11 Ekim 2012

Bütün sorun kendini tarif etmek suretiyle sınırlamaya çalışman...




Yoğun bir iş gününün bitimine dakikalar kala kapıdan başını uzatıp yüzüne yerleştirdiği en şirin ifadesiyle Bu akşam için bir planın var mı?” diye soruyor. “ İstinye’ye sahile inip, biraz deniz havası alıp, sohbet etmek ister misin benimle?” Ona nasıl hayır diyebilirim ki? Onunla sohbet benim için bir lüks,  seve seve kabul ediyorum.

Kendimizi deniz kenarındaki bir kahveye atıp orta şekerli birer türk kahvesi söylüyoruz. Kahvesinden aldığı o ilk yudumun midesine doğru yaptığı yolculuk devam ederken, o da elindeki fincana bakarak başlıyor her zamanki gibi -her biri zihnimde  yeni yeni pencereler açan- cümlelerini sıralamaya. “Fincan” diyor “Hammaddesiyle, şekliyle belli bir amaca hizmet eder. Ama içindeki boşluk özgürdür. O ancak fincanla bir bütün olarak düşünülürse fincanın içinde sayılabilir. Bunun dışında o sadece boşluktur. Biz de bir bedenimiz olduğu sürece bedenmiş gibi görünürüz. Bedenimiz olmadığında ise bedenden ayrılmış değilizdir. Sadece “biz” izdir.

O kahvesinden bir yudum daha almak için es verdiğinde, ben onun bu anlattıklarını sindirmeye çalışıyorum. Bir süre sessizce kahvesini yudumlayıp, etrafımızdaki masalarda oturmakta olan insanları izliyor.

"Biliyor musun? Adına dünya dediğimiz bu sahne “ben bedenim” temel fikrinin ipine dizilmiş geçici haller sinsilesinden başka hiç bir şey değil aslında."

Peki o zaman gerçek olan ne? diyorum. İnsan kendisi hakkında esas gerçeği nasıl öğrenebilir?

"İnsana kendisi hakkındaki gerçeği ne bedeni, ne de zihni verebilir. Beden onu sınırlar, zihin ise herşeyi anıya dönüştürüp biriktirir ve onu bir tutsağa çevirir!

Kendimiz hakkındaki asıl gerçeği bilmek ve onunla birlikte gelen büyük huzuru yaşamak istiyorsak bir tek bir yeri, kendi içimizi kazmamız gerekir. Bize gerçekten yardımcı olabilecek en büyük guru, kendi iç benliğimizdir.

O, bedenin ardındaki güç, gözün ardındaki göz, zihnin ardındaki zihindir..."

26 Aralık 2011
Haşim Arıkan

Hiç yorum yok: