3 Ekim 2011

Herkesin kendine ait bir öyküsü var, bu öykülerinin görünürdeki farklılıklarının gerisinde ise tek bir öykü...


Düşünüyorum.
Ve gördüğüm herşeyi otomatik olarak önyargılarıma göre tercüme ediyor, çevremdekileri kategorize edip, etiketliyorum.
Beynimde “normal” olarak tanımlanmış şablonlarım var ve her şeyin kendi şablonunun içine mükemmel bir şekilde oturmasını bekliyorum.

Unutuyorum.
Herkesin benim gibi sadece bir insan olduğunu, tek farkımızın kendimizi ifade ediş biçimimiz olduğunu.
Onların da dahil olduğum o büyük bütünün, küçük parçası olduğunu.
O büyük bütünün, küçük parçalarının yaratmakta olduğu güzel veya çirkin, iyi veya kötü gerçekliklerle evrildiğini.
Tarih denilen şeyin bu küçük parçaların yarattığı gerçekliklerle yazıldığını, şekillendiğini, değiştirildiğini.
Her küçük parçanın yarattığı gerçekliklerle, diğerleri için bir farklılık yarattığını ve onlara bir örnek oluşturduğunu.
Herkesin ancak bu sayede neyi desteklediğini fark edebildiğini.

Bilmiyorum.
Kimin bu evrilmeye ne kadar katkı sağladığını.
Kimin hangi konuda yetenekleri olduğunu, hangi özel yönünün bulunduğunu.
Kimin varlığının, nelerin anlamını çoğalttığını.
Kime hangi rolün verildiğini, kimin kendisine verilen rolün hakkını verdiğini, kimin rolünü fazla abarttığını.

Sürekli yargılıyorum.
Herşeyi, herkesi...
Beynime ulaşmış olan en son bilgiye göre.
Gerçekler sadece benim beynindeki bu bilgilerle sınırlıymış ve herkes için geçerli doğruların hepsini bilirmişcesine.

Dışlıyorum...
Başkalaştırıyorum...
Farklılaştırıyorum kendimi, “normal” olarak adlandırdığım beynimdeki şablonlara tam oturmayanlardan.
Sanki ben onlardan daha iyi yada onlar benden daha az olabilirmiş gibi.
Sanki onlardan daha önemliymişim, yada onlar benden daha değersizmiş gibi.
Yabancılaşıyorum hergün biraz daha onlarla ve yalnız hissetmeye başlıyorum kendimi .

Düşünmüyorum hiç.
Normal olabilmek adına içimde sürekli baskıladığım arzuları serbest bıraktığımda onların ortaya çıkacak o bozulmamış doğasının bana neler yaşatabileceğini, neleri farklı hissedebileceğimi .
Zihnimdeki bu yanılsamaları silip, ilişkilerimi kendi özümün –geçmişle hiç bir bağı olmayan- anlık koşullandırmalarına göre yaşayabilmeyi.

Hayatımı koşulsuz, kuralsız, şartsız an be an kendim yaratıyormuş, sanki öncesi olmayan bir hayat yaşıyormuşum gibi...

11 Aralık 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: The life before her eyes

Hiç yorum yok: