İnsan yazmaya başladığında bir anda hayata bakışı ne kadar değişiyor değil mi?
Gördüğü herşeyden;
bazen seyrettiği bir filmden,
bazen gazetede okuduğu bir haberden,
bazen herhangi bir yerde gözlemlediği insan ilişkilerinden esinlenip kendinize yazmak için hemen yeni bir konu çıkartabiliyor.
Sizi bilmem ama ben artık yanımda küçük bir defter taşıyorum sırf bunun için. Yazılarımda kullanmak üzere aklıma gelen herşeyi unutmadan kaydediyorum bu deftere. Yoksa aklıma gelen çok hoş konular yazmazsam aklımdan uçup gidiyor valla.
Bu okuduğunuz yazıyı da, yine geçenlerde yazdığım bir yazıya gelen yorumdan ilham alarak yazıyorum.
Konuya geçmeden önce size bir şey sormak istiyorum.İzin verirseniz.
Hayatınızın merkezinde kim var? Siz mi? Yoksa çok sevip değer verdikleriniz mi?
Eşiniz? Çocuğunuz? Anneniz? Aileniz?
Tamam tamam bu sefer ben başlıyorum önce, herşeyi itiraf ediyorum size.
Birçoğumuz kendimizi o kadar çok sevdiklerimize odaklıyoruz ki, yaşadığımız hayatın aslında bizim hayatımız olduğunu tamamen unutup belkide hiç farkına bile varamadan kendimizi sevdiklerimizin birer psikolojik kölesi konumuna getiriyoruz.
Ben de maalesef yıllarca hayatımın merkezine kendim yerine hep sevdiklerimi koydum. Kantarın ayarını bende onlardan yana bayağı bir kaçırdım o dönemlerde. Onlar mutlu olduğunda bende mutluyum sandım. Buna kendimi yıllarca çok da güzel inandırdım.
İnsanın kendi duygularını bilinç altında bastırıp, onların sesini iyice kısması, onları duymaması veya duyamaması, sevdiklerinin duygularını çoğu zaman onlardan bile önce hissedip ona göre davranması, kendini ve kendi mutluluklarını zamanla tamamen unutup, onlar mutlu olduklarında kendini de gerçekten mutlu sanması, bence çok büyük bir talihsizlik aslında.
Bir gün hiç beklemediğiniz bir anda bu var olduğunu zannettiğiniz mutluluk tablosu iskambil kağıtlarından yapılmış kuleler gibi darmadağın olabiliyor. Benim de unuttuğum kendimi hatırlamam, aynen böyle hiç beklemediğim bir zamanda oldu.
Nadir yalnız olduğum günlerin birinde bir anda karşımda yıllardır ihmal etmiş olduğum beni buldum. Çok mutlu olduğuna inanan ama aslında pek de mutlu olmayan ben, karşıma dikilmiş hesap soruyordum artık kendimden. Yıllarca bir kenarda unutulmuş olmanın hiddeti ile dayanamayıp, dostum artık farketmen gerekiyor ki “bir sen var sende senden daha içeri” diye başlıyordum anlatmaya. O yıllardır unuttuğun “senin içindeki sen” ’inde kendi istekleri, kendi ihtiyaçları, kendi zevkleri, kendi mutlulukları var diye nasıl da haykırıyordum yüzüme. İşte o an, sevdikleriniz mutlu olduğunda sizinde çok mutlu olduğunuza dair kendinize söylediğiniz yalanınız da bir tokat gibi iniyor suratınıza. İşte o an hayatınızın bir kırılma noktası oluyor aslında. Hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı yeni bir dönem başlıyor hayatınızda.
Tabi bu ortaya çıkan yeni durum sadece sizi etkilemekle kalmıyor aynı zamanda sevdiklerinizde de bir değişimi zorunlu kılıyor. Sizi yeni biriyle, sizi sizinle paylaşmak zorunda kalmaları onlarda da bir şok etkisi yaratıyor doğal olarak. Bugüne kadar ne zaman ihtiyaçları olsa onlara yardım etmek için hep hazır olan siz, artık onlar istediğinde hep hazır değilsiniz. Ama onlar bugüne kadar istek ve ihtiyaçları için hiç sıra beklemedikleri, hiç ikinci sıraya düşmedikleri, hiç reddedilmedikleri için buna hiç alışık değiller. Şimdi sizin kendi istek ve ihtiyaçlarınız yüzünden onlarında zaman zaman beklemeye, hatta bazen reddedilmeye bile artık alışmaları gerektiğini onlara anlatmanız gerekiyor. Bu yüzden yeni dengeler oturana kadar sizi zorlu bir süreç bekliyor. Zaten hakkınız olan bir şeye yeniden sahip olabilmek için mücadele vermeniz, bunun doğruluğuna hem kendinizi, hemde çevrenizi inandırmanız gerekiyor.
Özellikle evlenip sevdiğimiz bir insanla hayatımızı birleştirdiğimizde düşmüyor muyuz bir çoğumuz bu hataya? Sırf bu yüzden biten evliliklere tanık olmuyor musunuz biraz derinine inip sorguladığımızda? Kendimizi tamamen gözardı ederek, bu şekilde davranmakla hem kendimize, hem de sevdiklerimize haksızlık etmiyor muyuz aslında?
Neden aynı dalda iki ayrı elma olmak yerine, bir elmanın iki yarısı olma yanılgısına düşüyoruz.
Ben şanslıyım. Geçte olsa, değişim süreci benim için zorluda geçse, yaptığım bu çift taraflı haksızlığı ve “benim içimdeki kimsesiz kalan beni” farkedebildim. Bu değişimin doğru bir şey olduğuna hem kendimi hem de sevdiklerimi inandırabildim. Sevdiklerimle elele verip hayatımda yeni ve sağlıklı dengeler oluşturabildim.
Peki ya siz ne düşünüyorsunuz bu konuda ? Siz hangi taraftasınız acaba?
19 Mart 2007
Haşim A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder