Cümlelerin karşılıklı olarak bir ok gibi fırlatıldığı fırtınalı bir gecenin sabahında, sessizce yürüyorlardı arabalarına doğru. Fırtına artık yerini sessizliğe bırakmış, dün akşam birbirlerine kanıtlamaya çalıştıkları cesaretlerinin hiç bir anlamı kalmamıştı. Artık sessizliklerinin arasında hiç bir bağ bulunmuyordu. Şu an onları birleştiren tek nokta, ikisinin de kendini birbirlerinin yanında rahatsız ve tedirgin hissetmesiydi.
Genç adam arabanın kapısını açmakta olan kadının yüzüne kaçamak bir bakış fırlattı. Yaşadıkları her büyük kavga sonrasında olduğu gibi şu anda içinde ona karşı siddetli bir arzu hissediyordu. İçinden bugün keşke pazar olsaydı diye geçirdi. Dün gece yaşananlardan sonra bu düşündüğünü düşünmeye hakkı var mı diye hiç düşünmedi bile. Düşündüğü tek şey genç kadının şu anda acı çekiyor olduğuydu. Yine de onunla konuşma ihtiyacı duymadı. Ondan bir sıcaklık, yada bir duygu beklemiyordu...
Adamın kendisine yönelttiği bakışı fark etmişti genç kadın, ama bunu ona fark ettirmek istemedi. Şu an hiç bir istemiyor, hiç bir şey hissetmiyordu. Dün akşam ki herşey yine silinmiş. Silinip giderken de yine her zaman ki gibi ortada o anlamsız boşluğu bırakmıştı. İçinde ne bir heyecan, ne de bir duygu kırıntısı barındırmayan kocaman bir boşluk. Alışmıştı artık bu boşluğa. Onunla yaşamaya. Onu nasıl bu kadar sıradan karşıladığına da şaşırmıyordu artık. Nedenleri ile de yüzleşmiyordu. Her seferinde duyguları kelimelere dönüşmeye, anlamlı cümleler oluşturmaya başlamadan önce, onun hakkında düşünmekten vazgeçiyordu. Kırmızı ışıkta durduğunda bakışlarını genç adama doğru çevirdi. O an da bakışlarının içerdiği duygu, arabanın camında yağmurda sallanan sileceklere yönelttiği bakışların içerdiği duygudan farklı değildi.
Onların adına evlilik dedikleri şey artık, sessiz, umutsuz bir kader birliğiydi…
Bakışlarının yanlarında durmakta olan arabanın içinde birbirlerine büyük bir çoşkuyla bakmakta olan çifte kaydını fark edince başını yeniden önündeki camda bir sağa, bir sola sallanmakta olan sileceklere çevirdi...
Gözleri yine, durmak zorunda oldukları kırmızı ışığı fırsat bilip tutkulu bir şekilde buluşmuştu. Yanlarında durmakta olan arabanın içindeki kadının onlara kayan bakışlarını fark etmediler bile. İkisi de hala dün gecenin artçı şoklarını yaşıyordu. İkisi de susuyor. Sanki birbirlerine, en güzel sözlerin söylenmeye ihtiyaç duyulmayan sözler olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlardı. Her fırsatta birbirlerine kayan bakışları sanki herşeyi çözüyor, tüm soruların cevaplarını onlara veriyordu.
Genç adam, genç kadına, büyük bir arzu ile bakarken bir yandan da, onu düşünüyordu. Onun kendisine teslim olmasını, onu, bütün varlığı haline getirmesini asla istemiyordu. Onu benliksiz, içi boş bir kabuk gibi değil, onu bir bütün olarak istiyordu. O, kendinin farkına varmadan, kendini tamamen özgür kılmadan, onunla evlenmeyi düşünmüyordu. Onun kendisiyle kalmasını şiddetle arzuluyor ama aynı zamanda da neyse o olarak kalmasını da istiyordu. “Seni seviyorum” derken, o söze gücünü veren onun içindeki “ben”in varlığını da hissedebilmeyi çok istiyordu...
Adamın bakışlarındaki o güçlü sevgiyi her zaman ki gibi yüreğinin derinliklerinde hissederken, onu ilk tanıdığı günü anımsadı genç kadın. Onu daha ilk görüşünde, içinde bildiği, ihtiyaç duyduğu bir tanıma, bir buluşma duygusu hissetmişti. Bir tamamlanma, bir sona ulaşma duygusu. Bir süre birbirlerine hiç bir şey söyleyememişler sadece bakışmışlardı. Sanki aralarındaki bu sessiz geçen saniyeler onlara birbirleri hakkında herşeyi anlatmıştı. Sonraki günlerde ise büyük bir merak içinde beynindeki onunla ilgili, bir türlü silinmeyen düşüncelerin değişimini seyretmişti. Başka bir insanın varlığını bu kadar önemseyişini, onu kendine bu kadar yakın, sanki acil bir ihtiyacıymış gibi hissetmesini şaşkınlık içinde izlemişti. Onu çok seviyordu.
Bu yaşadıklarını anlatmak için aşk kelimesi kesinlikle tek başına yetersiz kalırdı. Onların bu yaşadıkları, uzun zamandır birbirlerini beklemekte olan, birbirlerinin varlığından hiç bir zaman kuşku duymayan iki insanın, büyük buluşmasıydı…
01 Ocak 2010
Haşim Arıkan
Genç adam arabanın kapısını açmakta olan kadının yüzüne kaçamak bir bakış fırlattı. Yaşadıkları her büyük kavga sonrasında olduğu gibi şu anda içinde ona karşı siddetli bir arzu hissediyordu. İçinden bugün keşke pazar olsaydı diye geçirdi. Dün gece yaşananlardan sonra bu düşündüğünü düşünmeye hakkı var mı diye hiç düşünmedi bile. Düşündüğü tek şey genç kadının şu anda acı çekiyor olduğuydu. Yine de onunla konuşma ihtiyacı duymadı. Ondan bir sıcaklık, yada bir duygu beklemiyordu...
Adamın kendisine yönelttiği bakışı fark etmişti genç kadın, ama bunu ona fark ettirmek istemedi. Şu an hiç bir istemiyor, hiç bir şey hissetmiyordu. Dün akşam ki herşey yine silinmiş. Silinip giderken de yine her zaman ki gibi ortada o anlamsız boşluğu bırakmıştı. İçinde ne bir heyecan, ne de bir duygu kırıntısı barındırmayan kocaman bir boşluk. Alışmıştı artık bu boşluğa. Onunla yaşamaya. Onu nasıl bu kadar sıradan karşıladığına da şaşırmıyordu artık. Nedenleri ile de yüzleşmiyordu. Her seferinde duyguları kelimelere dönüşmeye, anlamlı cümleler oluşturmaya başlamadan önce, onun hakkında düşünmekten vazgeçiyordu. Kırmızı ışıkta durduğunda bakışlarını genç adama doğru çevirdi. O an da bakışlarının içerdiği duygu, arabanın camında yağmurda sallanan sileceklere yönelttiği bakışların içerdiği duygudan farklı değildi.
Onların adına evlilik dedikleri şey artık, sessiz, umutsuz bir kader birliğiydi…
Bakışlarının yanlarında durmakta olan arabanın içinde birbirlerine büyük bir çoşkuyla bakmakta olan çifte kaydını fark edince başını yeniden önündeki camda bir sağa, bir sola sallanmakta olan sileceklere çevirdi...
Gözleri yine, durmak zorunda oldukları kırmızı ışığı fırsat bilip tutkulu bir şekilde buluşmuştu. Yanlarında durmakta olan arabanın içindeki kadının onlara kayan bakışlarını fark etmediler bile. İkisi de hala dün gecenin artçı şoklarını yaşıyordu. İkisi de susuyor. Sanki birbirlerine, en güzel sözlerin söylenmeye ihtiyaç duyulmayan sözler olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlardı. Her fırsatta birbirlerine kayan bakışları sanki herşeyi çözüyor, tüm soruların cevaplarını onlara veriyordu.
Genç adam, genç kadına, büyük bir arzu ile bakarken bir yandan da, onu düşünüyordu. Onun kendisine teslim olmasını, onu, bütün varlığı haline getirmesini asla istemiyordu. Onu benliksiz, içi boş bir kabuk gibi değil, onu bir bütün olarak istiyordu. O, kendinin farkına varmadan, kendini tamamen özgür kılmadan, onunla evlenmeyi düşünmüyordu. Onun kendisiyle kalmasını şiddetle arzuluyor ama aynı zamanda da neyse o olarak kalmasını da istiyordu. “Seni seviyorum” derken, o söze gücünü veren onun içindeki “ben”in varlığını da hissedebilmeyi çok istiyordu...
Adamın bakışlarındaki o güçlü sevgiyi her zaman ki gibi yüreğinin derinliklerinde hissederken, onu ilk tanıdığı günü anımsadı genç kadın. Onu daha ilk görüşünde, içinde bildiği, ihtiyaç duyduğu bir tanıma, bir buluşma duygusu hissetmişti. Bir tamamlanma, bir sona ulaşma duygusu. Bir süre birbirlerine hiç bir şey söyleyememişler sadece bakışmışlardı. Sanki aralarındaki bu sessiz geçen saniyeler onlara birbirleri hakkında herşeyi anlatmıştı. Sonraki günlerde ise büyük bir merak içinde beynindeki onunla ilgili, bir türlü silinmeyen düşüncelerin değişimini seyretmişti. Başka bir insanın varlığını bu kadar önemseyişini, onu kendine bu kadar yakın, sanki acil bir ihtiyacıymış gibi hissetmesini şaşkınlık içinde izlemişti. Onu çok seviyordu.
Bu yaşadıklarını anlatmak için aşk kelimesi kesinlikle tek başına yetersiz kalırdı. Onların bu yaşadıkları, uzun zamandır birbirlerini beklemekte olan, birbirlerinin varlığından hiç bir zaman kuşku duymayan iki insanın, büyük buluşmasıydı…
01 Ocak 2010
Haşim Arıkan
3 yorum:
ilk arabadaki kadın adamı hiç tanımıyordu, kim olduğunu bilmiyordu.
Adam ise kadını sadece sevildiğini düşündüğü için çok arzuluyordu. Kavgayı bile buna delil sayıyor daha çok istiyordu (ve bu sebeple aslında o yerinde bile saymıyor hep düşüyordu)
Paylaşım için teşekkürler.
tek kelime ''bağlılık'' ve kesinlikle alışkanlık değil..
Yorum Gönder