Gözlerimiz buluşunca bana gülümsüyor. Ben de ona gülümsüyorum. Birbirimizi sevdiğimizi biliyorum. Bunu bu kadar net bir cümle ile ifade edebilmeme rağmen, düşünüyorum!
Acaba biz gerçekten de birbirimizi mi seviyoruz? Yoksa birbirimize dair kendi kafamızda yarattığımız o imgeleri mi? Onun gördüğü ama benim göremediğim ben’i, olduğuma inandığım ben ile eşitlesem acaba beni yine böyle sever mi?
Onun kafasında yarattığı imgeye göre acaba ben nasıl biriyim?
Oldu da o bana bu imgeyi tam olarak anlatabildi. Ben de tüm dürüstlüğümle ona gerçek düşüncelerimi söyleyemeyi seçtim! Acaba onun bana anlattıklarının ne kadarını kabul eder, ne kadarını ben böyle biri değilim diye reddederdim?
Ben bile, beni ben yapan bütünün tamamını kavrayamıyorken!
Acaba ondan gerçek beni keşfedip sevmesini bekleyebilir miyim?
Bir yandan bu sorgulamayı yaparken diğer yandan da düşünüyorum!
Acaba kaçımız birbirimizin yanında tüm yaralarımızı ona gösterecek kadar soyunabiliyoruz?Söylenmemesi gerekenler diye düşündüklerimizin, asıl birbirimize söylememiz gereken şeyler olduğunu kaçımız kabul ediyoruz?
Kaçımız birbirimizi gerçekten anlamak, tanımak için onun bize söylediklerinden daha çok söylemediklerine kulak veriyoruz?
Ne kadar tanıyoruz diye zannetsek de aslında ne kadar cahiliyiz birbirimizin, kendimizin… Hepimiz birbirimizin sadece bize yetecek kadarıyla ilgileniyoruz.
Gördüklerimizi kendi geçmişimizin gözleriyle görüp yargılıyor, onları zihnimizde yılların oluşturduğu algı kanallarına göre filtre edip, çarpıtıyoruz.
Beynimiz tasarımı gereği, gördüğü şey beklentileriyle uyuştuğu sürece farkındalığa ihtiyaç duymuyor!
Gördüklerimizi sürekli beklentilerimizle eşleyerek, birbirimize karşı gitgide körleştiğimizi acaba ne kadar fark edebiliyoruz?
İnsan her gün okunması gereken bir cümleyken, biz birbirimizi hangi sabit cümlelere, hoşlandığımız ya da hoşlanmadığımız hangi anlamlara hapsedip, birbirini seven iki yabancıya dönüşüyoruz!
Haşim Arıkan
Fotoğraf : Unsplash / Kenny Eliason
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder