24 Ocak 2010

Paylaştıklarımızın bende kalan, ama derin, ama zamanla unuttuğum izleri...

Hani hayata dair sürekli bir şeyler anlatıyorsun ya bana.
Senin yaşadıklarını yaşamamam, senin hatalarını tekrarlamamam adına.
İzin verirsen ben de bir şeyler söylemek, aklıma takılan bazı soruları sormak istiyorum sana.
Beynimde henüz, yaşanmışa dair senin kadar çok düşünce biriktirmiş olmasam da.

Söyler misin?
Hayata karşı benim yerime sen savaşarak, beni kazandırabilir misin?
Benim acılar çekmemi, günahlara girmemi, sen engelleyebilir misin?
Benim yazgımı sen değiştirebilir misin?

Sen bu kadar müdahale ederken, ben;
Kendi yaşamımı yaşayabilir miyim?
Arayışlarımı özgürce devam ettirip, kendi yolumu bulabilir miyim?
Ruhumun özgün üslubunu yaratıp, bunu davranışlarıma özgürce yansıtabilir miyim?

Yoksa farkında değil misin hala?
Sevgi bağınla beni nasıl sıkı sıkı bağladığının!
Önerdiğin yaşamı yaşamam için beni ne kadar zorladığının!

Merak ediyorum, acaba hiç aklına gelmiyor mu, senin ben vakitlerin?
O vakitlerde, beyninin içinde uçuşan düşüncelerin...

Ve, benim aslında ne istiyor olabileceğim...

Ne istiyorum biliyor musun?
Dünyayı...., kim olduğumu.... kendi gözlerimle görmeyi,
İçimdeki tutkuların, isteklerin seslerini dinleyebilmeyi,
Kendi doğamla sürekli mücadele etmek, onu kontrol altına almaya çalışmak yerine, ona güvenmeyi, onu yaşamak için kendime izin verebilmeyi,
Tedbirli davranıp sürekli masanın altına saklanmak yerine, camın önünde dikilip olanları seyredebilmeyi,
İnanacağım masalları kendim bulabilmeyi, onları yaşayabilmeyi...

Aslında sen de çok iyi biliyorsun,
Ben de senin gibi, bazen içimdeki bilgenin sözüne kanıp, bazen içimdeki haydutun peşine takılacağım.
Ben de senin gibi, ne tamamen günahsız ne de tamamen günahkar olacağım.

Belki en sonunda birgün ben de;

Sana yazdığım bu satırları unutup, senin gibi davranacağım.
Çocuğumu kör bir sevgi ile sevip, onun adına korkup, endişelenip, onun için acılar çekeceğim.
Ve bunları yaşarken kendimi senin gibi mutlu hissedeceğim.
Kendi hayata geliş amacımı bir gün keşfedebilsem de, onun bu dünyaya hangi nedenle geldiğini ben asla bilemeyeceğim.
Kendi yolculuğumda ne kadar yol aldığını bir gün fark edebilsem de, onun, kendi yolunda ne kadar ilerlediğini ben asla bilemeyeceğim.

23 Ocak 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: The Lord of the Rings

17 Ocak 2010

Hayatını sadece bilinenlerin yardımı ile yaşayabilir misin?

Sabahları ümitsizce uyanmak nasıldır bilir misin?
Kendini, yaşadığın hayatın esas kahramanı değilmiş gibi hissetmek.
Buna rağmen, mutlu olabilme umudunu koruyabilmek.

Gerçek ve düş oyununu bilir misin?
Sahip olduklarını red ederek, kendini hayal ettiklerine sahipmiş gibi göstermek.
İçindeleri yok etmek için kendini sürekli dışarıdan incitmek.
İnanmalarını ümit ederek insanlara gösterdiğin maskeye, kişiliğim demek.

Red edilme, dışlanma korkusu nasıl bir şeydir bilir misin?
Sürekli etrafındaki insanlara imrenmek, onlara benzemek için mücadele etmek.
Benzedikçe de, daha fazla imrenmek.

Düş kırıklığı neye benzer bilir misin?
Birgün, birileri tarafından inandırıldığın düşüncelerin aslında doğru olmadığını görmek.
Onların yarattığı boşluğu yine dışarıdan bulduğun başka düşüncelerle doldurmayı denemek.
İçindeki hazineyle iletişim kurmak yerine, kendini sürekli bu kısır döngüye hapsetmek.

Uzun zamandır gördüğün bir düşten uyanmak nasıl bir şeydir bilir misin?
Bir gün herşeyin değiştiğini, ama hiçbir şeyin değişmediğini fark etmek.
Sen ne kadar değişsen de, çevrendekilerin değişmediklerini görmek.
Senin inandıklarına, onların inanmalarını beklemeden yaşamayı, yaşamdan keyif almayı öğrenmek.

İnsan olmak nasıl bir şeydir bilir misin?
Kendini bir bedenden ibaret görmek.
Kendinin, yaşadıklarının yok edemediğin, bir türlü öldüremediğin fikirleri olduğunu kabul edememek.
Duyularının sana hissettirdiği, gösterdiği şeylerin ne olduğunu sana söyleyenin, senin fikirlerin olduğunu fark edememek.

Hayatı hiç bir beklentin olmadan, hiç bir sonuca ihtiyaç duymadan yaşamak nasıl bir şeydir bilir misin?
Yaşadıklarını hiç yorumlamadan, onlara bir tanım koymadan tadabilmek, hissedebilmek.
Tamamen özgür olabilmek...

Nasıl bir şeydir bilir misin?

17 Ocak 2010
Haşim Arıkan

2 Ocak 2010

Dünden sonra, yarından önce, aşk…

Cümlelerin karşılıklı olarak bir ok gibi fırlatıldığı fırtınalı bir gecenin sabahında, sessizce yürüyorlardı arabalarına doğru. Fırtına artık yerini sessizliğe bırakmış, dün akşam birbirlerine kanıtlamaya çalıştıkları cesaretlerinin hiç bir anlamı kalmamıştı. Artık sessizliklerinin arasında hiç bir bağ bulunmuyordu. Şu an onları birleştiren tek nokta, ikisinin de kendini birbirlerinin yanında rahatsız ve tedirgin hissetmesiydi.

Genç adam arabanın kapısını açmakta olan kadının yüzüne kaçamak bir bakış fırlattı. Yaşadıkları her büyük kavga sonrasında olduğu gibi şu anda içinde ona karşı siddetli bir arzu hissediyordu. İçinden bugün keşke pazar olsaydı diye geçirdi. Dün gece yaşananlardan sonra bu düşündüğünü düşünmeye hakkı var mı diye hiç düşünmedi bile. Düşündüğü tek şey genç kadının şu anda acı çekiyor olduğuydu. Yine de onunla konuşma ihtiyacı duymadı. Ondan bir sıcaklık, yada bir duygu beklemiyordu...

Adamın kendisine yönelttiği bakışı fark etmişti genç kadın, ama bunu ona fark ettirmek istemedi. Şu an hiç bir istemiyor, hiç bir şey hissetmiyordu. Dün akşam ki herşey yine silinmiş. Silinip giderken de yine her zaman ki gibi ortada o anlamsız boşluğu bırakmıştı. İçinde ne bir heyecan, ne de bir duygu kırıntısı barındırmayan kocaman bir boşluk. Alışmıştı artık bu boşluğa. Onunla yaşamaya. Onu nasıl bu kadar sıradan karşıladığına da şaşırmıyordu artık. Nedenleri ile de yüzleşmiyordu. Her seferinde duyguları kelimelere dönüşmeye, anlamlı cümleler oluşturmaya başlamadan önce, onun hakkında düşünmekten vazgeçiyordu. Kırmızı ışıkta durduğunda bakışlarını genç adama doğru çevirdi. O an da bakışlarının içerdiği duygu, arabanın camında yağmurda sallanan sileceklere yönelttiği bakışların içerdiği duygudan farklı değildi.

Onların adına evlilik dedikleri şey artık, sessiz, umutsuz bir kader birliğiydi…

Bakışlarının yanlarında durmakta olan arabanın içinde birbirlerine büyük bir çoşkuyla bakmakta olan çifte kaydını fark edince başını yeniden önündeki camda bir sağa, bir sola sallanmakta olan sileceklere çevirdi...

Gözleri yine, durmak zorunda oldukları kırmızı ışığı fırsat bilip tutkulu bir şekilde buluşmuştu. Yanlarında durmakta olan arabanın içindeki kadının onlara kayan bakışlarını fark etmediler bile. İkisi de hala dün gecenin artçı şoklarını yaşıyordu. İkisi de susuyor. Sanki birbirlerine, en güzel sözlerin söylenmeye ihtiyaç duyulmayan sözler olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlardı. Her fırsatta birbirlerine kayan bakışları sanki herşeyi çözüyor, tüm soruların cevaplarını onlara veriyordu.

Genç adam, genç kadına, büyük bir arzu ile bakarken bir yandan da, onu düşünüyordu. Onun kendisine teslim olmasını, onu, bütün varlığı haline getirmesini asla istemiyordu. Onu benliksiz, içi boş bir kabuk gibi değil, onu bir bütün olarak istiyordu. O, kendinin farkına varmadan, kendini tamamen özgür kılmadan, onunla evlenmeyi düşünmüyordu. Onun kendisiyle kalmasını şiddetle arzuluyor ama aynı zamanda da neyse o olarak kalmasını da istiyordu. “Seni seviyorum” derken, o söze gücünü veren onun içindeki “ben”in varlığını da hissedebilmeyi çok istiyordu...

Adamın bakışlarındaki o güçlü sevgiyi her zaman ki gibi yüreğinin derinliklerinde hissederken, onu ilk tanıdığı günü anımsadı genç kadın. Onu daha ilk görüşünde, içinde bildiği, ihtiyaç duyduğu bir tanıma, bir buluşma duygusu hissetmişti. Bir tamamlanma, bir sona ulaşma duygusu. Bir süre birbirlerine hiç bir şey söyleyememişler sadece bakışmışlardı. Sanki aralarındaki bu sessiz geçen saniyeler onlara birbirleri hakkında herşeyi anlatmıştı. Sonraki günlerde ise büyük bir merak içinde beynindeki onunla ilgili, bir türlü silinmeyen düşüncelerin değişimini seyretmişti. Başka bir insanın varlığını bu kadar önemseyişini, onu kendine bu kadar yakın, sanki acil bir ihtiyacıymış gibi hissetmesini şaşkınlık içinde izlemişti. Onu çok seviyordu.

Bu yaşadıklarını anlatmak için aşk kelimesi kesinlikle tek başına yetersiz kalırdı. Onların bu yaşadıkları, uzun zamandır birbirlerini beklemekte olan, birbirlerinin varlığından hiç bir zaman kuşku duymayan iki insanın, büyük buluşmasıydı…

01 Ocak 2010
Haşim Arıkan