Küçük kare bir masada karşılıklı oturuyorlardı. Hem tabaklarındaki yiyecekleri hem de ceplerinde ki kelimeleri yavaş yavaş tükenmeye başlamıştı. Ekranda beliren Victoria’s secret defilesi ile birlikte adamın gözleri ister istemez restaurantın ortasındaki büyük kolonun üzerine monte edilmiş plazma tv’ye doğru kaydı. Kadının gözleri ise karşısında oturan o çok sevdiği adamın üzerindeydi.
Masada başgösteren bu sessizliği fırsat bilen provokatör cümleler beyninin içinde hemen cirit atmaya başlamışlardı. Bir tanesinin sesi hiç zaman kaybetmeden çınladı kulaklarında “Seni anlayamıyorum, ondan hala ilk günkü gibi olmasını nasıl bekleyebiliyorsun ki!” Fitili ateşleyen bu ilk cümlenin ardından diğerleri de vakit kaybetmeden sıraya girmişlerdi. “Gözlerini açıp etrafına bir baksana, herkes sizin gibi değil mi zaten? Bu herkesten farklı olma çabası neden? Herkes ortalıkta bas bas aşkın ömrü en fazla üç yıldır diye bağırırken sen hala ilk günkü gibi olmasını nasıl bekleyebiliyorsun ki! Hayalcilikten başka bir şey değil bu seninkisi. Artık kendini kandırmaktan vazgeç. Gerçekleri kabullen. ”
Belli etmemeye çalıştı ama istemese de keyfi kaçmıştı. Her zaman olduğu gibi yine susturamamıştı beynindeki bu provokatif cümleleri. “Herkesmiş!” dedi kendi kendine. Onlar onu böyle sürekli taciz ederek herkese benzetmeye çalışsa da, o hala onu ilk günkü gibi sevdiğine inanıyordu. Hala akşamları fırsatını bulur bulmaz onun kucağına yatmaktan, onun saçlarını yavaş yavaş okşamasından, ellerini teninde yavaş yavaş dolaştırmasından büyük keyif alıyordu. Onunda onu çok sevdiğine kesinlikle emindi. Başında ve vücudunda gezinen o muhteşem ellerden kendisine doğru akan sevgiyi her zaman yoğun olarak hissedebiliyordu. Yine de tutamadı kendini, beyninde serseri mayın gibi dolaşan o cümlelere yenik düştü ve sordu. “Beni hala seviyor musun?”
Hiç beklemediği bir an da gelen bu soruyla birlikte adam hatasını anlayıp gözlerini plazma tv’den ayırarak bulunduğu masaya hızlı bir geri dönüş yaptı. Suç üstü yakalanmış yaramaz bir çocuk gibi biraz mahçup bir ifadeyle gülümsüyordu. “Biliyor musun bence en güzel sözler, söylenmeye ihtiyaç duyulmayan sözlerdir aslında. Ama zaman zaman kendimi işe biraz fazla kaptırıp bu en güzel sözleri sana yeterince hissettiremiyorum ben galiba.” diyerek dönem dönem karşılaştığı ve sorulmasından açıkcası pek de hoşlanmadığı bu soruyu cevaplamaya çalıştı. Bu soru ona her sorulduğunda yaptığı gibi “Seni çok seviyorum” diyerek, kadehini kaldırıp ona doğru uzattı. Hem kadehleri hem de gözleri birbiriyle buluştu. İkisi de birbirlerinin göz bebeklerinde kendilerini gördüler. İkisi de o an aslında nerede yanlış yaptıklarını anladı.
Hayatı paylaşmaya başladıkları o ilk günden bu yana birbirlerinin yoğun sevgisini kazanmayı başarmışlardı ama belki de farkında olmadan kendi özgün ruhlarını kaybetmişlerdi. İkisi de birbirinin bütün varlığı haline gelmişti.
Bir insanın “Seni seviyorum” diyebilmesi için önce “ben” demeyi bilmesi gerekmez miydi?
03 Nisan 2008
Haşim A.
Masada başgösteren bu sessizliği fırsat bilen provokatör cümleler beyninin içinde hemen cirit atmaya başlamışlardı. Bir tanesinin sesi hiç zaman kaybetmeden çınladı kulaklarında “Seni anlayamıyorum, ondan hala ilk günkü gibi olmasını nasıl bekleyebiliyorsun ki!” Fitili ateşleyen bu ilk cümlenin ardından diğerleri de vakit kaybetmeden sıraya girmişlerdi. “Gözlerini açıp etrafına bir baksana, herkes sizin gibi değil mi zaten? Bu herkesten farklı olma çabası neden? Herkes ortalıkta bas bas aşkın ömrü en fazla üç yıldır diye bağırırken sen hala ilk günkü gibi olmasını nasıl bekleyebiliyorsun ki! Hayalcilikten başka bir şey değil bu seninkisi. Artık kendini kandırmaktan vazgeç. Gerçekleri kabullen. ”
Belli etmemeye çalıştı ama istemese de keyfi kaçmıştı. Her zaman olduğu gibi yine susturamamıştı beynindeki bu provokatif cümleleri. “Herkesmiş!” dedi kendi kendine. Onlar onu böyle sürekli taciz ederek herkese benzetmeye çalışsa da, o hala onu ilk günkü gibi sevdiğine inanıyordu. Hala akşamları fırsatını bulur bulmaz onun kucağına yatmaktan, onun saçlarını yavaş yavaş okşamasından, ellerini teninde yavaş yavaş dolaştırmasından büyük keyif alıyordu. Onunda onu çok sevdiğine kesinlikle emindi. Başında ve vücudunda gezinen o muhteşem ellerden kendisine doğru akan sevgiyi her zaman yoğun olarak hissedebiliyordu. Yine de tutamadı kendini, beyninde serseri mayın gibi dolaşan o cümlelere yenik düştü ve sordu. “Beni hala seviyor musun?”
Hiç beklemediği bir an da gelen bu soruyla birlikte adam hatasını anlayıp gözlerini plazma tv’den ayırarak bulunduğu masaya hızlı bir geri dönüş yaptı. Suç üstü yakalanmış yaramaz bir çocuk gibi biraz mahçup bir ifadeyle gülümsüyordu. “Biliyor musun bence en güzel sözler, söylenmeye ihtiyaç duyulmayan sözlerdir aslında. Ama zaman zaman kendimi işe biraz fazla kaptırıp bu en güzel sözleri sana yeterince hissettiremiyorum ben galiba.” diyerek dönem dönem karşılaştığı ve sorulmasından açıkcası pek de hoşlanmadığı bu soruyu cevaplamaya çalıştı. Bu soru ona her sorulduğunda yaptığı gibi “Seni çok seviyorum” diyerek, kadehini kaldırıp ona doğru uzattı. Hem kadehleri hem de gözleri birbiriyle buluştu. İkisi de birbirlerinin göz bebeklerinde kendilerini gördüler. İkisi de o an aslında nerede yanlış yaptıklarını anladı.
Hayatı paylaşmaya başladıkları o ilk günden bu yana birbirlerinin yoğun sevgisini kazanmayı başarmışlardı ama belki de farkında olmadan kendi özgün ruhlarını kaybetmişlerdi. İkisi de birbirinin bütün varlığı haline gelmişti.
Bir insanın “Seni seviyorum” diyebilmesi için önce “ben” demeyi bilmesi gerekmez miydi?
03 Nisan 2008
Haşim A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder