28 Ekim 2010

Ardında hayat bulamadan yok olmaya mahkum ettiğin sen olabilme ihtimalleri...

Az önce yapmış olduğu tercihle, hayat bulma şansı tanımadan ardında yok olmaya mahkum bıraktığı diğer ihtimallere baktı.
Acaba bugüne kadar ardında böyle kaç tane, o olabilme ihtimalini hiç doğmadan ölüme mahkum bırakmıştı.
Acaba hayat bugüne kadar kaç tane farklı o olabilme ihtimalini, seçmesi için onun karşısına çıkarmıştı.
Her anın insana sadece bir sonraki anın seçeneğini sunduğunu düşününce ihtimaller denizinde bir anda kayboldu.

Bu kadar çok seçenek arasında yaptığı tercihlerle hayatını, kendini adım adım inşa ederken peki kader denilen şey hangi seçeneğin ardındaydı.
Her ihtimalin ardında insanı bekleyen farklı farklı kaderler mi vardı.

Yoksa insanın mutlak kaderi yaptığı seçimlerle kendi kaderini yaratması mıydı?

28 Ekim 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: The Lovely Bones

24 Ekim 2010

Detaylar üzerine fazla kafa yorarsan, esas mevzunun kendisini kaybedersin...



“Aklım karmakarışık.” diyorum. “Beynimin içi soru kazanı gibi, aradığım cevapları bulamadığım gibi, yaşadıklarımdan da pek bir şey anlayamıyorum.”

“Sana bir sır vereyim mi?” diyor. “ Eğer sürekli birşeyi arıyorsan gözün aradığın şeyden başka hiç bir şeyi görmez. Bundan dolayı da bulmayı beceremezsin. Dışarıdan hiç birşeyi alıp kendine katamazsın. Çünkü aklın aradığı şeye takılmış kalmıştır. Onun büyüsü seni sarıp sarmalamıştır.

Oysa bulmak özgür olmak demektir. Aklın hiç bir şeyin peşinde değilken, hiç bir şey anımsamaz, hiç bir şeye direnmezken, zihnin gerçekten dingin, sessiz ve özgür olur ve sende aradıklarını rahatça bulabilirsin.”

23 Ekim 2010
Haşim Arıkan

17 Ekim 2010

Sözsüz bir duyguydu yaşadıkları...

Masanın üzerinde duran, ilgisini bekleyen dosyalara baktı. Hiç birine elini sürmek içinden gelmiyordu. Hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu ona şu anda. Bütün işlerini istediği zamana kadar erteleyebilirdi. O ve dün akşam yaşadıkları dönüp duruyordu sürekli zihninde. Kendini bir türlü dün akşamdan uzaklaştırıp bulunduğu zamana taşıyamıyordu.

Hayatında ilk defa bir arzuya teslim oluyordu, bu arzu onun beynini, iradesini, varlığını yok edip ortadan kaldırıyor, onu artık bağımlı bir hale getiriyordu. Üstelik bunu gönüllü olarak kendisi seçiyordu. Ondan koruması gereken yada ondan saklaması gereken hiçbir şeyi hissetmiyordu içinde. Bunun bütün sonuçlarına katlanmaya razıydı. Bugüne kadar hiç kimseye ihtiyaç duymadan yaşamıştı. Ama şu anda ona ihtiyaç duyuyordu.

Dün gece tenlerinin ilk kez birbiri ile tanıştığı o anı düşündü. Neyin kendisine, neyin ona ait olduğunu anlayamadığı, hiç bir şeyin anlamının kalmadığı o anı. Solukları zevkten tıkanmıştı. En sonunda ikisi de dayanması zor bir zevkle sarsılmışlardı. Sanki ikisi de dün gece her karşılaşmalarında hissettikleri ama düne kadar birbirlerine asla itiraf edemedikleri arzularını tamamen serbest bırakmışlar, ikisi de hissettiklerinin artık adını koymayı ve bunu birbirlerine söylemeyi arzulamışlardı.

Tam bu düşüncelerin içinde yüzmekteyken kapı açıldı ve içeriye o girdi. Bütün muhteşemliğiyle işte yine karşısındaydı. Onu görür görmez, nerede olduğunu orada neden bulunduğunu çoktan unutmuş, içindeki o sebepsiz, beklenmedik, keşfedilmemiş neşe ortaya çıkmış, onun dışındaki tüm duygular arkalarında hiç bir posa bırakmadan dağılmışlardı. Bu direnilmesi yada karşı konulması için insana asla fırsat vermeyen bir duyguydu.

Bu duyguyu anlatabilmek için aşk kelimesi kesinlikle tek başına yetersiz kalıyordu. Onların bu yaşadıkları, uzun zamandır birbirlerini beklemekte olan, birbirlerinin varlığından hiç bir zaman kuşku duymayan iki insanın, büyük buluşmasıydı...

17 Ekim 2010
Haşim Arıkan

11 Ekim 2010

Bu dünyaya asla öylesine gelmedin. Ve bir gün asla öylesine veda edip gitmeyeceksin...



Düşündün mü hiç?
Seni her sabah yatağından neyin uyandırdığını?
Her gün nereye doğru, neden gitmekte olduğunu?
Yaşadığın hayatın ne için yaşandığını?
Varlığının yaşamın bir yerinde, bir şeyleri hiç değiştirip değiştirmediğini?
Adına yaşam denilen bu büyük armağanın sana neden verilmiş olabileceğini?


Düşündün mü hiç?
Bugüne kadar acaba kimlerin yaşamlarına dokundun?
Bu dokunuşlarınla onların hayatında neleri değiştirdin?
Sevginle nelerin değerini çoğalttın?
Kimlerin seni gördüğünde içi neşeyle doldu?
Kimlere her zaman sevip, anlamlarını hiç bir zaman değiştirmek istemeyecekleri neleri sen yaşattın?
Kimlerin kendilerini açığa vurabilmelerine, gerçekte kim olduklarını anlayabilmelerine sen yardım ettin?
Kimler senin mutluluğunu görüp, kendi mutlulukları için cesaretlendi?
Kimler senin sayende kalplerindeki gerçek duyguların o muhteşem enerjisini hissetti?

Düşündün mü hiç?
Varlığınla, eylemlerinle dünyada nasıl bir fark yarattın?
Hangi gerçekliklerin yaratılışında sen rol aldın?
Hangi duyguların, hangi düşüncelerin başlangıç noktasında sen vardın?
Hangi ihtimaller senin sayende hayat buldu?
Senin sayende evrenin akışı nerede, nasıl farklılaştı?
Sen olmasaydın evrende acaba neler hiç yapılamamış olarak kalırdı?

Düşündün mü hiç?
Senin herşeyin bir parçası olduğun gibi herşeyin de senin bir parçan olduğunu.
Bir çok başlangıcın öncesinin, bir çok bitişin sonrasının sen olduğunu.
Kendini akıp giden bir nehir gibi hissetsen de akmakta olan suyun ulaştığı o son noktanın koskoca bir deniz olduğunu.

Bu dünyaya asla öylesine gelmedin.
Ve bir gün asla öylesine veda edip gitmeyeceksin.
Herşeyin bir nedeni, bir anlamı olduğu gibi senin hayata gelişinin de bir amacı, bir anlamı, bir değeri, bir önemi var.

Birbirini tetikleyen, birbirine karışan, birbirinin içinde eriyip, birbiriyle tamamlanan, bütün hareketlerin, bütün seslerin, bütün amaçların, bütün özlemlerin, bütün çilelerin, bütün mutlulukların, bütün acıların, bütün iyi ve bütün kötü şeylerin oluşturduğu evren de ki, birlik, bütünlük ve mükemmeliği, fark ettin mi hiç?

Varlığının, evrenin o muazzam kurgusu içinde hangi önemli görevleri üstlendiğini, hangi güzellikleri, hangi mükemmellikleri tetiklediğini, hangi olumsuz ihtimalleri doğma şansı tanımadan yok ettiğini,

Düşündün mü hiç?

11 Ekim 2010
Haşim Arıkan

Fotograf : Breaking dawn

6 Ekim 2010

İtiraf ediyorum...



Yaşadım.
Yaşıyorum.
Bazı şeylerde başarılı oluyorum.
Bazılarında ise başarısız.
Bazen çok güçlüyüm.
Bazen de zayıf.
Bazı şeyleri doğru, bazılarını yanlış yapıyorum.
Bazı şeyler yolunda giderken, bazıları korkunç bitiyor.

Zaman zaman düşüncelerimin önüne geçebilsem de.
Çoğunlukla düşüncelerimin ardında kalıyorum.
Bilmediklerimin esiriyim.
Bildikleriminse efendisi.

Kişiliğim adını verdiğim, özel bir hapishanede yaşıyorum.
Duvarlarını, kendime dair beynimde yarattığım imajlar oluşturuyor.
İçimde yaşadığım onca karmaşaya rağmen, kendimden, hep açık ve net ifadelerle, bütünlük taşıyan bir nesneymiş gibi söz ediyorum.
Öte yandan dışarıda başka bir ben var, evde başka bir beni yaşıyorum.

Sürekli özgürlükten dem vuran iflah olmaz bir sansürcüyüm.
Zihnimde yarattığım yargıç sayesinde, geçmişin şartlandırmalarıyla neyi yapıp, neyi yapmamam gerektiğini, neyi bastırıp, neyi bastırmamam gerektiğini, daha ilerilere nasıl gidebileceğimi sürekli kendime dikte edip duruyorum.

Bazı sorulara gelince ise hep tökezliyorum.
Düşüncelerim mi duygularıma bir anlam veriyor?
Duygularım mı düşüncelerimi yaratıyor bir karar veremiyorum.
Arzularım beni ısrarla kendilerine doğru çekerken, bırakmıyor beni bir türlü korkularım.
Ne korkaklığımı, ne de sevgi isteğimi belli edebiliyorum.
Kimi zaman haz ve zevk anılarımın beni götürdüğü, arzular denizinde yüzüyorum.
Kimi zaman acı ve ızdırap anılarımın yarattığı korku bataklığında boğuluyorum.

Sürekli düşünüyorum.
Çokluğum mu beni bu kadar zorluyor, yoksa azlığım mı bu kadar yoruyor?
Bütün bu yaşadıklarım bendeki eksiklikten mi, yoksa fazlalıktan mı kaynaklanıyor?

Aslında sadece, derinlemesine yaşamak istiyorum hayatı.

Gerçeklik üzerine düşüncelerimi değil, gerçekliği deneyimlemek...
Bana sunulan inanç sistemini hiç sorgulamadan kabul etmek değil, yaşayarak bilinene çevirmek...
İnanmak için önce hissetmek istiyorum.

Kim olduğumun daha fazla bilincine varmak istiyorum.
En insani yönlerimi cesurca sergileyebilmek.
Darbe alıp, kırılıp, yaralandıktan ya da kaybolduktan sonra bile yeniden sevebilmek.
Risk alıp yanılıp, başarısız olup, red edilsem bile tekrar denemek.

Yaşadığım herşeyi sevgiyle kucaklayabilmek istiyorum.
Onları bu bedende kaynaştırıp, onlardan muhteşem bir bütün oluşturabilmek.

Ve o gün geldiğinde;
Kendimi hala doğuramamış olmayı değil,
Kendini tamamen kullanmış bir insan olmanın hazzını hissetmek istiyorum.

6 Ekim 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Yes man