Gözyaşlarım yanaklarımdan sicim gibi aşağıya süzülüyor. Yoruldum artık, silmekten vazgeçip bıraktım onları. İçim yanıyor. Ona sarılmak neden, neden yaptın bunu diye sormak istiyorum. Aslında çok iyi bildiğim cevabı, son bir kez de onun ağzından da duymak istiyorum. Birazdan hoca gelip namazını kıldıracak bize. "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye soracak hepimize. Eminim ki herkes yürekten iyi bilirdik diyecek. Sonra herkes, olmayan hakkını helal edecek ona hep bir ağızdan. "HELAL OLSUN. HELAL OLSUN. HELAL OLSUN." diye. Üç kere üst üste usulünce. Esas bizlere hakkını helal etmesi gereken “o” iken.
Canım arkadaşım, sırdaşım, can dostum kaç kere konuştuk bunu seninle. Her seferinde "haklısın" dedin bana. Ama konuştuğumuz herşey hep konuştuğumuz yerde kaldı. Bu kadar mı zordu “HAYIR” diyebilmek insanlara, tek diyebileceğin “HAYIR” yaşamına mı karşıydı?
Gece geç saatlere kadar çalışırdı bazı günler sabahlardı mesai arkadaşlarına “HAYIR” diyemediği için. Herkes kendi işini ona devredip çantasını alıp gezmeye giderken “o” nu çok ama çok severdi hiç bir zaman onlara “HAYIR” demediği için.
Karısının bir tanesiydi “o” ona hiçbir zaman “HAYIR” diyemediği için. Karısı istemiyor diye görüşemediği için etrafında erkek arkadaşı kalmamıştı. Halbuki ne çok keyif alırdı hep birlikte futbol maçlarına gidip, maç çıkışı bir birahanede oturup bitek atıp maçın kritiğini yapmaktan.
Annesinin bir tanecik oğluydu “o” annesine hiç bir gün “HAYIR” diyemediği için. Sırf annesi istediği için maliye okumuş, sırf annesi istediği için devlet memuru olmuş, sırf annesi istediği için Mine ile evlenmişti.
Mahalle arkadaşıydık onunla aynı sokaklarda birlikte büyüdük. İlk başlarda onunda küçük “HAYIR” ‘ları vardı çok nadir, küçük harfli de olsa. Fakat annesi Fatma teyze bu “HAYIR”’ları hiç bir zaman dikkate almadı. Hep oyunun en guzel yerinde onu eve çağırır yada bakkala yollardı. Onun isteklerinin o nadir , küçük harfli “HAYIR” ‘larının bir anlamı yoktu Fatma teyze için. Ne zaman ve ne kadar ders çalışacağına, hatta o gün ne giyip ne yiyeceğine hep o karar verdi. Yıllar geçtikçe artık onunda “HAYIR” diye bir kelime kalmamıştı lugatında. Ona göre “HAYIR” demek hayatta yapayanlız kalmak demekti. “HAYIR” dediğinde terkedileceğinden, sevilmeyeceğinden korktu hep. Fatma teyze ona bunu ögretmişti çünkü.
O “HAYIR” diyemedikçe herkes sırtındaki küfeyi doldurdukça doldurdu. O “HAYIR” diyemedikçe herkes onu çok ama çoook sevdi, onu hiç terketmedi. Ama kimse küfesindeki yükün onun taşıyabileceği ağırlığı çoktan geçtiğinin asla farkına varamadı. Sonunda “o” da bu yükü daha fazla taşıyamadı.
Oysa herkes kendi sınırlarını çoktan oluşturmuş bu sınırlarını “HAYIR” ‘ları ile eşe, dosta, ailesine çoktan ilan etmişti. Hayatına kimin ne kadar girebileceği, onun özeline ne kadar yaklaşabileceği belliydi. Bu sınırları algılayamayan olursa da da herkes “HAYIR” kelimesinin sihirli gücü ile çok güzel ve kısa zamanda bunu ona ögretiyordu. Ama sınırları olmayan birini bulduğunda da onun bütün özel alanlarını sınırını çizemediği için taciz etmektende sakınmıyordu.
Şu an cenazede bulunan kaç kişi acaba onun “faili meçhul” intiharında aslında katil zanlısı olduğunun farkındaydı.
01 Aralık 2006
Canım arkadaşım, sırdaşım, can dostum kaç kere konuştuk bunu seninle. Her seferinde "haklısın" dedin bana. Ama konuştuğumuz herşey hep konuştuğumuz yerde kaldı. Bu kadar mı zordu “HAYIR” diyebilmek insanlara, tek diyebileceğin “HAYIR” yaşamına mı karşıydı?
Gece geç saatlere kadar çalışırdı bazı günler sabahlardı mesai arkadaşlarına “HAYIR” diyemediği için. Herkes kendi işini ona devredip çantasını alıp gezmeye giderken “o” nu çok ama çok severdi hiç bir zaman onlara “HAYIR” demediği için.
Karısının bir tanesiydi “o” ona hiçbir zaman “HAYIR” diyemediği için. Karısı istemiyor diye görüşemediği için etrafında erkek arkadaşı kalmamıştı. Halbuki ne çok keyif alırdı hep birlikte futbol maçlarına gidip, maç çıkışı bir birahanede oturup bitek atıp maçın kritiğini yapmaktan.
Annesinin bir tanecik oğluydu “o” annesine hiç bir gün “HAYIR” diyemediği için. Sırf annesi istediği için maliye okumuş, sırf annesi istediği için devlet memuru olmuş, sırf annesi istediği için Mine ile evlenmişti.
Mahalle arkadaşıydık onunla aynı sokaklarda birlikte büyüdük. İlk başlarda onunda küçük “HAYIR” ‘ları vardı çok nadir, küçük harfli de olsa. Fakat annesi Fatma teyze bu “HAYIR”’ları hiç bir zaman dikkate almadı. Hep oyunun en guzel yerinde onu eve çağırır yada bakkala yollardı. Onun isteklerinin o nadir , küçük harfli “HAYIR” ‘larının bir anlamı yoktu Fatma teyze için. Ne zaman ve ne kadar ders çalışacağına, hatta o gün ne giyip ne yiyeceğine hep o karar verdi. Yıllar geçtikçe artık onunda “HAYIR” diye bir kelime kalmamıştı lugatında. Ona göre “HAYIR” demek hayatta yapayanlız kalmak demekti. “HAYIR” dediğinde terkedileceğinden, sevilmeyeceğinden korktu hep. Fatma teyze ona bunu ögretmişti çünkü.
O “HAYIR” diyemedikçe herkes sırtındaki küfeyi doldurdukça doldurdu. O “HAYIR” diyemedikçe herkes onu çok ama çoook sevdi, onu hiç terketmedi. Ama kimse küfesindeki yükün onun taşıyabileceği ağırlığı çoktan geçtiğinin asla farkına varamadı. Sonunda “o” da bu yükü daha fazla taşıyamadı.
Oysa herkes kendi sınırlarını çoktan oluşturmuş bu sınırlarını “HAYIR” ‘ları ile eşe, dosta, ailesine çoktan ilan etmişti. Hayatına kimin ne kadar girebileceği, onun özeline ne kadar yaklaşabileceği belliydi. Bu sınırları algılayamayan olursa da da herkes “HAYIR” kelimesinin sihirli gücü ile çok güzel ve kısa zamanda bunu ona ögretiyordu. Ama sınırları olmayan birini bulduğunda da onun bütün özel alanlarını sınırını çizemediği için taciz etmektende sakınmıyordu.
Şu an cenazede bulunan kaç kişi acaba onun “faili meçhul” intiharında aslında katil zanlısı olduğunun farkındaydı.
01 Aralık 2006
Haşim A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder