Akşam saati ana caddenin üzerindeki kafe de, cam kenarında oturmuş kahvemi yudumluyorum. Bir yandan da camın önünden gelip geçen insanları izliyorum. Kalabalıkların içinde, yalnızlıklarından gelip, yalnızlıklarına giden insanları.
“Peki sen neden yalnızsın?” diyerek, yalnızlığımdan istifade ederek benimle sohbet şansını zorluyor içimdeki o meşhur ses, her zaman yaptığı gibi. Şu an da onunla sohbet etmek niyetinde değilim. Bu yüzden de ona, “Yalnızlığımı hissetmek için bu insanlar arasında yaşıyorum. Çünkü bu benim karşı koyamadığım bir zaafım. Ben yalnızlıktan keyif alıyorum.” demek yerine susuyorum. Bakışlarımı yoldan geçen insanlardan ayırıp kafedeki insanlara çeviriyorum. Her zaman yaptıkları gibi yine konuşuyorlar. Ağızlarından çıkan kelimeler sanki, önce havada uçuşup sonra büyük bir boşluk tarafından yutuluyor. Ağızlarından çıkan kelimelerin büyük bir kısmı karşısındakinin kulak zarına çarpıp yankılanmıyor bile. Herkes birbirine konuşuyor ama kimse kimseye konuşmuyor.
O an da içimdeki ses ”hala bir seçim yapamadın mı?” diyerek, ne amaçla sorulduğu pek belli olmayan bir cümleyle davetsiz bir misafir gibi tekrar kendini hissettiriyor bana. “Ne onlara katılıyor, ne de onlarla savaşıyorsun. Daha ne kadar bu şekilde devam edebilirsin ki?” diyerek az önce sorduğu soruyu biraz daha anlaşılır bir hale dönüştürüyor. Yine cevap vermiyorum ona. Veremiyorum. Ona itiraf edemesem de henüz ben de bilmiyorum hangi yolu seçmek istediğimi. Seçebileceğim yolların onun bana söylediği bu iki şıkla sınırlı olup olmadığını. Tam o an da karşı masadaki sürekli konuşup, kahkahalar atan kadın sanki ona seslenmişim gibi ansızın dönüp bana bakıyor dik dik. Beynimden geçen düşünceleri duymuş ve üzerine alınmış gibi. Ardından yüzünde beliren o kibirli, küçümser gülümsemeyle bana sanki “Sen! Bana mı ahkam kesmeye kalkıyorsun? Herkese karşı sen ha! Niye dinleyeyim ki ben seni? Baksana bütün dünya benim yanımda?” diye haykırdığını hissediyorum.
O an içimdeki sesin bana söylediği o cümle yankılanıyor tekrar kulaklarımda “Ne onlara katılıyor, ne de onlarla savaşıyorsun.” Ben, ne onlara benzemek, ne de onlarla savaşmak istiyorum. Ama o an onları ardımda bırakıp kaçmak istiyorum. Ayağa kalkıp ilk adımımı atmamla birlikte kendimi dünyanın kenarından aşağıya düşüyormuş gibi hissediyorum. Anlıyorum ki bu düşündüğümü gerçekleştirmenin tek bir yolu var. Ve ben o bilinmez yolu seçmek istemiyorum. Bu yüzden de kalktığım koltuğa geri dönüp, varlığımı onlara hissettirmeme rağmen sanki yokmuşum gibi bir duygu vererek yaşamaya, devam ediyorum. Daha doğrusu sanki onlar yokmuş gibi.
22 Mart 2008
Haşim A.
“Peki sen neden yalnızsın?” diyerek, yalnızlığımdan istifade ederek benimle sohbet şansını zorluyor içimdeki o meşhur ses, her zaman yaptığı gibi. Şu an da onunla sohbet etmek niyetinde değilim. Bu yüzden de ona, “Yalnızlığımı hissetmek için bu insanlar arasında yaşıyorum. Çünkü bu benim karşı koyamadığım bir zaafım. Ben yalnızlıktan keyif alıyorum.” demek yerine susuyorum. Bakışlarımı yoldan geçen insanlardan ayırıp kafedeki insanlara çeviriyorum. Her zaman yaptıkları gibi yine konuşuyorlar. Ağızlarından çıkan kelimeler sanki, önce havada uçuşup sonra büyük bir boşluk tarafından yutuluyor. Ağızlarından çıkan kelimelerin büyük bir kısmı karşısındakinin kulak zarına çarpıp yankılanmıyor bile. Herkes birbirine konuşuyor ama kimse kimseye konuşmuyor.
O an da içimdeki ses ”hala bir seçim yapamadın mı?” diyerek, ne amaçla sorulduğu pek belli olmayan bir cümleyle davetsiz bir misafir gibi tekrar kendini hissettiriyor bana. “Ne onlara katılıyor, ne de onlarla savaşıyorsun. Daha ne kadar bu şekilde devam edebilirsin ki?” diyerek az önce sorduğu soruyu biraz daha anlaşılır bir hale dönüştürüyor. Yine cevap vermiyorum ona. Veremiyorum. Ona itiraf edemesem de henüz ben de bilmiyorum hangi yolu seçmek istediğimi. Seçebileceğim yolların onun bana söylediği bu iki şıkla sınırlı olup olmadığını. Tam o an da karşı masadaki sürekli konuşup, kahkahalar atan kadın sanki ona seslenmişim gibi ansızın dönüp bana bakıyor dik dik. Beynimden geçen düşünceleri duymuş ve üzerine alınmış gibi. Ardından yüzünde beliren o kibirli, küçümser gülümsemeyle bana sanki “Sen! Bana mı ahkam kesmeye kalkıyorsun? Herkese karşı sen ha! Niye dinleyeyim ki ben seni? Baksana bütün dünya benim yanımda?” diye haykırdığını hissediyorum.
O an içimdeki sesin bana söylediği o cümle yankılanıyor tekrar kulaklarımda “Ne onlara katılıyor, ne de onlarla savaşıyorsun.” Ben, ne onlara benzemek, ne de onlarla savaşmak istiyorum. Ama o an onları ardımda bırakıp kaçmak istiyorum. Ayağa kalkıp ilk adımımı atmamla birlikte kendimi dünyanın kenarından aşağıya düşüyormuş gibi hissediyorum. Anlıyorum ki bu düşündüğümü gerçekleştirmenin tek bir yolu var. Ve ben o bilinmez yolu seçmek istemiyorum. Bu yüzden de kalktığım koltuğa geri dönüp, varlığımı onlara hissettirmeme rağmen sanki yokmuşum gibi bir duygu vererek yaşamaya, devam ediyorum. Daha doğrusu sanki onlar yokmuş gibi.
22 Mart 2008
Haşim A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder