21 Ekim 2011

Yansımaların yansımaları, yankıların yankıları, ne bir başı var ne de bir sonu...

Düşünüyorum...
Dünden bugüne miras bırakıldığına inanılan kavramları.
Herşeye belirli bir inancın, ideolojinin, geleneğin penceresinden bakıp, gerçekle bağını kopartanları.
Başkalarının düşündüğünü sandığı şeyleri kendine rehber kabul edip, bireysel beynini-kimliğini, düşünsel özgürlüğünü kullanmayanları.
Bir grup insanın vardığı anlaşma, uzlaşma, ödün verme sürecine ya da bir çok bireysel düşüncenin ortalamasına razı olanları.

Düşünüyorum...
Hayat denilen oyunun her geçen gün biraz daha genişleyen, değişen sınırlarını, yenilenen kurallarını, her yeni deneyimle birlikte ortaya çıkan yeni gerçeklikleri, her yeni gerçeklikle biraz daha artan farkındalıkları.
Genişleyen sınırları, artan farkındalığı, gözlerinin önünde duran somut yeni gerçekleri görmeyi red edip, kendini hala dünün anlamlarını çoktan yitirmiş fikirleriyle düğümlemekte ısrarcı olanları.

Düşünüyorum...
Moda düşünceleri, geleneksel anayolları kullanmakta ısrar edip, yeni bir patika açıp onu herkese alternatif  yeni bir yol haline getirecek cesareti bir türlü kendinde bulamayanları.
Beklediği kurtarıcının aslında kendisi olabileceği ihtimalini hiç düşünmeyenleri.
Yepyeni bir düşüncenin başlangıç noktasında olabileceğinin farkında olmayıp, inatla sanki yeryüzünde var olan düşüncelerin en noktasıymış gibi yaşamaya çalışanları.

Anlayamıyorum...
Küçülen dünyanın, gelişen, değişen insanlığın yeni farkındalıklarının farkına varamayanları...
Masumiyetin insana en büyük hediyesi, sıradışı güvene sahip çıkmayıp, kollektif olan tarafından emilip ,sıradanlığın içinde kaybolanları.
Modelini kendisinin oluşturduğu, kendi başına bir anlam taşıyan bir hayat yerine kendisine önerilen ikinci el bir yaşama razı olanları...

Düşünüyorum...
Kendimi!
Bu yazdıklarımın hangilerinin beni de içerdiğini...

21 Ekim 2011
Haşim Arıkan

9 Ekim 2011

İtiraf ediyorum...



Yaşadım.
Yaşıyorum.
Bazı şeylerde başarılı oluyorum.
Bazılarında ise başarısız.
Bazen çok güçlüyüm.
Bazen de zayıf.
Bazı şeyleri doğru, bazılarını yanlış yapıyorum.
Bazı şeyler yolunda giderken, bazıları korkunç bitiyor.

Zaman zaman düşüncelerimin önüne geçebilsem de.
Çoğunlukla düşüncelerimin ardında kalıyorum.
Bilmediklerimin esiriyim.
Bildikleriminse efendisi.

Kişiliğim adını verdiğim, özel bir hapishanede yaşıyorum.
Duvarlarını, kendime dair beynimde yarattığım imajlar oluşturuyor.
İçimde yaşadığım onca karmaşaya rağmen, kendimden, hep açık ve net ifadelerle, bütünlük taşıyan bir nesneymiş gibi söz ediyorum.
Öte yandan dışarıda başka bir ben var, evde başka bir beni yaşıyorum.

Sürekli özgürlükten dem vuran iflah olmaz bir sansürcüyüm.
Zihnimde yarattığım yargıç sayesinde, geçmişin şartlandırmalarıyla neyi yapıp, neyi yapmamam gerektiğini, neyi bastırıp, neyi bastırmamam gerektiğini, daha ilerilere nasıl gidebileceğimi sürekli kendime dikte edip duruyorum.

Bazı sorulara gelince ise hep tökezliyorum.
Düşüncelerim mi duygularıma bir anlam veriyor?
Duygularım mı düşüncelerimi yaratıyor bir karar veremiyorum.
Arzularım beni ısrarla kendilerine doğru çekerken, bırakmıyor beni bir türlü korkularım.
Ne korkaklığımı, ne de sevgi isteğimi belli edebiliyorum.
Kimi zaman haz ve zevk anılarımın beni götürdüğü, arzular denizinde yüzüyorum.
Kimi zaman acı ve ızdırap anılarımın yarattığı korku bataklığında boğuluyorum.

Sürekli düşünüyorum.
Çokluğum mu beni bu kadar zorluyor, yoksa azlığım mı bu kadar yoruyor?
Bütün bu yaşadıklarım bendeki eksiklikten mi, yoksa fazlalıktan mı kaynaklanıyor?

Aslında sadece, derinlemesine yaşamak istiyorum hayatı.

Gerçeklik üzerine düşüncelerimi değil, gerçekliği deneyimlemek...
Bana sunulan inanç sistemini hiç sorgulamadan kabul etmek değil, yaşayarak bilinene çevirmek...
İnanmak için önce hissetmek istiyorum.

Kim olduğumun daha fazla bilincine varmak istiyorum.
En insani yönlerimi cesurca sergileyebilmek.
Darbe alıp, kırılıp, yaralandıktan ya da kaybolduktan sonra bile yeniden sevebilmek.
Risk alıp yanılıp, başarısız olup, red edilsem bile tekrar denemek.

Yaşadığım herşeyi sevgiyle kucaklayabilmek istiyorum.
Onları bu bedende kaynaştırıp, onlardan muhteşem bir bütün oluşturabilmek.

Ve o gün geldiğinde;
Kendimi hala doğuramamış olmayı değil,
Kendini tamamen kullanmış bir insan olmanın hazzını hissetmek istiyorum.

6 Ekim 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Yes man

3 Ekim 2011

Herkesin kendine ait bir öyküsü var, bu öykülerinin görünürdeki farklılıklarının gerisinde ise tek bir öykü...


Düşünüyorum.
Ve gördüğüm herşeyi otomatik olarak önyargılarıma göre tercüme ediyor, çevremdekileri kategorize edip, etiketliyorum.
Beynimde “normal” olarak tanımlanmış şablonlarım var ve her şeyin kendi şablonunun içine mükemmel bir şekilde oturmasını bekliyorum.

Unutuyorum.
Herkesin benim gibi sadece bir insan olduğunu, tek farkımızın kendimizi ifade ediş biçimimiz olduğunu.
Onların da dahil olduğum o büyük bütünün, küçük parçası olduğunu.
O büyük bütünün, küçük parçalarının yaratmakta olduğu güzel veya çirkin, iyi veya kötü gerçekliklerle evrildiğini.
Tarih denilen şeyin bu küçük parçaların yarattığı gerçekliklerle yazıldığını, şekillendiğini, değiştirildiğini.
Her küçük parçanın yarattığı gerçekliklerle, diğerleri için bir farklılık yarattığını ve onlara bir örnek oluşturduğunu.
Herkesin ancak bu sayede neyi desteklediğini fark edebildiğini.

Bilmiyorum.
Kimin bu evrilmeye ne kadar katkı sağladığını.
Kimin hangi konuda yetenekleri olduğunu, hangi özel yönünün bulunduğunu.
Kimin varlığının, nelerin anlamını çoğalttığını.
Kime hangi rolün verildiğini, kimin kendisine verilen rolün hakkını verdiğini, kimin rolünü fazla abarttığını.

Sürekli yargılıyorum.
Herşeyi, herkesi...
Beynime ulaşmış olan en son bilgiye göre.
Gerçekler sadece benim beynindeki bu bilgilerle sınırlıymış ve herkes için geçerli doğruların hepsini bilirmişcesine.

Dışlıyorum...
Başkalaştırıyorum...
Farklılaştırıyorum kendimi, “normal” olarak adlandırdığım beynimdeki şablonlara tam oturmayanlardan.
Sanki ben onlardan daha iyi yada onlar benden daha az olabilirmiş gibi.
Sanki onlardan daha önemliymişim, yada onlar benden daha değersizmiş gibi.
Yabancılaşıyorum hergün biraz daha onlarla ve yalnız hissetmeye başlıyorum kendimi .

Düşünmüyorum hiç.
Normal olabilmek adına içimde sürekli baskıladığım arzuları serbest bıraktığımda onların ortaya çıkacak o bozulmamış doğasının bana neler yaşatabileceğini, neleri farklı hissedebileceğimi .
Zihnimdeki bu yanılsamaları silip, ilişkilerimi kendi özümün –geçmişle hiç bir bağı olmayan- anlık koşullandırmalarına göre yaşayabilmeyi.

Hayatımı koşulsuz, kuralsız, şartsız an be an kendim yaratıyormuş, sanki öncesi olmayan bir hayat yaşıyormuşum gibi...

11 Aralık 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: The life before her eyes

1 Ekim 2011

Bu aralar ne çok ihtiyacım var...


Bu aralar ne çok ihtiyacım var susmaya, yalnız kalmaya.
Her şeyden, herkesten uzaklaşmaya.
Kendimle başbaşa bir yolculuğa çıkmaya.
Onunla arkadaş olup, birlikte uzun yürüyüşler yapmaya.
Çatışmadan, çekişmeden onu anlamaya çalışmaya.

Bu aralar ne çok ihtiyacım var sessizliğe.
Yüreğimle, beynimi yeniden bir araya getirmeye.
Güçlü görünmeye çalışmak yerine kendimi güçlü hissedebilmeye.

Hiç bir şeye yetişmek için acele etmemeye.
Hiç bir şey için mücadele etmemeye.
Hiç bir şey için kendimi zorunluymuş gibi hissetmemeye.

Bu aralar ne çok ihtiyacım var hareketsizliğe.
Bedenimin peşinden koşmaktan yorulan ruhumu, bedenimle yeniden bütünleştirmeye.
Zihnimde biriken tortular beni sessizce terk ederken, yüreğimin yenilerin heyecanı ile titremesine.

Bu aralar ne çok ihtiyacım var kendime...
Sanki ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi, onu tanımsız, kuralsız, koşulsuz görebilmeye, dinleyebilmeye.
Ona olan sevgimi yüreğimde hissedebilmeye.
Mutluluğum için kendimi yeniden harekete geçirebilmeye.
Mutluluğumun itici gücünün ben olduğumu yaşatarak kendime bir kez daha fark ettirmeye.

Bu aralar ne çok ihtiyacım var sevmeye, sevilmeye...
Yaşayacağım tüm zevkleri, yaşatacağım zevklerle karşılayabilmeye...

15 Kasım 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Into the wild