# 2. Bölüm #
Önce 1.Bölüm isterseniz
Biliyor musun yoğun günlerin akşamında soğuk duş bence insanda afrodizyak etkisi yapıyor. Hayatla olan birlikteliğinde, gün içinde tükenen enerjini tazeleyip seni, ona karşı daha tutkulu, daha arzulu, daha istekli yapıyor.
Duşa girmeden önce bana “Bu şekilde yaşadığında; ve bir gün yolun sonuna geldiğinde, hayatın boyunca bir arpa boyu yol gidememiş olmak sana ne hissettirecek?” diye sormuştun. Bu soruyu bana, dünyadaki var olan düzenin bendeki yansımasını görmek için sorduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum, yanılıyor muyum? Ben içinde yaşadığımız dünyada, çoğumuzun adına yaşamak dediği koşuşturmayı neye benzetiyorum biliyor musun?
Bu sanki yediklerinin, beyinden sağlıklı talimatlar gelmemesi nedeniyle vücut tarafından sindirilememesine rağmen inatla yemeği sürdürmek gibi bir şey. Düşünsene, beynin görevini tam yapmadığı için vücudun yediklerini bir türlü sindiremiyor, onların içindeki, ihtiyacın olan özleri bir türlü ayrıştırıp sana katamıyor, posalarını bir türlü atamıyor, ama sen sürekli olarak ne bulursan yemeğe devam ediyorsun. Sürekli yiyor ve sürekli şişiyorsun. Doğal olarak da yediklerin seninle bir etkileşime giremediği için bir müddet sonra içinde çürümeye, kokmaya ve seni yavaş yavaş zehirlemeye başlıyor.
Eğer bir arpa boyu yol alamamış olmaktan kastın, bu sindirilemeyen yaşanmışlıklarsa! Bu bana hiç bir şey hissettirmiyor? Ben, yolun sonuna geldiğimde, hatırlamadığım, hatırlamak zorunda da olmadığıma inandığım yaşanmışlıkların, çoktan bana karışmış, ruhumda eriyip tamamen ben olmuş öz’lerinin benim için yeterli olacağını düşünüyorum. Biliyor musun bence biz insanlar en çok bu noktada yanılgıya düşüyoruz. Sanıyoruz ki hatırlamadığımız, hatırlayamadığımız yaşanmışlıklarımız bizde hiç bir etki yaratmıyor. Bu yüzden de onlara dört elle sarılıp onları bırakmamak, onları unutmamak için büyük mücadeleler veriyoruz. Oysa ne büyük bir yanılgı bu! Bence esas etkiyi yaratanlar, artık hatırlamadıklarımız, hatırlayamadıklarımız. Yani çoktaaaan bize katılmış, bizimle bütünleşmiş artık tamamen biz olmuş olanlar. Hatırladıklarımız ise bizler tarafından hala çemberi bir türlü tam kapatılmamış olanlar. Onlar, ister mutluluk adına, ister acı adına olsun, bizim yaşadığımız an’a odaklanmamızı engelleyen bizi sürekli kendilerine yani geçmişe doğru çeken, bizi bulunduğumuz andan uzaklaştıran -üstelik kendi ellerimizle ruhlarımıza sapladığımız- kancalar. Bir düşünsene bu kancalarımız olmasa, insan anı önyargısız, dolu dolu, iliğine kemiğine kadar emerek yaşasa, o an’a daha sonra tekrar tekrar dönüp bakmaya ihtiyaç duyar mı? Yaşadıklarını tam, eksiksiz bir bütün olarak yaşadığında aklı hala geçmişinde kalır mı?
“Söyler misin bu düşündüklerinin, anlattıklarının doğru olduğunu nereden biliyorsun? Ya hata yapıyorsan. Ya yanlış düşünüyorsan?”
29 Haziran 2009
Haşim Arıkan
Duşa girmeden önce bana “Bu şekilde yaşadığında; ve bir gün yolun sonuna geldiğinde, hayatın boyunca bir arpa boyu yol gidememiş olmak sana ne hissettirecek?” diye sormuştun. Bu soruyu bana, dünyadaki var olan düzenin bendeki yansımasını görmek için sorduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum, yanılıyor muyum? Ben içinde yaşadığımız dünyada, çoğumuzun adına yaşamak dediği koşuşturmayı neye benzetiyorum biliyor musun?
Bu sanki yediklerinin, beyinden sağlıklı talimatlar gelmemesi nedeniyle vücut tarafından sindirilememesine rağmen inatla yemeği sürdürmek gibi bir şey. Düşünsene, beynin görevini tam yapmadığı için vücudun yediklerini bir türlü sindiremiyor, onların içindeki, ihtiyacın olan özleri bir türlü ayrıştırıp sana katamıyor, posalarını bir türlü atamıyor, ama sen sürekli olarak ne bulursan yemeğe devam ediyorsun. Sürekli yiyor ve sürekli şişiyorsun. Doğal olarak da yediklerin seninle bir etkileşime giremediği için bir müddet sonra içinde çürümeye, kokmaya ve seni yavaş yavaş zehirlemeye başlıyor.
Eğer bir arpa boyu yol alamamış olmaktan kastın, bu sindirilemeyen yaşanmışlıklarsa! Bu bana hiç bir şey hissettirmiyor? Ben, yolun sonuna geldiğimde, hatırlamadığım, hatırlamak zorunda da olmadığıma inandığım yaşanmışlıkların, çoktan bana karışmış, ruhumda eriyip tamamen ben olmuş öz’lerinin benim için yeterli olacağını düşünüyorum. Biliyor musun bence biz insanlar en çok bu noktada yanılgıya düşüyoruz. Sanıyoruz ki hatırlamadığımız, hatırlayamadığımız yaşanmışlıklarımız bizde hiç bir etki yaratmıyor. Bu yüzden de onlara dört elle sarılıp onları bırakmamak, onları unutmamak için büyük mücadeleler veriyoruz. Oysa ne büyük bir yanılgı bu! Bence esas etkiyi yaratanlar, artık hatırlamadıklarımız, hatırlayamadıklarımız. Yani çoktaaaan bize katılmış, bizimle bütünleşmiş artık tamamen biz olmuş olanlar. Hatırladıklarımız ise bizler tarafından hala çemberi bir türlü tam kapatılmamış olanlar. Onlar, ister mutluluk adına, ister acı adına olsun, bizim yaşadığımız an’a odaklanmamızı engelleyen bizi sürekli kendilerine yani geçmişe doğru çeken, bizi bulunduğumuz andan uzaklaştıran -üstelik kendi ellerimizle ruhlarımıza sapladığımız- kancalar. Bir düşünsene bu kancalarımız olmasa, insan anı önyargısız, dolu dolu, iliğine kemiğine kadar emerek yaşasa, o an’a daha sonra tekrar tekrar dönüp bakmaya ihtiyaç duyar mı? Yaşadıklarını tam, eksiksiz bir bütün olarak yaşadığında aklı hala geçmişinde kalır mı?
“Söyler misin bu düşündüklerinin, anlattıklarının doğru olduğunu nereden biliyorsun? Ya hata yapıyorsan. Ya yanlış düşünüyorsan?”
29 Haziran 2009
Haşim Arıkan
3 yorum:
bu tuhaf adamın saçma hikayelerini okumak oldukça ilginç devamını bekliyorum :))
ilginç bir yazı dizisi olacağa benziyor!
saçmalamak anlamlı kınılabilir bir tuhaf adamın kaleminde... ve tuhaf adam saçmalasın bence...
Yorum Gönder