Düşündün mü hiç? Acaba aşk diye yaşadıklarının, yaşattıklarının, aşık olduğun için kendine ve karşındaki kişiye yüklediğin o anlamların, aşk adına kendini ve ilişkini hapsettiğin o dar alanın ne kadar farkındasın? Yıllardır ne çok şey öğretildi değil mi sana, dinlediğin şarkılar , okuduğun satırlar, izlediğin filmler aracılığıyla, aşkı daha hiç yaşamadan onu hissedebilmen adına?
Hadi, alttaki paragrafa geçmeden önce gözlerini kapa sen de , en samimi duygularınla kendince yap bir aşk tarifi. Hayal et, birbirine aşık iki insanın sana göre olması gereken ilişkisini.
Aşk sence de; Her an birlikte olmak, herşeyi beraber yapmak, hep aynı fikiri paylaşmak, bireysel alanlarından vazgeçmek mi? İçinde kişisel ihtiyaçlarının karşılanmaması nedeniyle gitgide büyüyen öfkeye, isyana rağmen her zaman karşındakine “seni seviyorum” ruhunu yansıtabilmek mi? Karşındaki insanın hoşuna gitmeyeceğini düşündüğün tüm duygu ve düşüncelerini, arzularını dile getirmeyerek, sadece onun hoşuna gidecek şeylerden söz etmek mi?
Bir insan bu ruh halini, sence ne kadar sürdürebilir ki? Ne kadar zaman sonra içine attığı, bastırdığı dirençlerin üzerinde sence azalmaya başlar etkisi?
Düşündün mü hiç? Acaba aşkın, eleştiriler, yalanlar, verilipte tutulamayan sözler, inkarlar, suçlamalarla, uzun sessizliklerle dolu ikinci evresine geçilmesine sebep bu yalancı bahar evresi olabilir mi?
Peki senin, aşkın bu ikinci evresinde tercih ettiğin yöntem hangisi?
Ortaya çıkan her sorunda sürekli karşı tarafı suçlayarak kurban rolü üstlenmek mi? Ortaya çıkan sorunların sayesinde yeni bir şeyler keşfederek ilişkiyi daha keyifli hale getirmek için çaba harcamak yerine, bütün zaman ve enerjini kimin suçlu olduğunu bulmak için tüketmek mi? Sergilediğin davranışların, yaşadığın tüm olumsuz duyguların sorumlusu olarak hep karşı tarafı göstermek mi?
Kendi kendine kaldığın zamanlarda, yaşadığın ilişkilerde senin yaratmış olduğun durumların sorumluluğunu bugüne kadar hiç dürüstçe üstlenebildin mi? Onların yaşanmasını nasıl ve neden istemiş olabileceğini sorgulamayı hiç denedin mi? Onların nasıl ve nedenlerini bulup, çözümlerini üretebildin mi? Sence insan yaşadıklarının sorumluluğunu sürekli üzerine almaktan kaçarken yaşadıkları değişebilir mi?
Dürüstçe kendine itiraf eder misin?
Senin tercihin hangisi?
Tanımını yaşarken birlikte yaptığınız, herşeyiyle size özel, kaynağı tamamen siz olan gerçek bir sevgi ilişkisi mi?
Yoksa genel kabul görmüş tanımlara uygun, klasik bir aşk ilişkisi mi?
Önyargılar mı?
Özgür bir beynin, özgür bir ruhun, düşündükleri, hissettikleri mi?
28 Şubat 2009
Haşim Arıkan
Hadi, alttaki paragrafa geçmeden önce gözlerini kapa sen de , en samimi duygularınla kendince yap bir aşk tarifi. Hayal et, birbirine aşık iki insanın sana göre olması gereken ilişkisini.
Aşk sence de; Her an birlikte olmak, herşeyi beraber yapmak, hep aynı fikiri paylaşmak, bireysel alanlarından vazgeçmek mi? İçinde kişisel ihtiyaçlarının karşılanmaması nedeniyle gitgide büyüyen öfkeye, isyana rağmen her zaman karşındakine “seni seviyorum” ruhunu yansıtabilmek mi? Karşındaki insanın hoşuna gitmeyeceğini düşündüğün tüm duygu ve düşüncelerini, arzularını dile getirmeyerek, sadece onun hoşuna gidecek şeylerden söz etmek mi?
Bir insan bu ruh halini, sence ne kadar sürdürebilir ki? Ne kadar zaman sonra içine attığı, bastırdığı dirençlerin üzerinde sence azalmaya başlar etkisi?
Düşündün mü hiç? Acaba aşkın, eleştiriler, yalanlar, verilipte tutulamayan sözler, inkarlar, suçlamalarla, uzun sessizliklerle dolu ikinci evresine geçilmesine sebep bu yalancı bahar evresi olabilir mi?
Peki senin, aşkın bu ikinci evresinde tercih ettiğin yöntem hangisi?
Ortaya çıkan her sorunda sürekli karşı tarafı suçlayarak kurban rolü üstlenmek mi? Ortaya çıkan sorunların sayesinde yeni bir şeyler keşfederek ilişkiyi daha keyifli hale getirmek için çaba harcamak yerine, bütün zaman ve enerjini kimin suçlu olduğunu bulmak için tüketmek mi? Sergilediğin davranışların, yaşadığın tüm olumsuz duyguların sorumlusu olarak hep karşı tarafı göstermek mi?
Kendi kendine kaldığın zamanlarda, yaşadığın ilişkilerde senin yaratmış olduğun durumların sorumluluğunu bugüne kadar hiç dürüstçe üstlenebildin mi? Onların yaşanmasını nasıl ve neden istemiş olabileceğini sorgulamayı hiç denedin mi? Onların nasıl ve nedenlerini bulup, çözümlerini üretebildin mi? Sence insan yaşadıklarının sorumluluğunu sürekli üzerine almaktan kaçarken yaşadıkları değişebilir mi?
Dürüstçe kendine itiraf eder misin?
Senin tercihin hangisi?
Tanımını yaşarken birlikte yaptığınız, herşeyiyle size özel, kaynağı tamamen siz olan gerçek bir sevgi ilişkisi mi?
Yoksa genel kabul görmüş tanımlara uygun, klasik bir aşk ilişkisi mi?
Önyargılar mı?
Özgür bir beynin, özgür bir ruhun, düşündükleri, hissettikleri mi?
28 Şubat 2009
Haşim Arıkan
Fotograf: An Autumn in New York
13 yorum:
kendi adıma hiçbir zaman klasik bir aşktan yana olmadım. keşfettikçe,keşfedildikçe aşk tadından yenmez.tercih ettiysem kesinlikle farklı olduğundan, farkında olduğundandır.emme velakin keşke ama keşke şimdiye kadar gerçekten aşık oldum diyebilseydim.ilişkilerde kadın anaç yanını çok kullanmazsa uzun soluklu olabiliyor bana göre.alla alla geriye dönüp okudum da şimcik,''ne yaşadın da ne yazıyosun a gözüm alla alla'' dedim kendim kendime :))) sevgimle kalınız efenim..
İnsan neden birine aşık olur? Suretlerden aslına dönmek için mi? İnsan oldum olası ötekine muhtaçtır da ondan aşık olur. Herşeyi gören gözlerimiz kendimizi göremez. Kurgusu buna müsait değil çünkü. Nasıl olduğumuzu bize söyleyen öteki. Kokumuza yabancıyız. Bir parfümle gölgelenemzse tenimiz bilemeyiz nasıldır tenimizin esintisi. Bunu bize öteki söyler. Sesimizin perdesini bile bilmeyiz. Öteki kendimize giden haritayı bize sunarken....... Benim inandığım masal da aşk özgür değildir. Aşk ötekindeki kendimdir.
kardeşimle bir sohbetimizde bir ilişkim üzerine demişti ki; sen aşkı karşındakinde de, kendi gördüğün, duyduğun, hissettiğin gibi yaşamak istiyorsun ama biliyorsun değil mi karşındakinin sevme potansiyeli ve bunu gösterme şekli bu kadar daha fazlası değil inan... yarın bir başka kadını da sevse ancak bu kadar sevebilir bu adam. okuyunca aşka bakışımın ikisi de olmadığını fark ettim...ne gerçek bir sevgi ilişkisi benimkisi, ne de klasik bir aşk hikayesi... herşei ile bize özel, özenilen bir aşk ilişkisinin içine sıkışıp kalmış sevgiydi bizimkisi. ama bitti...
"AŞIK ODUR FEDA KILAR CANINI CANANINA"diyor Fuzuli."Aşığa Bağdat sorulmaz, ufukları aşar gider" diyor bir diğeri."Bir bakış baktın kalbimi yaktın ,aşkın kemendini boynuma taktın.Bahçende gülün kapında kölen olmaya razıyım sevgilim senin"diyor bir diğeri.Aşk kölelik mi? teslimiyet mi? yokoluş mu? ben yokum sen varsın deyiş mi?Keşke seven böyle yapabilse; yanmıştır demektir, yandıysa da YAKAR zaten.
Ayşegulkus@ Bu samimi satırlar için çok teşekkürler:)) Sevgilerimle
Uzağagidenkadın@ Biliyor musunuz? masalınız bana bir hint masalını hatırlattı.Tanrı daha önce bütün olan insanı ikiye bölmüş. özelliklerinin bir bölümünü erkeğe, bir bölümünü kadına vermiş. Bu yüzden de bizlerde diğer yarımızı bulmak için çabalayıp duruyormuşuz. Masalını bizimle paylaştığın için çok teşekkürler:)) Sevgilerimle
Evren@ Ne güzel ikinci el olmayan, sana özel bir ilişki yaşamışsın. Çok teşekkürler. Sevgilerimle:))
Sufi@ Yeter ki yürekten taşsın, hiç bir kalıba, kurala sığmayacak kadar taşkın olsun aşk. Yaksın, yansın. Yıllar yıllar sonra bir bloga yorum olarak yazılacak kadar tarih olsun aşk. Daha ne isteriz ki:)) Çok teşekkürler. Sevgilerimle:))
ilk basta biz kndimizi sevelim, Birinin bizi sevmesini beklemeden önce, kendimizle barışalım. Sonra sevmek ve sevilmenin eşsiz ritmine ayak uyduralım demek geldi içimden.
Aşka dair hep şunu düşündüm ben; Bir elmanın yarısı olmaktan öte iki ayrı elma olabilmek ve böylelikle paylaşabilmek hayatı.Biraz da kısıtlamalardan, özgür bırakmaktan geçer bunun yolu.
Aşk belki de o zaman aşk olur, yormaz aşkı yaşayanları.
Yüreğinize sağlık.
sevgiler, selamlar.
Ortaya çıkan her sorunda sürekli karşı tarafı suçlayarak kurban rolü üstlenmek mi? / Kimin haklı yada haksız olduğunun önemli olmadığı zamanlar vardır.. Aşktır darmadağın olan.. Hep haklı olsan ne yaza yada o hep haklı çıkmış ne gam.. Aşk bitiyor ,hem de çığlık çığlık.. Kaybedilenin güzelliği karşısında hangi haklılık madalyası sevindirebilir ki seni...
Hangisi benim tercihim...
Aşk...
Aşkım..
Aşkım parmak izimdir...
Aslında aşk bir hastalık gibidir diye düşünürüm.
Belirtileri belli. Karın ağrısı, kalp çarpıntısı, iştah kesikliği, biraz neşe, biraz kör olma hali. Teşhisi kolay. Gözlere bakmak yeterli. Ama tedavi ye gelince işte sorun orada. Ne ilacı var ne şifalı bitkisi. Nasıl bulaştığı konusu ise hiç belirsiz. Nereden, kimden, ne zaman, nasıl hiç bilinmeyen ve tedbir alınamayan bir şey.
Öyle bir şey ki dallarda böğürtlenleri gördünüz, hepsi iştah açıcı, hepsi kırmızı, onlarca, binlerce ama yemek için sadece birisine uzanırsınız. Ve bu seçimi neden, nasıl yaptığınızı bilemezsiniz…
Aşk da böyle bir şeydir çünkü. Çok insan vardır. Hayat Kapınızdan girip, çıkan, ama sade biririsinden gözünüzü alamazsınız...
“Birbirinizi sevin” bu sözler iki bin yıl önce söylendi. Gerçi verilen emir çok güçlü. Ama yinede pek çoğumuz bunca yıl boyunca emre aldırış etmemeyi başardık. Çoğumuz bu sözü dilimizden düşürmeyiz. Oysa beri yandan korkarız, çekiniriz aşık olup sevmekten. O işi delilere ya da azizlere bırakmışızdır.
Sevenlerden aşık olanlardan hemen kuşkulanırız. Kimsenin bir art niyeti olmaksızın bir başkasını gerçekten sevip aşık olamayacağını sanırız.
Sevgiyi aşkı bilemeyenleri hiç düşündük mü.?
Bilemeyenler duygusuz olduğu için mi bilemezler? Bence hayır.
Bilemeyenler onu reddedenlerdir. Reddetmenin ya da karşılaşmanın o büyülü anını yok saymanın asıl nedeni bencillik ve korkudur.
Evet bencillik ve korku.
Sevgi, verebilme soyluluğuyla, yaşama cesaretinin ortak ürünüdür. Sevmek, aşık olmak cesaret ister. Özellikle duygusal cesaret ister ki, çok az insan bunu bilir.
Toplumumuzda insana en büyük kötülüğü bu alanda yaptılar, bence. Toplumumuz hepimize “bencilliği” ve “korkmayı” öğretti. Bize öğretilen vermenin ve cesaretin bizim yıkımımıza yol açacağı.
Sanırım konu derin ve yazılacak çok şey var en iyisi kesmek...
size mutlu günler...
sonsuzluğu beklemeden, garanti istemeden, sözler vermeden sadece yaşamaktır gerekli olanı. gelecek kaygısı ve sözler girdiyse işin içine kaybetme korkusu başlamıştır bu korku da bir şeylerin ters gittiğini gösterir. hem neden sonsuza dek sürsün? Murathan Mungan'ın bi sözü geldi aklıma;
Aramaktan vazgeç demiyorum, bulmaktan vazgeç.
aşk herkese değişen ve farklı yaşanan bir duygu insan kendini sevdimi başkasını sevmesi çok daha kolay
efsa@ Çok güzel söylemişsin. Önce kendimizi seversek ondan sonrası o kadar kolay ki. Sevgilerimle:))
Özlem@ Oldum olası hiç inanmam bende şu bir elmanın iki yarısı masalına. Biz tek başımıza neyiz ki? Çok teşekkürler:)) Sevgilerimle
LÂL@ Ne diyebilirim ki bu söze. Aşkım parmak izimdir. Şapka çıkartabiliyorum sadece. Sevgilerimle:))
Nehiro@ Onu yaşarken alınan bütün zevklerin, verilen zevklerle karşılandığı , bir tarafın zevkinin, diğer tarafın acısıyla elde edilmediği, bir tarafa kazandırırken, diğer tarafa kaybettirmeyen bir duygu bence de. Çok teşekkürler:)) Sevgilerimle
Karakutu@ Arayorsan eğer o seni zaten bulacaktır değil mi? Sevgilerimle:))
Şirinem@ Sayılmaz bu cevabı önce efsa vemiş. Çok teşekkürler:)) Sevgilerimle
GÜNEŞ
YOKLUGUNA DOGDU BİR KEZ DAHA,HER YER AYDINLIK HER YER IŞIK İÇİNDEYKEN
GÖREMİYORUM NE SENİ NE DE HİÇ BİR ŞEYİ. SENİN IŞIGIN YOK VE BENİM
GÖZLERİM KÖR.KÖR BİR OKURGİBİ PARMAK UÇLARIMLA OKUYORUM ŞİMDİ YANLIZLIGIN
ALFABESİNİ.SEN AYDINLIK SAÇARKEN KARANLIK YÜZLERE BENİ İÇİNDEN ÇIKILMAZ
...KARANLIKTA BIRAKTIN.
DERSİMİZ AŞKTI VE... SEN BANA SEVMEYİ AŞKI ÖGRETTIN.AMA UNUTMAYI ÖGRETMEDİN..
Yorum Gönder