Üniversite eğitimimin ilk yılları benim için belki de hayatımın en zor yıllarıydı. Bir yandan okulu bitirmeye uğraşıyor bir yandan da akıl sağlığı yerinde olmayan annemle ilgilenmek zorunda kalıyordum. Doktorlar onun durumuna herhangi bir çözüm yolu bulamıyorlardı.Annemin bu durumu zaten yeterince canımı yakıyordu. Bu durumu birde çevremle paylaşıma açmak ise o yıllarda bana hiç de cazip gelmiyordu. Bu acıyı kendi içimde yaşıyor. Annemin bu durumunu arkadaşlarımla paylaşmayı düşünmüyordum. Bu durum birinci sınıfın sonuna kadar böyle devam etti ta ki yaşadığım acı tecrübe ile bazı gerçekler kafama dank edene kadar.
Allaha şükür halimiz vaktimiz yerindeydi rahmetli dedem anneme hatırı sayılır bir miras bırakmıştı. Bu da yaşam standardımızı zorlanmadan sürdürmemize imkan veriyordu.Herhangi bir acil durumda çabuk hareket edebilmek için okula kendi arabamla gidip geliyordum. Gençliğin ve imkanlarımın iyi olması sebebiyle kendime olabildiğince özen gösteriyor. Kılık kıyafetime de çok dikkat ediyordum.
Öte yandan annemin rahatsızlığı yüzünden arkadaşlarımla bir türlü yakın ilişkiler kuramıyordum.
Bir gün beni aradıklarında telefonu annem açarsa diye hiç birine ev telefonumu veremedim. Bir gün bizim eve de çağırmak zorunda kalırım diye çağırdıklarında hiç birinin evine gidemedim. Eve gelip annemi görecekler, geçmişte bıraktığım bazı acıları onlara da anlatmak zorunda kalacağım ve kabuk tutmuş o yaraları kaşıyıp tekrar kanatacağım korkusuyla onları eve hiç bir zaman çağıramadım.
Ben kimseye bu durumumu anlatamadım. Kimse de allahtan gelip bana neden böyle davrandığımın sebeplerini sormadı.
Bir müddet sonra çevremdeki arkadaşlarım yavaş yavaş benden uzaklaşmaya başladılar. Ben yanlarına gittiğimde konuştukları konuyu hemen kesiyorlar, gün geçtikçe bana daha da soğuk davranıyorlardı. Yine kantinde onları görüp yanlarına gittiğim birgün, sağolsun lafını hiç sakınmayan Oğuzhan’ın sözleri, masaya gelmemle birlikte bir anda suratımda tokat gibi patladı.
- Hoşgeldiniz beyefendi artık bir karar verseniz diyorum. Bizi kendinize layık buluyormusunuz, yoksa layık bulmuyormusunuz? Okul da bakıyorum yanımıza gelip lütfedip bizlerle muhabbet ediyorsunuz. Ama hadi bize gidelim dediğimizde mazaretin biri bin para. Ev telefonunu bize vermek ise zinhar yasak. Hele hele size gidelim deme lütfuna henuz hiç birimiz nail olamadık. Bizi arkadaş olarak kendine layık bulmuyorsan, okul dışında bizimle görüşmek istemiyorsan, açıkça, mertçe yüzümüze karşı söylede, sende rahatla, bizde rahatlayalım!
Bir anda bütün vücudumu ateş bastı, sanki başımdan aşağı kaynar sular boşandı. Bu durum inanılmaz ağırıma gitmişti. Hani derler ya “yer yarılsa da yerin içine girseydim” diye aynen o durumdaydım. Hiç bir şey söylemeden kendimi kantinden zor dışarı attım. Arabaya atladığım gibi soluğu deniz kenarındaki henuz kimsenin bilmediği o küçük, şirin çay bahçesinde aldım. Şansıma etrafta da kimseler yoktu. Bir yandan yeni demlenmiş tavşan kanı çayımı yudumlarken diğer yandan da düşünüyordum.
Biz insanlar hepimiz çok iyi birer senaristtik aslında. Önümüzde yaşanmakta olan hayattan/durumdan, kopuk kopuk, parça parça bölümler seyrettiğimizde, hemen, üstelik çok da kolay bir şekilde yaşananların tamamı hakkında kusursuz senaryolar yaratabiliyoruz. Sonra yarattığımız senaryoya kendimizde inanıp, buna uygun olarak, karşımızdakilere tepki vermekte bir sakınca görmüyoruz. Çoğunlukla da yazdığımız bu senaryolar canımızı sıktığı için, verdiğimiz tepkilerle de karşımızdakinin canını bayağı bir yakıyoruz.
Neden seyretmiş olduğumuz bu küçük kesitleri senaryolaştırmak bize bu kadar cazip geliyor?
Neden başrol oyuncusuna oynadığı filmin senaryosunu soramıyoruz?
İçimizde bastıramadığımız bu senarist olmak isteği niye?
Yazdığımız senaryonun çoğunlukla gerçeğinden çok farklı olduğunu, sonrasında neden olduğu kalp kırıklıklarını göre göre her seferinde niye inatla yazmaya devam ediyoruz?
Kafamızda oluşturduğumuz bu senaryolar yüzünden kimbilir hayatımız boyunca kaç kere eşimizle, dostumuzla, çocuğumuzla tartışıyoruz, sonrasında gerçek senaryoyu ögrendiğimizde hatamızı anlayıp kimbilir kaç kere onlardan özür diliyoruz.
Kendime hayatımın bundan sonrası için, asla başkalarının hayatı ile ilgili eldeki mevcut verilere bakarak senaryolar üretmeyeceğime, gerçeği sadece onlara sorarak öğreneceğime dair söz veriyorum.
Bardağımdaki son yudumu da kafaya diktikten sonra kararlı bir şekilde arabaya doğru yürüyorum. Evet gidip onlarla gerçek senaryoyu paylaşacağım. Çünkü onlara değer veriyorum.
05 Aralık 2006
Allaha şükür halimiz vaktimiz yerindeydi rahmetli dedem anneme hatırı sayılır bir miras bırakmıştı. Bu da yaşam standardımızı zorlanmadan sürdürmemize imkan veriyordu.Herhangi bir acil durumda çabuk hareket edebilmek için okula kendi arabamla gidip geliyordum. Gençliğin ve imkanlarımın iyi olması sebebiyle kendime olabildiğince özen gösteriyor. Kılık kıyafetime de çok dikkat ediyordum.
Öte yandan annemin rahatsızlığı yüzünden arkadaşlarımla bir türlü yakın ilişkiler kuramıyordum.
Bir gün beni aradıklarında telefonu annem açarsa diye hiç birine ev telefonumu veremedim. Bir gün bizim eve de çağırmak zorunda kalırım diye çağırdıklarında hiç birinin evine gidemedim. Eve gelip annemi görecekler, geçmişte bıraktığım bazı acıları onlara da anlatmak zorunda kalacağım ve kabuk tutmuş o yaraları kaşıyıp tekrar kanatacağım korkusuyla onları eve hiç bir zaman çağıramadım.
Ben kimseye bu durumumu anlatamadım. Kimse de allahtan gelip bana neden böyle davrandığımın sebeplerini sormadı.
Bir müddet sonra çevremdeki arkadaşlarım yavaş yavaş benden uzaklaşmaya başladılar. Ben yanlarına gittiğimde konuştukları konuyu hemen kesiyorlar, gün geçtikçe bana daha da soğuk davranıyorlardı. Yine kantinde onları görüp yanlarına gittiğim birgün, sağolsun lafını hiç sakınmayan Oğuzhan’ın sözleri, masaya gelmemle birlikte bir anda suratımda tokat gibi patladı.
- Hoşgeldiniz beyefendi artık bir karar verseniz diyorum. Bizi kendinize layık buluyormusunuz, yoksa layık bulmuyormusunuz? Okul da bakıyorum yanımıza gelip lütfedip bizlerle muhabbet ediyorsunuz. Ama hadi bize gidelim dediğimizde mazaretin biri bin para. Ev telefonunu bize vermek ise zinhar yasak. Hele hele size gidelim deme lütfuna henuz hiç birimiz nail olamadık. Bizi arkadaş olarak kendine layık bulmuyorsan, okul dışında bizimle görüşmek istemiyorsan, açıkça, mertçe yüzümüze karşı söylede, sende rahatla, bizde rahatlayalım!
Bir anda bütün vücudumu ateş bastı, sanki başımdan aşağı kaynar sular boşandı. Bu durum inanılmaz ağırıma gitmişti. Hani derler ya “yer yarılsa da yerin içine girseydim” diye aynen o durumdaydım. Hiç bir şey söylemeden kendimi kantinden zor dışarı attım. Arabaya atladığım gibi soluğu deniz kenarındaki henuz kimsenin bilmediği o küçük, şirin çay bahçesinde aldım. Şansıma etrafta da kimseler yoktu. Bir yandan yeni demlenmiş tavşan kanı çayımı yudumlarken diğer yandan da düşünüyordum.
Biz insanlar hepimiz çok iyi birer senaristtik aslında. Önümüzde yaşanmakta olan hayattan/durumdan, kopuk kopuk, parça parça bölümler seyrettiğimizde, hemen, üstelik çok da kolay bir şekilde yaşananların tamamı hakkında kusursuz senaryolar yaratabiliyoruz. Sonra yarattığımız senaryoya kendimizde inanıp, buna uygun olarak, karşımızdakilere tepki vermekte bir sakınca görmüyoruz. Çoğunlukla da yazdığımız bu senaryolar canımızı sıktığı için, verdiğimiz tepkilerle de karşımızdakinin canını bayağı bir yakıyoruz.
Neden seyretmiş olduğumuz bu küçük kesitleri senaryolaştırmak bize bu kadar cazip geliyor?
Neden başrol oyuncusuna oynadığı filmin senaryosunu soramıyoruz?
İçimizde bastıramadığımız bu senarist olmak isteği niye?
Yazdığımız senaryonun çoğunlukla gerçeğinden çok farklı olduğunu, sonrasında neden olduğu kalp kırıklıklarını göre göre her seferinde niye inatla yazmaya devam ediyoruz?
Kafamızda oluşturduğumuz bu senaryolar yüzünden kimbilir hayatımız boyunca kaç kere eşimizle, dostumuzla, çocuğumuzla tartışıyoruz, sonrasında gerçek senaryoyu ögrendiğimizde hatamızı anlayıp kimbilir kaç kere onlardan özür diliyoruz.
Kendime hayatımın bundan sonrası için, asla başkalarının hayatı ile ilgili eldeki mevcut verilere bakarak senaryolar üretmeyeceğime, gerçeği sadece onlara sorarak öğreneceğime dair söz veriyorum.
Bardağımdaki son yudumu da kafaya diktikten sonra kararlı bir şekilde arabaya doğru yürüyorum. Evet gidip onlarla gerçek senaryoyu paylaşacağım. Çünkü onlara değer veriyorum.
05 Aralık 2006
Haşim A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder