19 Aralık 2009

Sözcükler, sen onların gerçekliğinin farkına varana kadar senin için çok az şey ifade eder…

Korkuyor musun?
İçinde hapsolduğun, hücre parmaklıkları olmayan, kapısında kilidi bulunmayan bu hapishaneden kaçıp kurtulmaktan.
Düşüncelerini değiştirdiğinde seçeneklerinin değişmesi mi korkutuyor seni?
Yoksa seçeneklerini değiştirdiğinde hayatının değişmesi mi!
Hiç birine tutunamadığın iki dünya arasında bir sarkaç gibi sürekli gidip gelmek mi sence en iyisi?
Bir içindeki dünyaya, bir dışarıdaki dünyaya...

Düşündün mü hiç?
İnsan sürekli geçmişin beyninde bıraktığı ayak izlerini takip ederek farklı bir geleceğe ulaşabilir mi?
Otomatikleşmiş, önceden kolaylıkla tahmin edilebilir duyguları ve düşünceleriyle "ben hayatı dolu dolu, dibine kadar yaşadım/yaşıyorum" diyebilir mi?

Söyler misin?

Her gün aynı duyguları tekrar, tekrar deneyimleyip, seçim yapma yetini her gün biraz daha yitirirken, arzuladığın şeylere ulaşabilir misin?
Bağımlılıkların yüzünden, bir türlü sona erdiremediğin ilişkilerle, isteyipte yapamadığın tercihlerle yaşamaya devam ederken "ben mutluyum" diyebilir misin?

Acaba neden, hiç doğmamış duyguları, hiç yaşanmamış gerçekleri yaratabilme potansiyeli insanı harekete geçiremez?

Yoksa!

Rastgele ve kontrolsüz düşüncelerin istila etmesine izin verdiği zihni midir insanın böylesi bir yaşamda hapis kalmasının sebebi?
Zihnini bir türlü aradan çıkaramadığı için midir, duygularıyla bir türlü bağlantıya geçememesi?
Kalbimde gerçek duyguların enerjisini bir türlü hissedememesi…

19 Aralık 2009
Haşim Arıkan

Fotograf: The Double Hour

4 yorum:

ali zafer sapci dedi ki...

Değişikti, teşekkürler...

Aşk ve Zehir dedi ki...

aklım çalışırdı eskiden yada ben öyle sanırdım. Birgün, bir onay ve bir evet.. şimdilerde öyle bir kelimenin tutsağıyım ki akıl kar etmiyor, duygularım devre dışı.. ben ise, bir içimde hayatın, bir dışında hayatım.. ha 1(i) varmış, ha 1(i) yokmuş tadında..

Adsız dedi ki...

hudutsuzluk her ne kadar içinde ki her istek, arzu, mutluluk umudu, açlık ve aşk için doyurucu ve farklı farklı deneyimlerle seni mutlak mutluluk ve huzura yaklaştıracakmış hissini verse de aslında hudutsuzluk en büyük huzursuzluk sebebi. düşünki açsın bir salonda sayısız çeşit yemek içki var bazısının tadını biliyorsun ve çok seviyorsın ama hiç bilmediğin yeni ve güzel şeyler de var. bir ona bir ona koşuyorsun kararsız kalıyorsun azıcık tadına bakıp diğerlerine koşuyorsun ne olduğunu anlamadan keyifli ve lezzetli bir yemek yiyemeden doyuyorsun...bir de tam tersini düşünelim açsın ve eve geldin en sevdiğin tek çeşit yemek var (bulgur mesela:)) iştahlı iştahlı tadını ala ala tabak tabak yiyorsun.keyifli doyuyorsun. öğrenciyken yenen salçalı makarnanın tadı o yüzden hep güzeldir:) bir daha o tadda bulunmaz. sınırlılık, muhafiyetler, acziyet, imkanların kıtlığı içindeki huzur, hudutsuzluk ve bol imkan içinde yoktur. görüntü belki daha renklidir ama hissedilen daha sönüktür. Tolstoy bir hikayesinde çok zenginken fakir düşen bir çifti anlatır bu konuyla ilgili. Mutluluğa eriştiren yolun kılavuzu sınırlılık içindeki farklı dizayn ve kullanımlarla-yaratıcılıkla- elde edilen derinleşmedir bence. ben o yüzden kaderciyim. İzliyorum bakalım neler yaşayacağım. kendi geleceğimi sadece kendim farklılaştıracağım düşüncesinin sorumluluğu ile zaten asla huzurlu kalamam. Hayatı dolu ve dibine kadar yaşamak algı ile ilgili. ben kendi hudutlarım içinde o hudutlara kadar dolu dolu yaşıyorum ve sıkıldığımda aynı alan içinde aynı eşyalarla farklılık yaratarak dolu dolu yaşıyorum diyebilirim. bilmediği, dıştaki dünyanın yalancı cazibesi ile kendi potansiyelini es geçmek herkesin yapageldiği şey...mutlu olanların değil. Tüketim toplumlarının mutsuzluğu ile üretici insanların mutluluğu mesela böyle yine.

MeaCulpa dedi ki...

Ne güzel sizin de inandığınız bir masal var sizi mutlu eden.Tıpkı benim inandığım, beni mutlu eden masallarım gibi. Keşke herkes kendini mutlu eden, gerçekten inandığı bir masal bulabilse:) Teşekkürler...