14 Nisan 2011

Tek bir arzu değil ki hayat, birbirinin karşıtı arzular geçidi.


Kaçma ruhum benden.
Bedenim hayal kırıklıklarından yorgun, seni kovalayamam.
Hayat örgüsünü istesem de sadece başarının ipiyle dokuyamam.

Sen de biliyorsun;
İnsanın vücudundaki sindirilmemiş duygular çözülmedikçe, zihnindeki stres boşalmıyor.
Düşünüş biçimini, yüreğinden geçenleri tam keşfetmedikçe, herşey onun için bir savaş, bir sıkıntı, bir yük’e dönüşüyor.
Düşüncelerin oluşturduğu ağır perdeyle kapanan pencereyi açıp, ışığa yol vermedikçe, karanlık oda toparlanmıyor.

Neden huzursuzsun bu kadar ruhum.
Neden tatmin etmiyor seni hiç bir şey bu aralar.
Ne kadar kaçsam da başkalarıyla ilişkiden, tükense de kulak zarıma çarpan sözcükler
Zihnimden geçenleri sanki duymuyormuşum gibi davranamam.

Sen de biliyorsun;
İnsan zihnindeki fikirlerle ilişkisini kesemiyor.
Gerçeklerin sesi onları bastırmadıkça, dünün yosunu düşüncelerin sesi kesilmiyor.
Eskiden kurtulmadan yeni kendini göstermiyor.
Geçmiş ölmeden yaşam kendini yenilemiyor.
Ne kadar zorlasanda eski kadehler, yeni şarabı almıyor.

Tuzaklar kurma bana zihnim.
Kötü bir şey yaşamamak için hiç bir şey yaşamamaya razı olamam.
Sürekli bildik acıları, henüz tatmadığım mutlulukların yerine koyamam.
Bugünün yükünü yarına taşıyıp korkularıma süreklilik kazandıramam.
Bilginin bozamadığı sessizliğe ulaşmadan, hiç bir yerden başlamayan, hiç bir yere varmaya çalışmayan düşüncelere dokunamam.
Düşünsel özgürlüğümü yitirip, hayatımı sadece kazanılmış alışkanlıklar, edinilmiş kanılarla yaşayamam.

Ben de biliyorum!
Ne bilenim aslında, ne de bilmeyen.
Söylediğim herşey hem doğru, hem yanlış.
Sözcükler zihnin ötesine geçebilirler mi ki?

Ben de farkındayım!
Duygular, düşünceler, itişler, çekişler, amaçlar, dürtüler, anılar, beklentiler, arzular, korkulardan oluşan zihinsel dünyadan vazgeçemiyorum.
Zamansız, mekansız, nedensiz, başlangıçsız, sonsuz gerçekleri kendimce tanımlıyor, renklendiriyorum.
Olmak zorunda olansa kimseyi umursamadan olmaya devam ediyor.
Kimi zaman yeni hikayeler açıyorum, kimi zaman masallar ağlıyorum.

Adına hayat dediğimiz oyun dönüşümlü ruh halleri sinsilesi değil mi zaten?
Tek bir arzu değil ki hayat, birbirinin karşıtı arzular geçidi.
Mutluluk arzunun ışığı, üzüntü arzunun gölgesi!
Başarı da, başarısızlıkta göreli.
Her ikisi de hayat örgüsünün iplikleri.
Ve ben, zihnimin tezgahında bilmediğim bir deseni, lekesiz dokumaya çalışıyorum.

En sonunda ortaya nasıl birşey çıkacak ben de bilmiyorum...

14 Nisan 2011
Haşim Arıkan

12 Nisan 2011

Bilincin ipliğiyle dünyayı baş köşeye astın. Bilinç koptu. Dünya yok oldu!


İnsan oldun.
Yeryüzüne doğdun.
Saf, dokunulmamış, masum ve suçsuz.
Ne olduğunu ya da ne olmadığını bilemeyen bir hiç.

Hiçbir yerden başlamayan sözcükler beyninden geçip bilinmeyen bir boşlukta yitip gidiyorlardı.
Dünsüz düşüncelerin eşliğinde yaşadığın herşey heyecanlandırıyordu seni.

Zaman ilerledi.
Bilinç harekete geçti.
Seni çevreleyen dünyanın bilgi bombardımanı altında.
Zihin uyandı.
Sana bellek ve imgelemeden oluşan bir dünya yarattı.
Nedensellikle yönetilen bir dünya.
Herşeyin mutlak bir nedeni vardı ve hepsinin de bir yanıtı.
Her yanıtsa düne dair bir inancın, bir ideolojinin devamı.

Doğmuştun, insan olmuştun bir kere duramazdın
Durmadan, duramadan yaşadın.
Zamanla benzemen için zorlandığın o büyük kalabalıklar gibi sen de bildiğini sanmaya başladın.
Olmakta olanı gözlemlemeyi bıraktın.
Oysa biliyorum demek yaşamıyorum demekti!
Dahil olduğun inanç sisteminin seni de uyuttuğunun farkına varamadın.

Fark etsen de, ne fark ederdi ki?
Oynadığın oyunun kuralı böyleydi!
Uyanmak için önce sen de uyumak zorundaydın.
Yeniden şekillenmek için önce tamamen erimek.
Kendini yeniden yaratmadan önce yok etmek.

Adına hayat denilen tuhaf bir oyundu bu oynadığın.
Doğmak, yaşamak, tüketmek...., sahip olduklarını yeniden fark etmek!
Kendini bir kez daha inşa etmeye başlamak için, bir gün artık hazır olduğunu hissetmek.

Önce erimek.
Sonra gerçek varlığını teyit etmek…

11 Nisan 2011
Haşim Arıkan


Fotograf : Last night