Acaba kendimize
karşı ne kadar dürüstüz?
Kaçımız zayıf,
güçsüz olduğumuz yönlerimizi cesurca kabullenip, onları sahiplenebiliyoruz?
Kaçımız yaralarımızın, hassas noktalarımızın, ilişkilerimiz aracılığıyla farkına varıp, onları iyileştirmeye çalışıyoruz?
Oysa o yaralarımız, hassas noktalarımız değil mi, bizi diğer insanlara karşı duyusal ve tepkisel yapan?
İnsanların davranışlarını, yaşananları bize kişisel algılatan…
Esas hikaye konuştuklarımızda değil, sakla(n)dıklarımızda gizli!
Kabul etmeliyiz ki hiç birimiz hayata kendimizinkiyle sıfırdan başlamadık.
Var olan yaşamlara dahil olduk, hayata onlar üzerinden bağlandık, hayatı onlardan öğrendik, bazı duyguları onlardan devraldık.
Bize verdikleriyle, ver(e)medikleriyle, yaptıkları, yap(a)madıklarıyla, yaşadıklarımız, yaşa(ya) madıklarımızla belki de zayıf, güçsüz, eksik kaldık, yaralandık, hassaslaştık.
Aramızda bir türlü kurulamayan o duygusal bağın suçunu, çocuk aklımızla hep kendimizde aradık, sırf bu yüzden zihnimize kendimizle, hayatla ilgili doğru olmayan birçok kayıt attık.
Derken bir gün içimizdeki yetişkin çıktı karşımıza, bir türlü duyulmayan, görülmeyen o küçük çocuğu artık geride bırakıp hayata karışmak için hazırız sandık.
Farklı zamanlarda, farklı insanlarla bizi sürekli aynı sahnelere kilitleyen döngülerin, tekrarların, o küçük çocukla ilişkisini anlayamadık, sürekli kendimizi değiştirmek için çabaladık.
Değişmek değildi ihtiyacımız olan şey belki de!
İyileşmekti!
İçimizdeki büyüyemeyen o küçük çocuğa, yaşadığı
duygusal ihmalin kendisinden kaynaklanmadığını anlatabilmek, anılarını onunla
birlikte yeniden yazabilmekti.
Hikayelerimiz hep mutlu başlamasa da, mutluluğa çıkan yol daima kalan hikayedeydi.
Bizim, kalan kısmında hikayemizin pasif yazanı mı, aktif yazarı mı olmayı seçtiğimizdeydi…
Haşim Arıkan
Kaçımız yaralarımızın, hassas noktalarımızın, ilişkilerimiz aracılığıyla farkına varıp, onları iyileştirmeye çalışıyoruz?
Oysa o yaralarımız, hassas noktalarımız değil mi, bizi diğer insanlara karşı duyusal ve tepkisel yapan?
İnsanların davranışlarını, yaşananları bize kişisel algılatan…
Esas hikaye konuştuklarımızda değil, sakla(n)dıklarımızda gizli!
Kabul etmeliyiz ki hiç birimiz hayata kendimizinkiyle sıfırdan başlamadık.
Var olan yaşamlara dahil olduk, hayata onlar üzerinden bağlandık, hayatı onlardan öğrendik, bazı duyguları onlardan devraldık.
Bize verdikleriyle, ver(e)medikleriyle, yaptıkları, yap(a)madıklarıyla, yaşadıklarımız, yaşa(ya) madıklarımızla belki de zayıf, güçsüz, eksik kaldık, yaralandık, hassaslaştık.
Aramızda bir türlü kurulamayan o duygusal bağın suçunu, çocuk aklımızla hep kendimizde aradık, sırf bu yüzden zihnimize kendimizle, hayatla ilgili doğru olmayan birçok kayıt attık.
Derken bir gün içimizdeki yetişkin çıktı karşımıza, bir türlü duyulmayan, görülmeyen o küçük çocuğu artık geride bırakıp hayata karışmak için hazırız sandık.
Farklı zamanlarda, farklı insanlarla bizi sürekli aynı sahnelere kilitleyen döngülerin, tekrarların, o küçük çocukla ilişkisini anlayamadık, sürekli kendimizi değiştirmek için çabaladık.
Değişmek değildi ihtiyacımız olan şey belki de!
Hikayelerimiz hep mutlu başlamasa da, mutluluğa çıkan yol daima kalan hikayedeydi.
Bizim, kalan kısmında hikayemizin pasif yazanı mı, aktif yazarı mı olmayı seçtiğimizdeydi…
Fotoğraf : Unsplash / Shahin Khalaji
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder