22 Ocak 2009

Dejavu!

Tavan arasındaki gizemli odanın kapısını yavaşça aralayıp, sessizce içeriye süzülüyorum. Kapıyı usulca kapatıp, sırtımı kapıya dayıyor ve etrafı sessizce kolaçan ediyorum. Rahatlayınca da sakin bir şekilde incelemeye başlıyorum odayı . Entresan hisler uyandırıyor insanın içinde. Dışarıdan insana kendini küçükmüş gibi hissettiriyor ama içine girince düşündüğünden çok daha büyük olduğunu fark ediyor insan. Her tarafta bır yığın çekmece var, bir bankanın kiralık kasalar bölümü sanki. Birden içimi garip bir his kaplıyor. Ürperiyorum. Sanki bu odayı ben hatırlıyorum! Yok, yok kesinlikle ben bu odayı tanıyorum. Sanki bu odaya daha önce de bir çok kez girdim ben. Ama, ne zaman, niçin, neden, kaç kere yaptım bunu tuhaf bir şekilde hatırlayamıyorum.

Çekmecelere doğru yürüyorum. Karşımdaki en temiz çekmeceyi yavaşça çekiyorum. Hiç zorlanmadan açılıyor. Yağ gibi kayıyor sanki kenar raylarının üzerinde. Açılması ile birlikte gözlerimin önünde harika bir görüntü canlanıyor. İzlerken yüzümü mutluluk bulutları kaplıyor, ardından da gözlerim buğulanıyor. Oğlummm, canım benim, küçük kuzum. Bu onun doğduğu, onu ilk kez kucağıma aldığım, kokusunu ilk kez ciğerlerime doldurduğum gün. Aşkımla birlikte döktüğümüz mutluluk gözyaşlarımızı tekrar izliyorum. Onun o muhteşem bebek kokusu çalınıyor bir kez daha burnuma. Buram, buram. O kırmızı pamuk gibi yanaklarını, o boğum boğum minicik parmaklarını hatırlıyorum. Yüzümdeki o mutlu gülümsemeyle istemeden de olsa yavaşça kapatıyorum bu çekmeceyi. Diğer çekmeceler de gözlerim. Onların içlerindekileri merak ediyorum.

Toz içindeki, sık açılmadığı her halinden belli başka bir çekmeceye takılıyor gözüm ona yöneliyorum bu sefer. Çekiyorum ama açılmıyor ilk denememde. Bir kez daha zorluyorum açmak için. Büyük bir gacırtı ile açılıyor bu sefer. Açılması ile birlikte başka bir güne ait görüntü canlanıyor yine gözlerimin önünde. Baba…. Tıpkı o günkü gibi hıçkırıklarım boğazımda düğümlenip kalıyor. Başlıyor her zamanki gibi içimdeki yıllardır susmayan o ses söylenmeye yine. “Neden daha çok sarılmadın ona? Neden onu daha çok öpmedin ki?” diye. Babam benim. Canım. Varlığına doyamadığım insan. Yüreğimin eksik tarafı. Bu onun ölüm günü. Evde benim dışımda herkes ağlıyor. Benimse gözyaşlarım direniyor bir türlü akmıyor. İlk düğüm bir çözülse belki hepsi boşalacak ama olmuyor. Olamıyor. Oda biraz serinliyor sanki. Üşümeye başlıyorum. Seni o kadar çok özledim ki baba. Açtığım gibi zor kapatıyorum bu çekmeceyi.

Kendimi biraz yorgun hissediyorum. Çıkmak istiyorum bu içine ilk defa girdiğimi zannettiğim ama yıllardır tanıyıp bildiğim odadan. Çıkmadan önce sırtımı bir kez daha kapıya dayayıp, son bir kez daha etrafımdaki çekmecelere bakıyorum. Kimileri az önce açtığım gibi toz içinde. Kimileri ise ilk açtığım gibi, tertemiz, pırıl pırıl. Kimileri ise saklıyor adeta kendini. Sanki henüz açılma vakti gelmemiş gibi. Acaba kendileri biliyormu ki içlerinde sakladıkları o gizemleri. Kimilerinin ise sallanıyor kulplarına bağlanmış iplerin ucundaki kırmızı mühürleri. Her ne ise mühürlenme sebebi?

Dışarıya çıkıp, kapıyı yavaşça kapatırken, düşünüyorum odanın karanlık tarafında kalan gitmeye cesaret edemediğim bölümdeki, belki de özellikle unutulmak için gizlenmiş çekmeceleri. Kapıyı önüne yavaşça çömeliyorum. Bir yığın soru uçuşmaya başlıyor aklımda yine her zaman olduğu gibi.

Acaba ne kadar sıklıkla açıyoruz ki, çatı katında, kapısında “beyin” yazan, o meşhur odadaki çekmecelerimizi? Bugüne kadar açtığımız, içinde ne olduğunu bildiğimiz kaç çekmecemiz var? Henüz zamanı gelmemiş, açılmamış olan kaç tane var geride? Acaba en çok açtıklarımız hangileri? Açıpta gördüklerimizden hoşlanmayıp kapattıklarımız kaç tane? Bilipte açmaya cesaret edemediklerimiz, bantladıklarımız, mühürlediklerimiz, unutmak için karanlık ışık görmez bölgeye gizlediklerimiz kaç tane?

Soruyorum kendime.
İnsanın çok çekmecesi olması mı iyi, yoksa sayısı ne olursa olsun, rastgele elini atıp, hiç pişmanlık yada eksiklik duymadan, hepsini sevgiyle, gururla açabilmesi mi?

21 Şubat 2007
Haşim Arıkan

4 yorum:

Yeşim Özdemir dedi ki...

Elimi rastgele atıp gönül rahatlığıyla çekmecelerimi açabilmek için sanırım biraz daha zaman gerekiyor kendi adıma. Bir çok çekmecemi düzene koyduğum halde ya da dağınıklığına alıştığım halde, bazılarına hala elimi atmaktan tedirgin oluyorum. Ama bir gün gelecek o tozlu çekmeceler de gün yüzüne çıkacak:)

metanoia forever dedi ki...

ben de çekmeceleri zırt pırt açanlardanım hatta onları çekmeceye bile koymadım, herbiryerlerdeler, elimin altındalar, hemen ulaşabileyim diye. belki de sıkı sıkı sarılmışım onlara. buda bazen beni yoruyor. ama haşim, sen açtın bugün çekmecelerden birini: evet neden ona sarılmadımki sıkı sıkı, babacııııım diye?

tutsak dedi ki...

Sevgili Haşim
Yazını okurken çok sevdiğim bir kitabı aklıma getirdi. Bazı çekmecelerin analitik zihin dışına atıldığını ve onları değil açmak, bulmanın bile çok zor olduğunu anlatıyordu.Okumadıysan mutlaka okumanı tavsiye ederim.(L. Ron Hubbard'ın DİANETİK- insan aklının sınırları)
SEVGİLER

Adsız dedi ki...

Yaşadığım her iyiyi ve kötüyü özenle katlayıp yerleştirdiğim, kimi zamanda özensizce çekmeceye fırlattığımı düşündüm yazınızı okurken.sahiplenmek gerek, yüzleşmek gerek çokça..arada çekmeceleri de havalandırmak tabii :) kaleminize sağlık ..