Sonunda, yarın için benden istenen raporları bitirebilmiş kendimi şirketten dışarı atabilmiştim. Kolumdaki saat 23:40’ı gösteriyordu. Dışarıdaki serin hava ve ara ara esen kuvvetli rüzgar beni biraz olsun kendime getirmiş, ayıltmıştı. Arabayı sabah tepebaşındaki katotoparka bırakmış olduğum için Tophane’den, Taksim’e doğru ağır ağır tırmanmaya çalışıyordum. Birden bastıran yağmurla birlikte, şirketten çıkarken şemsiyemi yanıma almadığım gerçeğiyle karşılaştım. Artık yolu yarılamıştım, bu durumda yapacak çok fazla bir şey kalmıyordu. Önüme çıkan ilk binanın saçaklarının altına sığınıp yağmurun hızını azaltmasını beklemeye başladım. Bu arada rüzgarda yağmurla birlikte şiddetini iyice artırmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra beklemekten sıkılıp, ne olacaksa olsun diyerek yürümeye karar verdiğim an da başıma aldığım sert bir darbe ile yere yığıldım.
Gözümü açtığımda kendimi bir Starbucks cafenin mor koltuğunda buldum. Başım aldığı darbeden dolayı çok fena ağrıyordu.
- Ayıldın demek! İnsanlar bu konuya hiç dikkat etmiyorlar aslında. Yazın camlarının önüne koydukları çiçekler, sonbahara geçişle birlikte sert esmeye başlayan rüzgarların gücüne karşı koyamayıp işte böyle patır patır aşağıya, işin kötüsü milletin kafasına dökülmeye başlıyor.
Karşımda 50 - 55 yaşlarında, yaklaşık 1, 75 boyunda, hafif kilolu, sarışın, mavi gözlü son derece sempatik bir Starbucks personeli duruyordu. Gözlerim üzerindeki önlüğe takıldı onu görür görmez. Çünkü önlüğü kırmızıydı. Daha önce hiç bir Starbucks personelinin üzerinde bu renkte bir önlük gördüğümü hatırlamıyordum. Tişörtünün rengi de yine daha önce görmüş olduklarımdan farklıydı. Koyu lacivertti. Onu böyle sıradışı faklı bir kıyafetle görmemle birlikte dağılan dikkatimi toparlamaya çalışarak ona cevap verdim.
- Size nasıl teşekkür edeceğim bilmiyorum. Bu arada ne kadar garip, bu yol üstünde bir Starbucks olduğunu daha önce hiç fark etmemişim. Gecenin bu saatinde sizin beni bulmanız ne tuhaf bir tesadüf değil mi?
- Eğer tesadüflere inanıyorsan!!! Ben kaçınılmazı tercih ederim. Bence başımıza gelen her şey kaçınılmazdır. Yoksa olmazlardı değil mi? Sana sıcak bir kahve getiriyorum şimdi. Seni iyice kendine getirir.
Kısa bir süre sonra bir elinde bir fincan mis gibi kokan kahve ve diğer elinde bir deste iskambil kağıdı ile geri döndü.
- İşte sana ilaç gibi gelecek yeni demlenmiş sıcak bir kahve. Herşey yolunda değil mi? Hafızan da bir sorun var mı diye test etmemi ister misin? Yıllar önce bir doktor arkadaşımdan öğrendiğim bir test var. İstersen bu testi sana severek uygulayabilirim.
Kısa ve dik saçları olan, keçi sakallı bu yabancıyı bir yandan büyük bir şaşkınlık içinde seyrediyor, diğer yandan da çözmeye çalışıyordum. Çünkü bana karşı, daha önce yaşadığım tüm deneyimlerim aksine, son derece sıcak ve samimi gözüküyordu. Sırf bu yüzden de onu kırmak istemedim. Kabul ettim yıllar önce öğrendiği o testi bana da uygulamasını.
- Çok basit.
Dedi.
- Elimdeki destede bulunan kağıtları sana teker teker göstereceğim. Sen de bana sana gösterdiğim kağıdın maça mı, karo mu, sinek mi, kupa mı olduğunu söyleyeceksin. Önce yavaş başlayacağım sonra da gittikçe hızlanacağım. Başlıyorum. Hazır mısın?
- Hazırım. Maça, kupa, maça, sinek, kupa, karo, maça, …………………………………….
Durdu. Ona gülümsedim.
- Testi geçtim galiba.
Bu sefer gülme sırası sanırım ona gelmişti.
- Maalesef. Ama üzülme. Bugüne kadar bu testi ilk seferde geçen hiç olmadı.
Masa üstüne kapattığı kartları kaldırıp bana gösterdi. İki eliyle bana gösterdiği kağıtlara baktım. Maçaların rengi kırmızı, kupaların ki ise siyahtı. Aldanmıştım…
- Bugüne kadar yaşadığın deneyimler yüzünden bütün siyahları maça, bütün kırmızıları kupa olarak düşünmeye koşullanmışsın. Şekilleri aynı olduğundan zihninin bunları eski bilgilere göre değerlendirmesi, farklı olduklarını düşünmesinden çok daha kolay. Ne görmeyi bekliyorsak hep onu görürüz ve bu her zaman gerçekte olan şey değildir. Biliyor musun? Asla kağıt oynamamış çocuklar bu testi daima geçerler. Bu şekilde davranarak daha neleri fark etmediğimizi çok merak ediyorum. Algılamamaya koşullandığımızdan fark etmediğimiz diğer görüntüler, sesler. Önemli olan şu; bu testi bir daha yaparsak geçersin. Bir kez siyah kupalar, kırmızı maçalar olabileceğini fark edince artık onları algılayabilirsinde. Beynin çalışma biçimi şehirlerarası yol sistemine benzer. Bir noktadan diğerine gidersin ama arada kalan yerler, otobanın dışındakiler, orada oldukları halde çoğu insan yanlarından geçer gider.
- Ama siyah kupalar, kırmızı maçalarla oynanan bir oyun yok.
- Nereden biliyorsun?
Boş kahve kupasını önümden alıp mutfağa doğru yöneldi. Saatime baktığımda 00:30’u gösteriyordu. Eşyalarımı toparlayıp, ona bana gösterdiği yakın alaka ve samimiyet için teşekkür ederek cafeden çıktım. Tekrar tepebaşındaki otoparka doğru yola koyuldum. Çok kısa bir mesafe gittikten sonra birden şapkamı orada bıraktığımı fark ettim. Geriye döndüğümde ise beni kısa süreli bir şok bekliyordu. Çünkü az önce oturduğum Starbucks’ın yerinde eski köhne bir bakkal dükkanı duruyordu. Bakkalın karşısında, büyük bir şaşkınlık içinde, öylece kalakalmıştım. O anda gözüm bakkalın kapısının önünde yerde duran şapkama takıldı. Hemen eğilip yerden sapkamı aldım. Tam kaldırıp başıma götürürken içinden düşen kırmızı maça 5’lisi beni hepten dehşete düşürdü. Neler oluyordu? Bu bir rüya olmalıydı? Bu garip yerden hızla uzaklaşmak istiyordum. Kendimi, zaman kaybetmeden bakkalın yanındaki ilk karşıma çıkan, 64 nolu sokağa attım. Geceyle birlikte iyice bastıran sisin içinde kaybolan bu sokakta hızlı adımlarla yürümeye başladım. Artık tek bir amacım vardı. O da bir an önce bu garip yerden uzaklaşmak….. ……………
Gözümü açtığımda kendimi bir Starbucks cafenin mor koltuğunda buldum. Başım aldığı darbeden dolayı çok fena ağrıyordu.
- Ayıldın demek! İnsanlar bu konuya hiç dikkat etmiyorlar aslında. Yazın camlarının önüne koydukları çiçekler, sonbahara geçişle birlikte sert esmeye başlayan rüzgarların gücüne karşı koyamayıp işte böyle patır patır aşağıya, işin kötüsü milletin kafasına dökülmeye başlıyor.
Karşımda 50 - 55 yaşlarında, yaklaşık 1, 75 boyunda, hafif kilolu, sarışın, mavi gözlü son derece sempatik bir Starbucks personeli duruyordu. Gözlerim üzerindeki önlüğe takıldı onu görür görmez. Çünkü önlüğü kırmızıydı. Daha önce hiç bir Starbucks personelinin üzerinde bu renkte bir önlük gördüğümü hatırlamıyordum. Tişörtünün rengi de yine daha önce görmüş olduklarımdan farklıydı. Koyu lacivertti. Onu böyle sıradışı faklı bir kıyafetle görmemle birlikte dağılan dikkatimi toparlamaya çalışarak ona cevap verdim.
- Size nasıl teşekkür edeceğim bilmiyorum. Bu arada ne kadar garip, bu yol üstünde bir Starbucks olduğunu daha önce hiç fark etmemişim. Gecenin bu saatinde sizin beni bulmanız ne tuhaf bir tesadüf değil mi?
- Eğer tesadüflere inanıyorsan!!! Ben kaçınılmazı tercih ederim. Bence başımıza gelen her şey kaçınılmazdır. Yoksa olmazlardı değil mi? Sana sıcak bir kahve getiriyorum şimdi. Seni iyice kendine getirir.
Kısa bir süre sonra bir elinde bir fincan mis gibi kokan kahve ve diğer elinde bir deste iskambil kağıdı ile geri döndü.
- İşte sana ilaç gibi gelecek yeni demlenmiş sıcak bir kahve. Herşey yolunda değil mi? Hafızan da bir sorun var mı diye test etmemi ister misin? Yıllar önce bir doktor arkadaşımdan öğrendiğim bir test var. İstersen bu testi sana severek uygulayabilirim.
Kısa ve dik saçları olan, keçi sakallı bu yabancıyı bir yandan büyük bir şaşkınlık içinde seyrediyor, diğer yandan da çözmeye çalışıyordum. Çünkü bana karşı, daha önce yaşadığım tüm deneyimlerim aksine, son derece sıcak ve samimi gözüküyordu. Sırf bu yüzden de onu kırmak istemedim. Kabul ettim yıllar önce öğrendiği o testi bana da uygulamasını.
- Çok basit.
Dedi.
- Elimdeki destede bulunan kağıtları sana teker teker göstereceğim. Sen de bana sana gösterdiğim kağıdın maça mı, karo mu, sinek mi, kupa mı olduğunu söyleyeceksin. Önce yavaş başlayacağım sonra da gittikçe hızlanacağım. Başlıyorum. Hazır mısın?
- Hazırım. Maça, kupa, maça, sinek, kupa, karo, maça, …………………………………….
Durdu. Ona gülümsedim.
- Testi geçtim galiba.
Bu sefer gülme sırası sanırım ona gelmişti.
- Maalesef. Ama üzülme. Bugüne kadar bu testi ilk seferde geçen hiç olmadı.
Masa üstüne kapattığı kartları kaldırıp bana gösterdi. İki eliyle bana gösterdiği kağıtlara baktım. Maçaların rengi kırmızı, kupaların ki ise siyahtı. Aldanmıştım…
- Bugüne kadar yaşadığın deneyimler yüzünden bütün siyahları maça, bütün kırmızıları kupa olarak düşünmeye koşullanmışsın. Şekilleri aynı olduğundan zihninin bunları eski bilgilere göre değerlendirmesi, farklı olduklarını düşünmesinden çok daha kolay. Ne görmeyi bekliyorsak hep onu görürüz ve bu her zaman gerçekte olan şey değildir. Biliyor musun? Asla kağıt oynamamış çocuklar bu testi daima geçerler. Bu şekilde davranarak daha neleri fark etmediğimizi çok merak ediyorum. Algılamamaya koşullandığımızdan fark etmediğimiz diğer görüntüler, sesler. Önemli olan şu; bu testi bir daha yaparsak geçersin. Bir kez siyah kupalar, kırmızı maçalar olabileceğini fark edince artık onları algılayabilirsinde. Beynin çalışma biçimi şehirlerarası yol sistemine benzer. Bir noktadan diğerine gidersin ama arada kalan yerler, otobanın dışındakiler, orada oldukları halde çoğu insan yanlarından geçer gider.
- Ama siyah kupalar, kırmızı maçalarla oynanan bir oyun yok.
- Nereden biliyorsun?
Boş kahve kupasını önümden alıp mutfağa doğru yöneldi. Saatime baktığımda 00:30’u gösteriyordu. Eşyalarımı toparlayıp, ona bana gösterdiği yakın alaka ve samimiyet için teşekkür ederek cafeden çıktım. Tekrar tepebaşındaki otoparka doğru yola koyuldum. Çok kısa bir mesafe gittikten sonra birden şapkamı orada bıraktığımı fark ettim. Geriye döndüğümde ise beni kısa süreli bir şok bekliyordu. Çünkü az önce oturduğum Starbucks’ın yerinde eski köhne bir bakkal dükkanı duruyordu. Bakkalın karşısında, büyük bir şaşkınlık içinde, öylece kalakalmıştım. O anda gözüm bakkalın kapısının önünde yerde duran şapkama takıldı. Hemen eğilip yerden sapkamı aldım. Tam kaldırıp başıma götürürken içinden düşen kırmızı maça 5’lisi beni hepten dehşete düşürdü. Neler oluyordu? Bu bir rüya olmalıydı? Bu garip yerden hızla uzaklaşmak istiyordum. Kendimi, zaman kaybetmeden bakkalın yanındaki ilk karşıma çıkan, 64 nolu sokağa attım. Geceyle birlikte iyice bastıran sisin içinde kaybolan bu sokakta hızlı adımlarla yürümeye başladım. Artık tek bir amacım vardı. O da bir an önce bu garip yerden uzaklaşmak….. ……………
21 Ekim 2007
Haşim A.
Birincil esin kaynağı : Interstate 60 (Ondan alıntılar içermektedir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder