30 Haziran 2025

Herkes hissettiği duygunun renginde yaşıyor an’ı, o rengi bulaştırıyor hep o anlara, o an’ı paylaştıklarına…


Herkes hayatın farklı gerçeklik derelerinde yürüyor.
Herkes insan olmanın farklı, farklı hallerini deneyimliyor.
Yaşadığı her şeyi kendi düşüncelerine göre anlamlandırıp, renklendiriyor...

Farklı yaşam deneyimlerine sahip bu hayatlar, her karşılaşmalarında birbirine farklı, farklı duyguları yaşatıyor, tattırıyor. 

Birbirini bir ruh halinden alıyor, diğerine koyuyor. 
Bu geçici ruh halleri arasında gidip gelirken herkes aynı zamanda kendi hayat örgünü dokuyor.
 
"Hayat örgümde bugüne kadar acaba nasıl bir desen yarattım?

Hangi duygu ne renk?

Mutluluğun ipi ne renk?
Acının ipi renk? 
Bugüne kadar oluşturduğum desenimde hangi renkler daha çok, hangi renklerse hiç yok?
 
O duyguları da yaşamak, bunun için kendime izin vermek istiyor muyum?

O renkleri de desenine katmak, desenimi onlarla daha da zenginleştirmek, renklendirmek istiyor muyum?"
 
Diye, belki de hiç sorgulayamıyor!
 
Haşim Arıkan



Fotoğraf:  Unsplash / Juanca Paulino

29 Haziran 2025

Gerçek hayat nerede başlıyor?

 


Her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan hala yorulmadın mı?

Olacakları önceden bilme isteğinden…
Yanlış yapmaktan, kaybetmekten, yetersiz kalmaktan korkmaktan...

Bir şeyleri kontrol edebilirsen, 
Kendini daha güvende hissediyorsun değil mi?

Ama farkında mısın?
Sen ne kadar sıkı tutmaya çalışansa, hayat kayıp gidiyor sürekli avuçlarından.

Sen kontrol etmeye çalıştıkça daha çok daralıyor zaman,
Olasılıklar azalıyor, seçenekler senin düşüncelerinle sınırlanıyor.

Oysa hayat, senin düşünebildiklerin kadar değil, hissedebildiğin kadar akıyor.

Düşündün mü hiç?
Neyi yönetmeye çalışıyorsun?
İnsanları mı? 
Duyguları mı? 
Zamanı mı?
Yoksa…

Bir dur ve sor kendine:
Ne olurdu, eğer her şeyi bilmek zorunda olmasaydın?
Ne olurdu bazen de sadece olacak olanı yaşasaydın...
Beklentisiz, yorumsuz…
Bir şeyi yaşamak için hiç bir sonuca ihtiyaç duymasaydın…

Bırakmak mı zor geliyor sana?
Bırakınca neyle karşılaşacağını bilmemekten mi korkuyorsun?
Yoksa karşına çıkacak olan, senin öngöremediğin seçeneklere sahip olmayı mı istemiyorsun?

Bilinmezlik, gerçek yaşamın vazgeçilmezi!

Ve sen, bilinmezlikten kaçarken, kendinden de kaçıyorsun.
Belki hikayende henüz fark etmediklerinden, belki kendinle ilgili bilip yüzleşmek istemediklerinden.
Belki de…

Teslimiyet, asla pes etmek değil.
Aksine, kendine güvenebilmek!

İnsan her şeyi kontrol etmeye çalışırken,
Yaşadıklarını hissetmeden yaşıyor, 
Yaşamadan bir şeyleri anlamlandırmaya çalışıyor.

Belki de,
Yaptıklarımızı haklı gösterecek yeni mazeretler peşinde koşmak yerine,

Sessizliğin, bilinmezliğin içinde kalabilmeyi öğrenmek,
Gerçek hayatın, kontrolü elden bıraktığımız yerde başladığını kabullenmek gerekiyor…

Haşim Arıkan



Fotoğraf: Unsplash / Nikita Pishchugin

28 Haziran 2025

Sana gereksinimi olmaksızın seninle birlikte olmayı seçen.

Birlikte,
Ama aynı zamanda da bir başına.

Biz,
Ama “sen” ve “ben” de, her daim içinde.

Kalabalığın ortasında,
Ama yalnızca "sen" inle.

Geçmişin bağlarıyla düğümlemeden,
Önüne geçip gölgelemeden,
Hiçbir eylemi bir zorunlulukmuş gibi hissetmeden,
Yaptıklarını bir görev olarak addetmeden,
Kazanırken diğer tarafa kaybettirmeden,
Aldığı tüm zevkleri, verdiği zevklerle karşılarken,
 
Etkin bir şekilde bağlanıp,
Birlikteyken daha cesur ve bağımsız hale gelirken,

Tamamen içten gelen bir duygu ile,

“Seni seviyorum”

Diyebildiğinde mi?
 
“Aşk”
Gerçek aşktır?


Haşim Arıkan



Fotoğraf: Unsplash / Angelika Agibalova



 

27 Haziran 2025

Bedenin diliyle, ruhun hikayesi!


Bedenim sanki sürekli konuşuyor benimle.
Kimi zaman nazikçe fısıldıyor söylemek istediklerini,
Kimi zamansa bir hastalıkla haykırıyor yüzüme. 
 
Kendimize yaşamak için izin vermediğimiz duyguların yankısı sürekli birikiyor, birikiyor, birikiyor bedenimizde…
Çoğunlukla da hep damarlarımızın içinde...
 
Çünkü yaşam oradan akıyor.
Kalp ondan besleniyor.
Ruhumuzun bir yerinde bir şeyler sıkıştığında, ilk bu akış bozuluyor.
Sevgimiz yüreğimizde rahatça dolaşamadıkça, kanımızda damarlarımızda rahatça akamıyor.
 
Bir türlü sona erdiremediğimiz öfkelerimiz, affedemediğimiz kırgınlıklarımız, akıtamadığımız gözyaşlarımız, söyleyemediğimiz cümlelerimiz, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımız sanki damarlarımızda birikiyor.
 
Hayatımız tıkandığında,
Sanki damarlarımız da ona eşlik ediyor.
Biriktirdiklerimizle sertleşen ruh, sanki yağ olup damarlarda birikmeye başlıyor!
 
Düşünüyorum…
Belki de damarlarımda bir sorun yaşadığımda kendime;
Hayatımın hangi alanında akamıyorum?
Ben hangi duyguda, hangi yükün altında sıkışıp kaldım?
Kime kırıldım, neyi affedemiyorum?
Tutunduğum neyi bırakamıyorum?
Diye sormam gerekiyor!
 
İnsan özellikle de erken yaş deneyimlerinde bazı kaldıramayacağı yükleri yüklenirken, kimseye 
“Benim gücüm bu kadar” diyemiyor!
 
Taşıyabileceğinden çok daha fazlasını,
Belki “sorumluluk” sahibi olduğunu kanıtlamak adına yükleniyor.
Belki de, sevilmek için bu yükleri taşıması gerektiğine kendini inandırıyor.
 
Sırtında biriktirdiği bu yükler sanki damarlarında da birikiyor.
 
Sanki ruh ilerlemek istedikçe, zihin bundan korkuyor, onu durduruyor.
Güvende kalmak istiyor, yeniyi göze alamıyor, bildiklerinden vazgeçemiyor!
Geçmiş damarlarda donup, sıkışıp, birikiyor.
 
Bedenim benimle sürekli konuşarak, sanki bana;
Bırakmanın güçsüzlük değil, iyileşmek olduğunu anlatmak istiyor.
 
Ben bırakmayı öğrendikçe,
Damarlarımdaki o yorgun kan da serbestçe akmaya başlıyor.
 
Çünkü rahatça akabilmek için, önce tutunmaktan vazgeçmek, bırakmak gerekiyor.
Bırakmak içinse, 
Önce neyi, neden yaşadığımızı fark etmek...
 
Haşim Arıkan 


Fotoğraf : Haşim Arıkan


26 Haziran 2025

İnsan, hayat, hep biraz eksik, her zaman!

 


Dolu, dolu yaşamak istiyorum hayatı?
Duyusal varoluşu arzuluyorum.

Arzularım  beni yeni deneyimlere doğru götürüyor.
Her yeni deneyimse, kendimle ilgili yeni bir keşfe, kendimi bilişe.
Her seferinde sanki biraz daha açılıyorum kendime.
 
Bazen dünyayı keşfetmek adına kendimi göz ardı ediyorum, 
Bazen kendimi keşfetmek için dünyadan uzaklaşıyorum.

Gece gündüz gibi sürekli birbirini takip eden bu, kendini hatırlama ve unutma halleri arasında belki de hayatım boyunca sürecek olan bir  med-cezir yaşıyorum.

Kimi zaman gerçeğin çekim gücüne kaptırıyorum kendimi, kendim hakkındaki gerçeğin peşine düşüyorum.
Kimi zamansa kendimde sahte olanı fark edip, ondan uzaklaşmaya çabalıyorum.

Bu dönüşümlü olarak birbirini takip eden, geçici zihin ve ruh halleri arasında sürekli sallanıyorum.

Yaşadığım tüm git-gel'lerimle herkes gibi ben de kendi hayat örgümü her gün biraz daha dokuyorum.

Ve o en son gün geldiğinde, ortaya nasıl bir desen çıkacağını ben de merak ediyorum!

Haşim Arıkan



Fotoğraf: Unsplash / İurii Melentsov

25 Haziran 2025

İçimdeki Dört Yolcu!


Bu bedende dört yolcu ile yürüyorum uzunca bir süredir.

Her biri benimle farklı bir dilde konuşup, bana farklı bir yönü işaret ediyor!
 
İlki, bir yazar.
Duygularımı, düşüncelerimi kelimelere döküyor,
Kırıldığım yerleri, geçmişte susup söyleyemediklerimi paragraflarla sarıyor.
Bana aşka, sevgiye, özleme, yalnızlığa, insana, hayata dair cümleler kurduruyor.
Her yazdığımla kendimi biraz daha ifşa ettiğimi bile, bile…
Sürekli yazmak istiyor.
 
İkincisi, bir düşünür.
Hayatı, insanı, dünyayı, düzeni sorguluyor,
Belirsizlikten, çaresizlikten, düşüncelerin bir zincire dönüşmesinden hiç hoşlanmıyor,
Cesur, güçlü ve özgür olmak, hayatta sürekli yol almak istiyor.
İtiraf etmekten, kendisiyle yüzleşmekten korkmuyor.
“Ya sen olursun ya hiç kimse,” diyor.
Ve içimdeki gerçek “ben”i o ayakta tutuyor.
 
Üçüncüsü, bir suskun.
Konuşmayı çok sevmiyor.
Ne söylesem “O sadece bir düşünce.” diyor.
Zihnimin yarattığı tüm tanımları, yargıları, kalıpları yıkıyor içimde.
Beni yeniye aç, değişime, dönüşüme, öğrenmeye her zaman hazır tutuyor.
Ve ben, dünsüz, yarınsız, tanımsız bir hiç olabilmeyi öğreniyorum onunlayken.
Hiçe dönüştüğümde, ne çok şey olabilme potansiyeline sahip olduğumu fark ediyorum.
 
Dördüncüsü, bir bilge.
Hayatla, doğayla konuşuyor.
“Dünya, evren seninle oyun oynuyor, sen farkında değilsin” diyor.
Zamansız cümlelerle anlatıyor bana söylemek istediklerini.
Ruhumun sezgilerine, bilincimin enginliğine kapı aralıyor.
 
Bu dört yolcuyla yıllardır aynı bedende yaşıyorum.
Kimi zaman biri direksiyona geçiyor,
Kimi zaman hepsi aynı anda konuşuyor.
Tartışıp, susuyorlar …
 
Ama hepsi de beni daha çok ben yapıyorlar, 
Beni benden alıp, sürekli benden daha öteye taşıyorlar...
 
Haşim Arıkan


Fotoğraf : Haşim Arıkan


 

24 Haziran 2025

Bir hayat kaç karar, kaç seçim eder?

 

Bebek büyüdü, doğduğu günden beri içinde taşıdığı o yaşlıyla sonunda tanıştı!
Zihninde eskinin görüntüleri daha fazla canlanmaya başladı.
İlk nefesinden bugüne, gün be gün yazdığı öyküsünü düşündü.
Bir kez daha düşüncelerinin ağına düştü.
Yine üzüldü…

Düşünceleri ile arasındaki bağ koptu.
Dünyanın kenarından sonsuzluğa yuvarlandı.
Gerçek sandıkları, bir düşe dönüştü.
Ben zannettiği beden ardında, dünyada kaldı.

Hayat adı verilen düş'ün anlamını o zaman kavradı.
Aslında kim olduğunu yeniden hatırladı.

Olabilecekken olamamışların farkına vardı.
Hayatın içindeki sınırsız sayıdaki olanağı ilk defa o an gördü ve şaşırdı.
 
Hayat, düşleyemeyeceği kadar çok seçeneği yaşamı boyunca onun karşısına çıkarmıştı.
Ama o da, herkes gibi,
Yaşamını düşünceleriyle sınırlamış,
 
Hayatın,
Sadece gördüğü, bildiği kadarını arzulamış,
Ancak düşünebildiği kadarını kendine yaşatmıştı.
 
Haşim Arıkan


Fotoğraf : Unsplash / Tim Partridge



23 Haziran 2025

Hayatınızın kalan kısmında bir insan olarak kendinizi ne kadar kullanmayı düşünüyorsunuz?


“Yaşamdaki gerçek haz budur, sizin tarafınızdan yüce olarak kabul edilen bir amaç için kullanılmak, doğanın bir kuvveti olmak; dünyanın sizi mutlu etmeye kendini adamadığı için şikayet eden küçük ateşli bir keyifsizlik budalası olmaktansa. Öldüğüm zaman tamamen kullanılmış olmak istiyorum.Yaşam benim için kısa bir mum değil. O benim için bu an tutma hakkını elde ettiğim muhteşem bir meşale ve ben gelecek nesillere aktarmadan önce onun alabildiğince parlak yanmasını istiyorum.”

George Bernard Shaw’a ait bu satırları okuyunca ne hissettiniz?

Bir an durup düşündünüz mü?
Acaba benim meşalem ne kadar parlak yanıyor diye!
Peki ya bu yaşa kadar geldiniz, kendinizi ne kadar kullandığınızı düşünüyorsunuz?
Elinizde tuttuğunuz meşalenin daha parlak yanabilmesi, onu gelecek nesillere daha parlak devredebilmek için bir şeyler yapıyor musunuz?
Hayatınızın kalan kısmında bir insan olarak kendinizi ne kadar kullanmayı düşünüyorsunuz?

Düşünüyorum!
Bir birey olarak acaba hayatın ne kadar içindeyiz, ne kadar dışındayız?
Mutluluğun hayatın içinde olmakla, mutsuzluğun hayatın dışında kalmakla ilişkisini kendimizce hiç sorguluyor muyuz?

İnsanı insan yapan değerleri sadece bilmek yeterli mi sizce?
Acaba o değerlerin ne kadarını, yaşadığımız hayatla, eylemlerimizle çevremizdeki insanlara göstermeye cesaret edebiliyoruz?

Bilgi dediğimiz hazineyi zihnimizde, hep kendimize mi saklıyoruz?
Yoksa bugüne kadar ulaştığımız bilgilerin, davranışlarımızda, tavırlarımızda, tutumlarımızda ortaya çıkmalarına, hayata karışmalarına, hayatın bir gerçeği olmalarına, başka zihinlere de dokunmalarına izin mi veriyoruz?

Acaba varlığımızı başka insanlar için, hediye paketlerine koyabiliyor muyuz?

Düşünüyorum!


Haşim Arıkan


Fotoğraf:  Unsplash / Junior Reis

22 Haziran 2025

Esas mesele ona neler verdiğinde değil, senin ona neleri veremediğinde!

Adına hayat dediğimiz, Tanrı’nın bizi de içine dahil ederek tasarladığı bu öğrenme yolculuğunda, her şey gibi, ebeveyn olmayı da, anne ve babandan, onların sana yaptıklarından ya da yap(a)madıklarından, yaşayarak, hissederek öğrenir ve içselleştirirsin. 

Bir gün sen de anne/baba olduğunda bu öğrendiklerini sana göre daha farklı bir şekilde paketleyip, ona istediğin makyajı yaparak kendi çocuğuna verebilirsin. Ama paketin içindekiler, zaman içinde sen bir şeyleri fark edip değiştirmediysen asla değişmez. 

Sen anne ve babandan hangi duyguları alabildiysen çocuğuna da ancak o duyguları verebilirsin. 

Bazı duyguların çekmecesi boştur sende, annen ve baban çocukken sana onları ver(e)medikleri için. 

Sen bir yetişkin olarak, hangi çekmecelerinin boş olduğunu fark edip, onlara kendin ne zaman bir şeyler koymayı başarabilirsen ancak ondan sonra çocuğuna o duyguları verebilir, kendi ebeveynlerinden daha farklı bir anne/baba olabilirsin. 

Ya da sadece sözlerine ve davranışlarına bakarak, ebeveynlerin gibi olmadığını iddia edip, senin onlardan farklı bir ebeveyn olduğuna kendini inandırabilir, insanın çocukken içselleştirdiği bilgileri, söz ve davranışlardan değil, ebeveyni ile arasında kurabildikleri duygusal bağdan ona akan duygular aracılığıyla aldığı gerçeğini es geçebilirsin.

Bir gün hayat, çocuğunun da seninle aynı yaraları taşıdığını vurur senin de yüzüne.

Sorgularsın kendi ebeveynliğini, ben kendimce her şeyi farklı yaptım, nasıl oldu da yine böyle kendimden bir suret daha yarattım diye…

Haşim Arıkan



Fotoğraf : Pexels / Pixabay





21 Haziran 2025

Her aşkın tanımı kendi içinde saklıdır.


Aşk tanımsızdır. 
Tanımladığında artık aşk olmaz!

“Aşk nedir?” 
Diye soruyorum.

“Bence bunu düşünmemelisin.” diyor.

Eğer zihnini aşk’a dair düşüncelerle doldurursan, sürekli o düşüncelerin oluşturduğu bariyerlere takılır gerçek aşka ulaşamazsın. 

Aşk nedir? diye düşünmek, zihnin arşivinden, aşka dair seçtiklerini ya da reddettiklerini cümlelere dönüştürmektir.

Kurduğun o cümleler zihninde senin için bir model, bir çerçeve oluşturur, aşkı o modelin, çerçevenin içine hapsedersin.

Oysa aşk hakkında söylenmiş tüm sözler, o yaşanmadan yalandır. Çünkü aşk her seferinde kendi yasalarına göre kendini yeniden yaratır.

Hiç bir gerçek aşk, kendinden önceki aşklardan oluşmaz. 
Her aşkın tanımı kendi içinde saklıdır.

Haşim Arıkan


Fotoğraf :  Pexels / Pixabay

20 Haziran 2025

Doğru kararlar tecrübeden gelir ama tecrübe de kötü kararlardan oluşur unutma!

 

Keşke ile başlayan cümlelerimi terk ediyorum artık.

Bırak diyorum tecrübe olsun yaşadıkların sana.
Doğru kararlar tecrübeden gelir ama, tecrübe de kötü kararlardan oluşur unutma!

Sen ne yaparsan yap, başka hayatlarda gördüğün her şeyin senin de başına gelme ihtimali var, hayata kızıp kendini bu kadar çok hırpalama.

Hayatta olması gerekenler, bugüne kadar hep oldu, oluyor, olmaya devam edecekler sen ne kadar onlara engel olmaya çalışsan da.

Olması gerekenler her zaman hiç hesapta yokken olmalarıyla meşhurdurlar, insana ait hiç bir şeyi kendinden çok uzaklarda sanma.

Hayatının yönetebildiğin tarafında olsun aklın, gözlerin;

Seni görmek istemeyenlere görünmek için çalışma!

Seni duymak istemeyenlere konuşma!

Seni aşağıya çekenlerin ipiyle inme kuyuya!

Sevmiyorlarsa seni onlara kendini zorla sevdirmek için çabalama!

Yok sayıyorlarsa seni onların yanında durma!


Aidiyeti, ait olmadığın yerlerde arama!

Senin de kusurların var elbet her insan gibi.

Kabul et, 
Bugün sahip olduğun anlam, 
Bugün seni herkesten farklı yapan şeyler, 
Bugün sahip olduğun yetenekler, 
Belki de hepsi senin bu kusurlarında.

Kusursuz olmaya çalışırsan sen de çoğunluklara benzeyeceksin.
Bu gerçeği sakın unutma.


Haşim Arıkan




Fotoğraf : Unsplash / Mr Tiger




19 Haziran 2025

Acaba ne kadar oldu, olmayalı?


Bugün kendimi kimseyle kıyaslamasam diyorum…

Ne kadar yol aldıklarını bilemediğim hayatlarla, aynı çizgide yürümek için kendimi bu kadar zorlamasam!

Onların elde ettiğini düşündüğüm başarılar, benim içimde bir eksikliğe yol açmasa!
Gülümseyen fotoğraflarla karşılaştığım da, kendi mutluluğumu sorgulamasam!
“Ben neden böyle değilim?” yerine,
“Ben nasılım?” diye sorsam kendime.

Kendimi aslında varolmayan bir yarışın içine hiç sokmasam.

Sorsam kendime;
Benim gerçekten kendimi birilerine kanıtlamaya ihtiyacım var mı?
İnsan hiçbir ödüle koşmadan, hayatı olduğu gibi yaşayamaz mı?

Yavaş yürümek,
Yanlış yollara girmek,
Bazen de durup biraz nefeslenmek,
Benim de hakkım!

Ben her zaman aynı tempoda koşmak zorunda değilim!

Ben kimsenin hikayesine yetişmek zorunda da değilim!

Belki de sadece kendime yetişmeliyim!
Bir şeyleri yaşamamak uğruna yorduğum ruhumun, biraz dinlenmesine izin vermeliyim!

Yıllardır beni takip eden, “olmam gerektiğine inandığım kişi” ile artık vedalaşabilmeliyim!

Ben artık kendi gözlerimle, kendi saf bilincimle bakmak istiyorum kendime.
Kendimi daha iyi duymak için susmak istiyorum!

Ben artık hayatımı başka bir hayatla kıyaslamadan yaşamayı seçiyorum.
Başkalarının ışığında yaşamak değil, kendi gölgemde dinlenmek istiyorum!

Başkalarının ışığı mı, benim gölgem mi bana daha iyi gelecek düşünüyorum…
Düşünmek zor değil aslında, düşünememekte bütün mesele, biliyorum…

Haşim Arıkan


Fotoğraf : Unsplash / We are: The Chaffins

18 Haziran 2025

… bilirsin ki sensindir onların hepsi!


Cahil ve de bilgeyim. 

Anlayışlı olduğu kadar bencil. 
Sakin olduğu kadar öfkeli. 
Cesur olduğu kadar korkak. 
Mutlulukları kadar acı çeken. 
İç savaşlarında galip olduğu kadar mağlup da olan.

Kısacası insanım ben de tıpkı senin gibi, sadece insan.

Dünya sahnesinde hep birlikte oynadığımız hayat oyununu, bir insan olarak nasıl bir tasarıma sahip olduğunu, gerçek ben’in kim olduğunu, onun kendi hikayesine ne kadarlık bir etkisinin olduğunu çözmeye çalışan.

Dedim ya insanım ben de tıpkı senin gibi, sadece insan.

Otantik benliğine, duygu doğasına, düşünsel özgürlüğüne saygı duyan. 
Kendi bilincinden doğan düşüncelerden, kendi yüreğinden taşan duygulardan korkmayan. 
Onları hiç bir fark gözetmeksizin dinlemeye, anlamaya, nedenlerini, ilk tohumlarını içine kimin, ne zaman attığını, onları filizlendiren iklimi yaratmayı nasıl başardığını keşfetmeye çalışan.
İnsana ait hiç bir şeyi kendine yabancı, uzak bulmayan.

Karanlığını keşfederek aydınlanmaya, kendi ruhunun kaybettiği samimiyetini bulmaya çalışan.

İnsani büyümenin, içindeki bir şeyleri dışarıda bırakarak değil, bir insan olarak kendine ait her şeyi uyumlu bir şekilde bir araya getirebildiğinde gerçekleştiğine inanan. 

Hayat’ın, bize hem cahilliğimizi, hem de bilgeliğimizi fark ettiren ve onların sağlıklı iletişimiyle çok daha hızlı yol alabildiğimizi fark ettiren keyifli bir keşif yolculuğu olduğunu savunan.
Yaşamda nereye kadar gidebileceğini keşfedebilmek için heyecanlanan.
Bir gün perde kapandığında gerçek ben’i hala doğuramamış olmayı değil, bir insan olarak, bir ömüre sığdırabildiği kadarıyla, sahip olduğu özellikleri kullanabilmiş olmayı arzulayan.

Dünya dediğimiz bu koskoca sahnede sergilenen hayat gösterisinde performansını sergileyen milyarlarcası gibi, sadece insanım ben de, sadece insan.

Sonu olmayan anlam arayışlarına devam ederken, sürekli öğrenmek, keşfetmek, mutlu olmak için çabalarken, doğarak başladığı bu müthiş keşif yolculuğunun da kendince keyfini çıkarmaya çalışan…

Haşim Arıkan



Fotoğraf : Unsplash / Gaspar Zaldo

17 Haziran 2025

Yaşadıklarının mı, yaşayamadıklarının mı yorgunusun?


Farkında mısın?

Yaşadıklarını mı, yaşayamadıklarını mı daha derinden hatırlıyorsun?

Hangisinin etkisinde, hayatta nasıl bir ruh haliyle seyir ediyorsun?
 
Yaşadıkların mı hala acıtıyor canını?
Ne yaparsan yap, artık hiç bir zaman yaşayamayacaklarını hatırladıkça mı yaralanıyorsun?
 
Yaşanması mümkünken, yaşayamadığın o mutlu anlarda mı hala aklın?
 
Yaşadıklarının daha fazlasını yaşamayı hak ettiğini mi düşünüyorsun?
Yaşadıkların sana fazla geldiği için mi hayata hep sırtını dönüyorsun?
 
Yaşadıklarının izlerini silmek mi, yaşayamadıklarının boşluklarını doldurmak mı amacın?
 
Hiç yaşamadığın, tatmadığın bir hisse mi özlem duyuyorsun?
Yaşadığın bir duyguyu bir daha kendine yaşatmamak için mi sürekli saklanıyorsun?
 
Sen,
Yaşadıklarının mı, yaşayamadıklarının mı yorgunusun?

Hangisinin yasını içinde bir türlü sonlandıramıyorsun?
Hangisinin seni tanımlamasına izin veriyorsun?
Seni sen yapan özelliklerinin kaynağının, hangisi olduğunu biliyor musun?
 
Yaşayamadıkların yüzünden mi başarılısın?
Yaşadıkların yüzünden mi kendini eksik, yetersiz hissediyorsun?
 
Yaşayamadıkların yüzünden mi bu kadar cesursun?
Yaşadıkların yüzünden mi zihnin zindanlarında tutuklusun?
 
Feragat etmek istiyor musun yaşayamadıklarından?

Yoksa yaşadıklarını neden yaşadığına duyduğun o büyük isyanını mı sonlandırmak istiyorsun?
 
Düşündün mü hiç?

Yaşadıklarınla, yaşayamadıklarınla…
Olduklarınla, olamadıklarınla…
Doyduklarınla, doyamadıklarınla…
Var’larınla, yok’larınla…

Tüm bunların seni ulaştırdığı bugünkü bilinç seviyen, bakış açın ve farkındalığınla…
 
Hayatını hep böyle, geçmişi kendine bir işkence aracı olarak kullanarak mı yaşamak istiyorsun?
 
Tüm yaşadıklarının, yaşa(ya)madıklarının sana kazandırdığı anlayış, beceri ve yeteneklerini kullanarak, hayatın içinde gerçek renginle var olmak, kendi ışığınla parlamak, mutlu olmak mı istiyorsun?
 
Haşim Arıkan



Fotoğraf : Pexels / Pixabay

16 Haziran 2025

Hayat almakla mı başlar? Ve sonra insana bundan vazgeçmesi mi öğretilir!

Hayat, almakla mı başlar?

 
İnsan almayı bilerek mi doğar? 
Ve sonra ona bundan vazgeçmesi mi öğretilir!
 
Yoksa almayı hiç bilmeden mi gelir dünyaya? 
Zaman içinde birilerinin rehberliğiyle mi almayı öğrenir.
 
Kim öğretir bize almayı?
Kim bizi ondan vazgeçirir?
Düşünüyorum…
Hatırlamaya çalışıyorum…
 
Bir anı…
Bir his…
Derin bir iz…
 
Ben, ne zaman, neden vazgeçtim acaba almaktan?
Ya da neden öğrenemedim ben almayı?
Bazı çocukluk anılarımızı hatırlamaya çalıştığımız da ne kadar zorlansak da, erken yaş deneyimlerimiz,
Belki gözlerimizde kalan bir bakış…
Belki içimize işlemiş bir red…
Belki tarifsiz bir sevgi…
Belki de…
olarak içimizde bir yerlerde varolmaya devam ediyor.
 
Ve tüm bu ilkler bize geçmişten hala sürekli sesleniyor,
 
“İsteme… Alırsan borçlu kalırsın.”
“Bekleme… Birilerinden bir şey beklersen hayal kırıklığına uğrarsın.”
“Güçlü ol… Yeterince güçlü olursan hiç kimseye ihtiyaç duymazsın.”
 
Bugünkü yetişkin bilincimle, kendime sormak istiyorum!
Ben neden almaktan hala kaçıyorum?
Neden hala sadece, verirsem değerli olabileceğime inanıyorum?
 
Almak gerçekten de;
Bir eksiklik mi?
Bir borçlanma nedeni mi?
Yoksa bir yüzsüzlük mü?
Ya da benim zayıflığımın bir göstergesi mi?
Belki de almak, güvenmek demektir!
Hayata… İnsanlara… Ve en çok da kendime…
 
Belki de almak, “Ben buna değerim.” diyebilmektir.
Kendine değer vermek, kendinden razı olabilmektir.
 
İçimdeki çocukluğunu yaşayamadığı için bir türlü büyüyemeyen o küçük çocukla el ele yürümeye, onunla iletişim kurmaya, onun güvenini kazanmaya, ona iyi bir ebeveyn olmaya çabalıyorum.
Kendime sevilmeyi öğretiyorum, kendimden sevilmeyi öğreniyorum…
İlgi görmeyi, anlaşılmayı, kabul görmeyi…
Her zaman güçlü olmak zorunda olmadığımı…
Güçlü olmanın her zaman direnmek olmadığını...
Bazen kollarımı açıp hayata, insanlara ve kendime “evet” diyebilmek olduğunu…
 
Ve kendime soruyorum!
Acaba ben en son bir şeyi ne zaman kalbimden gelerek istedim?
Ve ben onu gerçekten alabildim!
 
Düşünüyorum… 
Hatırlamaya çalışıyorum…
 
Haşim Arıkan

Fotoğraf : Unsplash / Nahid Hatami

 

15 Haziran 2025

Ne gözümüzü alabiliyoruz hayattan, ne yaşamayı göze alabiliyoruz!

Mutlu değiliz!

Çünkü hayat olmasını istediğimiz gibi değil. Olduğu gibi!

Hayatın kendi planı varken, bizim de hayata dair kendi planımız olsun istiyoruz.

 

Kızgınız dünyaya!

Etrafında döndüğümüz dünyanın, bizim düşüncelerimizin etrafında dönmesini istiyoruz!

Kızgınlığımızın sadece dünyada olan bitenler yüzünden olmadığını kabul edemiyoruz.

 

Yaşayamıyoruz hayatı!

Hiçbir an’ı tam yaşayamıyoruz, hep bir sonrakine hazırlık yapmakla meşgulüz.

Ya ötesindeyiz yaşadığımız an’ın, ya da gerisinde kalıyoruz.

 

İsyan ediyoruz!

Kuralları, tanımları kendimiz koyuyor, sonra o kurallara, tanımlara sığamıyoruz.

Ne memnunuz gerçeğimizden, ne gerçeğimizi değiştirebiliyoruz.

Hem çekip gitmek istiyor hem de hiçbir yere gitmek istemiyoruz.

 

Yorgunuz!

Çünkü göründüğümüz kişi değiliz, çok fazla maske taşıyoruz.

Sevilmek için doğal olmak yeterliyken, oyuncuyuz hepimiz, birbirimize sürekli rol yapıyoruz.

Maskenin ardında duranı, o maske çıkmadan tanıyabilmek için yoruyor, yoruluyoruz.

 

Suçluyuz!

Çünkü sessiz kalıyoruz.

Suskunluğumuzda boğulduğumuzu fark edemiyoruz!

Söylenmemesi gerekenlerin belki de, aslında söylememiz gerekenler olabileceğini hiç düşünmüyoruz.

 

Özgür değiliz.

Çünkü geçmişimizi oyunun dışında bırakamıyoruz.

Geçmişimizin hayatımız üzerindeki etki ve denetiminden kendimizi kurtaramıyoruz.

Her yerde olmak isteyip, hiçbir yerde olamıyoruz.

Özgürlüğün istediğimizi yapmak mı, istemediklerimizi yapmamak mı olduğunu çözemiyoruz.

 

Bir başınayız hayatta!

Kendimize kazanıp, kendimize kaybediyoruz.

Bugün ne kadarsak, hayatı da kendimize ancak o kadar yaşatıyoruz.

 

Haşim Arıkan



Fotoğraf : Pexels / Mustafa ezz

14 Haziran 2025

Hangi hayata, hangi ben’e, hangi duyguya yetişmeye çalışıyorum?

Düşünüyorum!

Acaba neyin peşindeyim?
Kimi, neden kovalıyorum?
Hangi hayata, hangi ben’e, hangi duyguya yetişmeye çalışıyorum?
 
Her seferinde kendime, belki bu defa farklı yaşanır her şey diyorum…
 
Zaman eşlik ediyor bana…
Hikayeme birkaç mevsim, birkaç insan, birkaç anı, birkaç acı daha ekliyorum...
 
Ve bir kez daha fark ediyorum!

Ben sürekli olduğum yerde dönüp duruyorum!
Tekrar, tekrar aynı deneyimleri yaşıyor, hep benzer insanları hayatımda ağırlıyorum.
Her seferinde de biraz daha eksilerek kendime, yalnızlığıma geri dönüyorum.
Onlarda aradığım ne?
Hikayemde kiminle, yarım kalmış neyi, onlarla tamamlamaya, onlarla yaşamaya çalışıyorum?
 
Düşünüyorum!
İnsanlar mı bu kadar çok benzedi birbirlerine?
Yoksa ben mi iç dünyamda üşüdükçe, dış dünyada hep alıştıklarıma, ezbere bildiklerime sarılıyorum?
Çocukluğumdan beri peşinde olduğum o duyguların yüzünden mi kendime hayatı bu kadar zorlaştırıyorum!
Ben acaba içimde, bir başkasının doldurmasını beklediğim hangi boşlukla yaşıyorum?
 
Yorgunum!
İnsani büyüme zor bir iş olduğu için mi bu kadar yorgunum?
Kendime yardım etme gücünü kendimde bulamadığım, büyüyebilmek için başkalarını kullanmak zorunda bırakıldığım için mi yorgunum?
 
İyileşmek istiyorum.
Hayat denizinde deliklerinden su alan teknemde sürekli suyu boşaltmaya çabalamak yerine o delikleri tıkamak, artık hayatta kalmayı, normal olmayı yeterli görmekten vazgeçmek istiyorum.
 
Hala neden iyileşemediğimi sorguluyorum.
Beni iyileştirecek şeyler görüşlerimin, seçimlerimin dışında mı kalıyor?
Mantıken anladıklarımı, duygularımla mı anlayamıyorum?
 
Yoksa o ilk darbelerimi aldığım ilişkinin benzerlerini, beni ilk yaralayana benzeyenlerle tekrar, tekrar yaşamaktan vazgeçemediğim için mi iyileşemiyorum?
 
Keşke yeniden başlayabilme şansım olsa, diyorum, bazen kendime…
 
Ama… Nasıl? Nereden? Kiminle?
Başlamak istiyorum, onu da bulamıyorum…
 
Haşim Arıkan



Fotoğraf : Unsplash / Marek Piwnicki 

 

13 Haziran 2025

Sebepsiz yere kendine kaçmaz ki insan!


Bu aralar ne çok ihtiyacım var yalnız kalmaya…
Herkesten, her şeyden biraz uzaklaşmaya…
Kendimle baş başa, sakin, huzurlu gezintiler yapmaya… 
Tartışmadan, yargılamadan, kendimi anlamaya…
Kendi varoluşum için hala başkalarının onayını aramamaya…
 
Bu aralar ne çok ihtiyacım var sessizliğe…
Kendimle yürekten konuşabilmeye…
Zihnimdeki geçmişe, yüreğimdeki sevgi ve şefkatin değmesine…
Geçmişin anlamlarını bugünkü bilincim yenilerken,
Yüreğimin yeninin heyecanı ile titremesine…
 
Bu aralar ne çok ihtiyacım var dinginliğe…
Yaşadığım hayattan yorulan ruhumu, bedenimle yeniden bir araya getirmeye…
Hiç bir şeye yetişmek için acele etmemeye…
Hiç bir şeyi oldurmak için mücadele etmemeye…
Hiç bir şey için kendimi zorunluymuş gibi hissetmemeye…
 
Bu aralar ne çok ihtiyacım var kendime...
Sanki onunla ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi, onu dünsüz, ön yargısız görebilmeye…
Ona olan sevgimi, inancımı, güvenimi yüreğimde yoğun bir şekilde hissedebilmeye…
Kendimi güçlü göstermeye çabalamak yerine, kendimi gerçekten güçlü hissedebilmeye…
Kendimi hiç bir şey için eksik, yetersiz görmemeye…
Hak ettiğim değeri kendime vermeye…

Bu aralar ne çok ihtiyacım var,
Korkmadan, utanmadan, saklanmadan içimden geldiği gibi yaşayabilmeye...
Kendi mutluluğum için kendimi harekete geçirebilmeye…
Mutlu olma cesaretini gösterebilmeye…
 
Bu aralar ne çok ihtiyacım var!

Sevgiye,

Olduğum gibi sevilmeye,

Koşulsuzca sevildiğimi hissetmeye...
 
Haşim Arıkan



Fotoğraf : Pexels /  Nathan Cowley 

 

12 Haziran 2025

Her taş, yerini buluncaya kadar ağır geliyor insana.


Zaman, zaman gördüğüm o rüyayı dün gece yine gördüm!

Rüyamda evimin bahçesi yine kazılıyordu. Toprak alt üst olmuş, bahçemin o aşina olduğum düzeni bozulmuştu. Ama bir yandan da bahçem yenileniyordu. Bir an ortaya çıkmaya başlamış bu yeni halini bakarken gülümsediğimi fark ettim.

Belki de bahçem, benim içimde yıllardır sessizce beklettiğim bir alanı temsil ediyordu.

Rüyamın, bilinç dışımın bana ne anlatmaya çalıştığını sorguladım bir süre.

Hayat bazen ansızın yüzeye çıkarıyordu yıllardır içimizde bastırdıklarımızı…

Bazen duyduğumuz bir söz…
Bazen geçmişten bize ok atan bir anı…
Bazen derinlerimize ulaşan bir bakış…
Ansızın bahçemizdeki toprağı delip geçmişin izlerini bizim önümüze seriyordu…

Ve, onca yıldır neye bastığımızı, toprağımızın altında nelerin saklandığını görmeye başlıyorduk. Bilinç dışımızdaki gerçekler bizim için artık görünür olmaya başladığında da, yetişkin bilincimizle onlarla ilgili kendi seçimimizi artık özgürce yapabiliyorduk.

Sordum kendime!

Ben neyi kazıyorum aslında?
Hangi eski anılar, hangi parçam elime geliyor, neler ortaya çıkıyor toprağımı kazdıkça, neler görünür hale geliyor, bilinç seviyeme çıkıyor artık benim için?

Bu bahçede ben bundan sonra neyi büyütmek, neyi ait olduğu yere koymak, neyi esas sahibine iade etmek, neyi öğütüp gübreye dönüştürüp yeniden toprağa kazandırmak istiyorum?

İçimden bir ses bana sesleniyor!

Bahçende gördüğün her kazı senin için bir yüzleşme, her düzenleme senin için bir davet...
Kendine daha fazla alan açmak için önce fazlalıklarını, sende sen olmayanları ayıklamalısın.

Ona gülümsüyorum ve o an fark ediyorum!

Ben aslında bu bahçeyi yeniden sevmek için kazıyorum.

Her taş, yerini buluncaya kadar ağır geliyor insana.

Ben artık bahçemdeki her taşın ait olduğu yeri bulup, onu oraya koymaya çalışıyorum.

Ve ben artık kendi toprağımla barışmak, onun üzerinde çıplak ayaklarımla özgürce dolaşıp, onun bana hissettirdikleriyle rahatlamak istiyorum.

Haşim Arıkan



Fotoğraf :  Pexels /  Ivan Oboleninov