Yine biten bir hikayenin sonunda, dört metrekarelik bir odadayım. İçtiğim sigaraların dumanları, camdaki o kirli sarı perdenin sol üst tarafındaki yırtıktan odaya süzülen ışık huzmesinde, sanki kordon boyunda dolaşan sevgililer gibi, bana inat salınıyorlar gözümün önünde. Ayaklarım mı yere yapıştı artık, yoksa ben mi onları kıpırdatamıyorum anlayamıyorum. Hatta şu anda benim ayaklarımın varlığından bile çok emin değilim. Masadan kalmak istiyorum ama damarlarımda artık kan yerine dolaşmakta olan alkol buna asla izin vermiyor. Bir an önce adliyenin önündeki siyah, lastikli kolluklu bir seyyar arzuhalciyi bulup, dilekçemi yazdırmak ve bende sureti bulunmayan o sözleşmeyi tek taraflı da olsa artık feshetmek istiyorum
Yıllardır her seferinde hiç beklemediğim anlarda karşıma çıkıp, beni allak bullak ederek hayatıma girip, sonunda ise, bende derin yaralar açarak, beni bir enkaz haline getirip fütursuzca çıkıp gidiyor hayatımdan.
Ne zaman nereden karşıma çıkacağını hiç bir zaman kestiremiyorum ki kendimi koruyabileyim ondan. Sanki elinde elektro şok aleti sürekli peşimde sinsi sinsi dolanıyor bana görünmeden. Uygun boş bir anımı yakalamak için, hiç bir zaman kestiremediğim, o bilinmeyen zamana kadar, günlerce, aylarca bazen yıllarca sabırla dolanıyor peşimde hiç hissettirmeden bana. Yakaladığı ilk fırsatta ise insafsızca dayıyor vücuduma aleti, bana kaçma şansı bile bırakmadan. Yaşadığım o ilk büyük sarsıntının merkez üssünün açıklanmasını beklerken ben, ardından gelen artçı şoklar belli ediyor bana depremin merkezini. Gitgide hızlanıyor kalp atışlarım, ardından sıklaşıyor nefes alışlarım. Bunca yıllık dost bellediğim kaypak kalbim her seferinde beni terk edip daha henüz tanıştığı yeni diyarlara yolculuk etmek için satıyor beni, hazırlıyor bavullarını hiç beklemeden.
Yıllardır sabırla biriktirdiğim sözcüklerim yıkılan bentten boşalan sular gibi bir anda beynimden ağzıma doğru başlıyorlar kontrolsüzce akmaya. Onları toparlamaya çalıştıkça daha çok takılıyor, dolanıyor zavallı dilim. Gerçekten zavallı mı, yoksa biran önce onunla tanışma arzusumu onu doluyor sözcüklere anlayamıyorum. Anlayamıyorum çünkü beynim onun gördüğü anda kısa devre yapmış, şalteri indirmiş oluyor çoktan. Bir an önce yalnız kalıp hayallere dalmak için bana bile haber vermeden terk ediyor o da mezkur makamını. Ardından ellerim, kollarım başlıyorlar vahşi bir kısrak gibi huzursuzlaşmaya. Artık onlar için bulduğum hiç bir yer memnun etmiyor onları. Ne çok sevdikleri pantolonumun cebi, ne birbirlerine dolanmak, keyif veriyor onlara. Belki de o bilmedikleri yumuşak ve pürüzsüz kıvrımlarda yapacakları, başlarına buyruk keyifli keşif yolculuklara bir an önce çıkmak için, onların bütün bu huzursuzlukları.
Beyin terkedince makamını, artık sözlerim ulaşmıyor gözlerime. Artık onlar hedefine kilitlenmiş güdümlü bir füze sanki. Ayıramıyorlar isteselerde kendilerini o görüntüden kısa bir süreliğine bile. Ayırmayı başabildiklerinde ise, nereye bakarlarsa baksınlar, hep onun görüntüsü kilitli kalıyor zavallı gözlerimde.
En sonunda gelen istifa haberi ise kopartıyor filmi tamamiyle, bedenimde.
Beynim son darbeyi de vuruyor basıyor istifayı onu düşünmenin dışındaki bütün görevlerinden.
Sonunda teslim oluyorum artık, şefi olmayan bir orkestraya benzeyen, söz geçiremediğim ruhuma, bedenime.
Her seferinde böyle başlıyor. Bu meşhur, herkes tarafından bildik hikaye, bende.
Fakat yanlızlığım ve acılarımla birlikte oturduğum bu loş masada son buluyor yine. Hep gördüğüm şişe diplerinde
Neden her seferinde beni savunmasız yakalayan , bitmeyen bu tekrar?
Neden yıllardır devam eden bu sinsi kovalamaca?
Henüz yoksa da bunu daha önceden başarabilmiş, bildiğim bir örneği.
Ben yine de bozuyorum tek taraflı , benim adıma onunla yapılmış hep sonunda bana acı veren bu meşhur sözleşmeyi.
20 Aralık 2006
Yıllardır her seferinde hiç beklemediğim anlarda karşıma çıkıp, beni allak bullak ederek hayatıma girip, sonunda ise, bende derin yaralar açarak, beni bir enkaz haline getirip fütursuzca çıkıp gidiyor hayatımdan.
Ne zaman nereden karşıma çıkacağını hiç bir zaman kestiremiyorum ki kendimi koruyabileyim ondan. Sanki elinde elektro şok aleti sürekli peşimde sinsi sinsi dolanıyor bana görünmeden. Uygun boş bir anımı yakalamak için, hiç bir zaman kestiremediğim, o bilinmeyen zamana kadar, günlerce, aylarca bazen yıllarca sabırla dolanıyor peşimde hiç hissettirmeden bana. Yakaladığı ilk fırsatta ise insafsızca dayıyor vücuduma aleti, bana kaçma şansı bile bırakmadan. Yaşadığım o ilk büyük sarsıntının merkez üssünün açıklanmasını beklerken ben, ardından gelen artçı şoklar belli ediyor bana depremin merkezini. Gitgide hızlanıyor kalp atışlarım, ardından sıklaşıyor nefes alışlarım. Bunca yıllık dost bellediğim kaypak kalbim her seferinde beni terk edip daha henüz tanıştığı yeni diyarlara yolculuk etmek için satıyor beni, hazırlıyor bavullarını hiç beklemeden.
Yıllardır sabırla biriktirdiğim sözcüklerim yıkılan bentten boşalan sular gibi bir anda beynimden ağzıma doğru başlıyorlar kontrolsüzce akmaya. Onları toparlamaya çalıştıkça daha çok takılıyor, dolanıyor zavallı dilim. Gerçekten zavallı mı, yoksa biran önce onunla tanışma arzusumu onu doluyor sözcüklere anlayamıyorum. Anlayamıyorum çünkü beynim onun gördüğü anda kısa devre yapmış, şalteri indirmiş oluyor çoktan. Bir an önce yalnız kalıp hayallere dalmak için bana bile haber vermeden terk ediyor o da mezkur makamını. Ardından ellerim, kollarım başlıyorlar vahşi bir kısrak gibi huzursuzlaşmaya. Artık onlar için bulduğum hiç bir yer memnun etmiyor onları. Ne çok sevdikleri pantolonumun cebi, ne birbirlerine dolanmak, keyif veriyor onlara. Belki de o bilmedikleri yumuşak ve pürüzsüz kıvrımlarda yapacakları, başlarına buyruk keyifli keşif yolculuklara bir an önce çıkmak için, onların bütün bu huzursuzlukları.
Beyin terkedince makamını, artık sözlerim ulaşmıyor gözlerime. Artık onlar hedefine kilitlenmiş güdümlü bir füze sanki. Ayıramıyorlar isteselerde kendilerini o görüntüden kısa bir süreliğine bile. Ayırmayı başabildiklerinde ise, nereye bakarlarsa baksınlar, hep onun görüntüsü kilitli kalıyor zavallı gözlerimde.
En sonunda gelen istifa haberi ise kopartıyor filmi tamamiyle, bedenimde.
Beynim son darbeyi de vuruyor basıyor istifayı onu düşünmenin dışındaki bütün görevlerinden.
Sonunda teslim oluyorum artık, şefi olmayan bir orkestraya benzeyen, söz geçiremediğim ruhuma, bedenime.
Her seferinde böyle başlıyor. Bu meşhur, herkes tarafından bildik hikaye, bende.
Fakat yanlızlığım ve acılarımla birlikte oturduğum bu loş masada son buluyor yine. Hep gördüğüm şişe diplerinde
Neden her seferinde beni savunmasız yakalayan , bitmeyen bu tekrar?
Neden yıllardır devam eden bu sinsi kovalamaca?
Henüz yoksa da bunu daha önceden başarabilmiş, bildiğim bir örneği.
Ben yine de bozuyorum tek taraflı , benim adıma onunla yapılmış hep sonunda bana acı veren bu meşhur sözleşmeyi.
20 Aralık 2006
Haşim A.
2 yorum:
sözleşme kimin umrunda.. ilk önce yüreğini bozmak gerek gerçekten kurtulabilmek için.. bütün mesele burada.. bozamıyoruz yüreğimizi.. sözleşmeyi fesh de etsen, yırtıp atsan da, noter peşinden geliyor.. tıpkı alacaklı gibi..
kimse alacaklarını tahsil etmeden rahatlamıyor..
kimse yüreğini gerçekten bozamıyor..
bozup yepyeni bir yürekle yepyeni bir hayat kuramıyor..
Hocam ne kadar muhteşem yazılarınız var. Müziklerde ayrı bir dinlence. Ellerinize yüreğinize sağlık...
Yorum Gönder