Öğlen yemeğimizi yedikten sonra birlikte Nero’ya kahve içmeye çıkıyoruz onunla. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, gözlerini her zaman yaptığı gibi camdan dışarıya, uzaklara doğru daldırarak başlıyor yine zihninde dolanan düşünceleri cümleleştirip birbiri ardı ardına sıralamaya.
“Sana bir soru.” diyor, “Sence biz insanlar neden dünyaya geliyoruz? Birbirimize benzemek için mi? Hepimiz aynı olmak için mi? Neden sadece hepimizin inandığı şeyler gerçek? Bizim inandığımız, başkaları tarafından onaylanmamış şeyler neden gerçek dışı?
Biz insanlar ya kendi zihnimizin ürettikleriyle yaşarız ya da başkalarının zihnimizde yarattıklarıyla. Kendi zihnini kullanarak yaşayanlar kendini mutlu eder. Başkalarının zihninde yarattıklarıyla yaşayanlar ise başkalarını.
Bir çoğumuz pek fark edemese de hepimizin içinde derinlerde bir yerde hep spiritüel bir varlık olmanın mücadelesi var. İçimizde derinlerde var olan bilge zaman zaman bize kendini hissettiriyor. Ama sadece bir kısmımız toplum bilincini kırıp kendi başına ilerleyebilecek cesareti yakalayabiliyor. İçinde bir bilinç sıçraması yaşayıp, aradığı cevapları başka bir gücün kendisine iletmesini beklemeden kendi içine bakmaya başlıyor. Genel kuralları umursamadan içinden geldiği gibi yaşıyor.
Yan masada oturan küçük bir çocuğun dışarıyı işaret ederek “Anne, anne kedilere bak, kedilere bak!” diyen heyecan ve merak dolu sesi, onun susmasına ve yüzünde samimi bir gülümsemenin belirmesine neden oluyor. İkimizde gülümseyerek yaşadığı heyecanın volümünü yükselttiği sesiyle bir anda kafedeki tüm bakışları üzerine toplayan küçük çocuğa bakıyoruz. O ise büyük bir merak ve heyecanla dışarıda birbirleriyle oynayan yavru kedileri izliyor. Bakışları küçük çocuktan ayrılıp yeniden camdan dışarıya, uzaklara doğru yönelirken,
“Sana bir gerçeği itiraf edeyim mi?” diyor. “Bence bizim en bilge olduğumuz zamanlar çocuk olduğumuz zamanlar. Baskılanmamış, neşe dolu, bütün farkındalığımızla sadece anda yaşadığımız zamanlar. Ve bizler, onların bu durumunu baskılayıp onları kendimize benzetmenin adına eğitim diyoruz. Onları sürekli törpülerek zihnimizdeki şablonlara ne kadar iyi oturtabilirsek, kendimizi o kadar başarılı hissediyoruz, mutlu oluyoruz....”
28 Şubat 2011
Haşim Arıkan
“Sana bir soru.” diyor, “Sence biz insanlar neden dünyaya geliyoruz? Birbirimize benzemek için mi? Hepimiz aynı olmak için mi? Neden sadece hepimizin inandığı şeyler gerçek? Bizim inandığımız, başkaları tarafından onaylanmamış şeyler neden gerçek dışı?
Biz insanlar ya kendi zihnimizin ürettikleriyle yaşarız ya da başkalarının zihnimizde yarattıklarıyla. Kendi zihnini kullanarak yaşayanlar kendini mutlu eder. Başkalarının zihninde yarattıklarıyla yaşayanlar ise başkalarını.
Bir çoğumuz pek fark edemese de hepimizin içinde derinlerde bir yerde hep spiritüel bir varlık olmanın mücadelesi var. İçimizde derinlerde var olan bilge zaman zaman bize kendini hissettiriyor. Ama sadece bir kısmımız toplum bilincini kırıp kendi başına ilerleyebilecek cesareti yakalayabiliyor. İçinde bir bilinç sıçraması yaşayıp, aradığı cevapları başka bir gücün kendisine iletmesini beklemeden kendi içine bakmaya başlıyor. Genel kuralları umursamadan içinden geldiği gibi yaşıyor.
Yan masada oturan küçük bir çocuğun dışarıyı işaret ederek “Anne, anne kedilere bak, kedilere bak!” diyen heyecan ve merak dolu sesi, onun susmasına ve yüzünde samimi bir gülümsemenin belirmesine neden oluyor. İkimizde gülümseyerek yaşadığı heyecanın volümünü yükselttiği sesiyle bir anda kafedeki tüm bakışları üzerine toplayan küçük çocuğa bakıyoruz. O ise büyük bir merak ve heyecanla dışarıda birbirleriyle oynayan yavru kedileri izliyor. Bakışları küçük çocuktan ayrılıp yeniden camdan dışarıya, uzaklara doğru yönelirken,
“Sana bir gerçeği itiraf edeyim mi?” diyor. “Bence bizim en bilge olduğumuz zamanlar çocuk olduğumuz zamanlar. Baskılanmamış, neşe dolu, bütün farkındalığımızla sadece anda yaşadığımız zamanlar. Ve bizler, onların bu durumunu baskılayıp onları kendimize benzetmenin adına eğitim diyoruz. Onları sürekli törpülerek zihnimizdeki şablonlara ne kadar iyi oturtabilirsek, kendimizi o kadar başarılı hissediyoruz, mutlu oluyoruz....”
28 Şubat 2011
Haşim Arıkan
Fotograf: The King's Speech
2 yorum:
Evet, en bilge olduğumuz zamanlar, bilge olduğumuzun farkına bile varmadan bir çocuk merakıyla etrafa bakıp, gözlerimizi kocaman açtığımız zamanlar.
Her zaman olduğu gibi ruhuma ilaç gibi gelen satırlarınız.
Kendi içime baktığım da bazen mutlu,bazen de mutsuz bir balık görüyorum.
Sanıyorum gülümsemeye ihtiyacım var..
Yorum Gönder