Çekmeköy taraflarında oturduğum için sabahları işe giderken Fatih Sultan Mehmet köprüsünü tercih ederim. Hem kısa bir süreliğine de olsa o güzelim boğazı görebilmek, hemde daha az trafiğe yakalanmak amacıyla da, kendimi her sabah köprüyü geçer geçmez sağdaki ilk çıkıştan -Küçük Armutlu'dan- aşağıya, hemen sahil yoluna atarım. Atmasına atarım da, özellikle bahar mevsimlerinde, istinyeye kadar devam eden bu keyifli yolculuğumda, kendimi istekleri hiç bitmeyen arsız küçük çocuklara benzetirim.
Önce oltaları ellerinde, arkalarındaki yoldan vızır vızır geçen araçların içinde bir yerlere yetişme çabası içinde olan insanların aksine, son derece sakin bir şekilde balık tutanlara bakar gıpta ederim. Bende onlar gibi yanıma –balık tutmayı çok seven- canım oğlumu alıp, onunla birlikte telaşsız ve gailesiz ellerimizde oltalarımız birlikte keyifle balık tutmak isterim.
Kafamı sola çevirdiğimde, bu sefer eski ahşap panjurları ile iki katlı müstakil evlere takılır gözüm. O an yüzleri cama dönük koltuklarda aşkımla karşılıklı oturup, ortamızdaki sehpanın üzerinde ince belli cam bardaklarda tavşan kanı yeni demlenmiş çayımız, yanında fırından yeni aldığım sıcacık sokak simitlerimiz ve tam yağlı nefis beyaz peynirimizle, boğazın o eşsiz manzarasına bakarak bir yandan kahvaltı etmek, bir yandan sohbet etmek isterim.
Önündeki trafik lambasında kırmızıya yakalandığımda sol tarafımda Mehtap Cafe’yi görünce, bu sefer yıllanmış ağaçların altındaki bir masaya ailecek kurulup, önümüzdeki küçük sahanlardaki yeni pişmiş menemenlerimizi, tazecik ekmeklerimizden kopardığımız parçaları içine bandıra bandıra yemek, bir yandan aida bardaklarda taze demli çaylarımızı yudumlarken bir yandan da yanımızda getirdiğimiz gazetelerimizi telaşsız sakin, sakin okumak isterim.
Emirgan’a geldiğimde, sahilde elele yürüyen çiftlere kayar bu sefer gözüm. Aşkımla elele tutuşup sahilden Emirgan’a kadar yürümek, yavaş yavaş kendini gösteren güneşin sıcaklığını iliklerimde hissetmek, Emirgan parkındaki renk-renk, çeşit-çeşit yüzlerce laleyi görüp biraz olsun keyiflenmek isterim.
İstinye’ye geldiğimde sona erer artık içimde her sabah yeniden canlanan her gördüğünü isteyen arsız küçük çocukluğum ve sahil yolunda yaptığım bu çok kısa ama çok keyifli yolculuğum. Vururum İstinye yokuşundan yukarıya doğru kendimi. Basarım tekrar gaz pedalına. Vardığımda Maslak’ın o göğe doğru uzanan, yeşile hasret kalmış beton bloklarına, bende karışırım hemen, maslakta yaşayan o meşhur, zavallı plaza insanlarının arasına.
13 Nisan 2007
Haşim A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder