasın.

Aşkım hazırladığı nefis yemekleri getirmek için mutfağa yöneldiğinde, ben gün içinde kaybettiğim tüm enerjimin onun aşk dolu kollarında tekrar yerine gelmesinin verdiği büyük keyifle kadehlerimize şarap dolduruyorum. Bir yandan da düşünüyordum.

Hayat gerçektende bir kağıt oyunu gibiydi. Senin icad etmediğin, kurallarını senin koymadığın bir oyun. Eline gelen kağıtlarda da hiç bir kontrolünün olmadığı bir oyun. İyi oyuncuysan kağıdın kötüyken bile iyi oynayıp galip gelebildiğin, kötü oyuncuysan en iyi kağıtlarla bile kötü oynayıp kaybedebildiğin bir oyun. Oyunu iyi oynayıp oynayamadığını ise oyun sırasında yaptığın tercihler belirliyordu aslında.

Benim bu gece yaptığım doğru tercihin çok daha ötesinde, hayatımda yaptığım en doğru tercih aşkımı benimle bir ömür boyu birlikte olmaya ikna etmekti galiba.

6 Nisan 2007
Haşim A.

4 Nisan 2007

Bilmeden belki de hayatındaki en son fırsatı da tepersin.

Bazen insan ne kadar direnirse dirensin tükeniyor içinde birşeyler.
Aynı evi paylaşan, iki kişilik yanlızlıklara dönüşüyor ilişkiler.

Bunu görse de ondan vazgeçmeye bir türlü cesaret edemiyor insan.
Tanıdık, bildik olması, ona güven veriyor, bu yüzden de bir türlü ondan vazgeçip gidemiyor.
Aklına zaman zaman yeni olan gelip çöreklense de bir türlü cesaret edemiyor.
Bu yüzden de yanıbaşında hayatına girmek için sırasını bekleyeni hiç bir zaman göremiyor.
Bilmeden belki de hayatındaki en son fırsatı da tepiyor.

Kimimiz, gönül bağı, sadakat anlamlarını yüklüyor bu duruma.
Belkide, onu mutlu etmeyen, acı veren bu yaşadığını, kendince anlamlandırabilmek, kendini biraz olsun rahatlatabilmek adına.

İnmeye cesareti olmadığı için; yıllar önce bindiği bir otobüste, ona hiç keyif vermeyen bir manzarayı seyrede seyrede seyahatine devam ediyor.
Aklına zaman zaman bir sonra ki durakta inmek gelse de, buna bir türlü cesaret edemiyor.
Bu yüzden de, bir sonraki otobüsün onu istediği, hayal ettiği ilişkiye götürüp götüremeyeceğini hiç bir zaman bilemiyor.
Bilmeden belki de hayatındaki en son fırsatı da tepiyor.

Oysa herşey insanın hep önünde, onun seçimini bekliyor.
İnsan;
Ya kendini mutlu edebilme cesareti gösteriyor.
Ya da bilmeden belki de hayatında ki en son fırsatı da tepiyor.
Ya gerçekten mutluyum diyor.
Ya da, o da mutluluk oyununu oynuyor.

04 Nisan 2007
Haşim A.