Mesai saatlerinin başlamasına çok az bir süre kalmıştı. Bu da her zamanki gibi dükkanın önünden geçmekte olan insan trafiğini daha da yoğunlaştırıyordu.
Yeni demlediği kahvesinden bir yudum aldı. Yıllardır yaptığı gibi koltuğuna oturdu ve kalabalığı izlemeye başladı. Son dönem de ona, yıllar içinde gösterdikleri değişimi sorgulatan bu kalabalıkta, aslında şu an yazabileceklerinden çok daha fazlasını görmüş, belki de gördüğünden çok daha fazlasının farkına varmıştı.
Masasının üstünde duran not defterini açtı, kalemini eline aldı ve onlarda yıllar içinde gördüğü, hissettiği değişimi kendince dile getirmeye, yazmaya çalıştı;
“Onları en az yirmi yıldır seyrediyorum ve değişikliği de fark ediyorum. Eskiden de buradan her sabah böyle telaşlı, telaşlı geçerlerdi. Ama o zaman onları seyretmesi harikaydı. Nereye gittiğini bilen, oraya varmak için acele eden insanların telaşıydı o.
Şimdi de yine acele ediyorlar, ama artık sanki bir şeylerden korktukları için. Onları esas güdüleyen şey sanki artık amaç değil, daha çok korku. Sanki bir yere gitmiyorlar. Bir şeylerden kaçıyorlar. Neden kaçıp kurtulmak istediklerini sorguladıklarını da sanmıyorum.
Birbirlerine bakmak istemiyorlar artık. Sanki kendilerini birbirlerinden gizlemeye çalışıyorlar. Birbirlerinden tedirginler. Geçerken birbirlerine değince rahatsız oluyorlar. Bu insanlara zaman içinde neler oldu anlayamıyorum…”
Belki de,
Bir denizcinin kaderinin, buz dağının su altındaki kısmını bilmesine bağlı olması gibi,
Bir toplumun kaderi de;
O toplumda gün be gün yaşanmakta olan olayların altında yatan gerçeklerin,
Ve o toplumun ferdi olan insanların her geçen gün daha fazla hissettikleri ihtiyaçlarının bilinmesine bağlıydı!
Haşim Arıkan
Fotoğraf : Unsplash / Rodrigo Gonzalez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder