Doğumun, ölümün, kederin anlamını bilmek isteyen benken.
Acıyı çeken, üzülen, mutsuz olan benken.
Neden bana beni anlatacak birilerine duyduğum bu ihtiyaç!
Düşünüyorum...
Acaba hayatı benim adıma yorumlayacak bir bilge, bir guru gerçekten var olabilir mi ?
Konuşsa, anlatsa, bana neler söyleyebilir ki?
Kendi söylemek, anlatmak istediklerinden gayri.
Peki ya ben!
Ben, kendi kendime öğrenmeyi seçersem, öğreneceklerimin bir sınırı olabilir mi?
Neden bu kadar zor geliyor bana kendi kendimin ışığı olabileceğime inanmak?
Neden kendimin hem ustası hem çırağı, hem öğrencisi hem de öğretmeni olabileceğimi bir türlü kabul edemiyorum?
Yoksa artık hayatı araştırmayı, keşfetmeyi, anlamayı bıraktığım için mi başka birilerine duyduğum bu ihtiyaç!
Düşünüyorum...
Acaba ilk ne zaman ezberci bir makina olmayı, kendi hikayesi olan, mutlu ve yaratıcı bir insan olmaya tercih ettim?
Masumiyetin bana verdiği o sıradışı güveni ilk ne zaman yitirdim?
Kollektif olan tarafından emilip, sıradanlığın içinde kendimi ilk ne zaman kaybettim?
Ben, ne zamandan beri, birilerinin, birşeylerin beni beslemesini, bana umut vermesini, beni ayakta tutmasını bekleyen bir ruhsal dilenciyim?
İhtiyacım olan şey, gerçekten de bir bilge, bir guru, bir inanç, bir felsefe mi?
Yoksa kendi kendine araştırabilecek, keşfedebilecek, yaratıcı, özgür bir zihin mi?
Ben bugüne kadar, kendime bir soru sorup, onun içime işlemesine, mayalanmasını izin verip, ona dair esas gerçeği benden öğrenmeyi hiç denemedim ki....
19 Eylül 2010
2 yorum:
Yüreğine, ellerine sağlık üstad...
Kendimle konuşmalar,iç sesin yükselmesi ve dolayısıyla iç hesaplaşmalar.. iyidir..
Yorum Gönder