9 Nisan 2010

Nasıl inkar edebilirim ki?

Aslında bana yaşattıklarından dolayı zaman zaman hala canım acıyor.
Kimi zaman sana karşı öfkeyle sarmalanmış bir nefretle dolup boşalıyor ruhum.

Ama sakin olduğum zamanlarda durup biraz düşünüyorum da;
Hak ettiğin şey gerçekten de bu mu olmalı senin?
Eğer sen olmasaydın,
Karşıma çıkmasaydın,
Seninle yaşadıklarım sonucu farkına vardıklarımın nasıl farkına varabilirdim?
Seninle keşfettiklerimi sen olmadan ne zaman ve nasıl keşfedebilirdim?

Nasıl inkar edebilirim ki?
Hayatıma benden habersiz girmedin.
Girmene ben izin verdim.
Ben de, kahramanları olduğumuz hikayede, payımıza düşen her ne varsa yaşayalım istedim.
Ben yaşadım.
Sen yaşattın.
Ben keşfettim.
Sen keşfettirdin.
Sen de bana, benim sana yaptığım gibi, kendime ve hayata dair keşiflerim için yardım ettin.
Belki zor olan rolü sen üstlendin.

Okuduğun satırlardan da anlayacağın gibi, bu defa yaşadıklarıma daha önce hiç bakmadığım pencerelerden bakmaya çalışıyorum.
Bu defa acılarıma, yaralarıma ganimet sanki onlarmış gibi hemen sarılmak istemiyorum.
Onları ruhuma kalıcı olarak yapıştırmak istemiyorum.

Belki de ilk defa,
Yaşadıklarımı bana hissettirdikleri acılarla değil, bana fark ettirdikleriyle hatırlamak istiyorum.
Artık ben de kabul ediyorum.
Bazen hayatın bizim için içine gizlediği o özel zarfı bulabilmemiz için bu acıları yaşamamız, birilerinin bize bu acıları yaşatması gerekiyor.
Ve inanıyorum ki,
Bu dünyada neyi, nasıl yaşarsak yaşayalım, hepsi muhakkak bize bir şey katıyor.
Onları herşeyiyle kabullenmeye çalışmak bile, insanı rahatlatıyor.

Farkındayım.
Bu çok da kolay olmuyor, insan bu gerçeği kabul edene kadar hep o ilk gördüklerine bakıp aldanıyor.
Sabırlı davranıp, hayatın, yaşadıklarının içine gizlediği o özel zarfını bulup, okuyup onu hemen anlayamıyor.
Hak etmediğini inandığı için karşısındaki insanı bir türlü bağışlayamıyor.
Bağışladığında mutlu ve huzurlu olacak kişinin aslında kendisi olduğunu bir türlü fark edemiyor.
Bu yüzden de,
Acılarından vazgeçmeyerek, karşısındaki insanı yıllarca affetmeyerek en büyük cezayı yine kendine veriyor.
Eskinin acısının yüreğini sürekli acıtmasına kendisi izin veriyor.
Sırf sona ermeyen bu acılar yüzünden, kendini bir çok şeyden mahrum bırakıyor.
O acılara ihtiyacı olmadığına bir türlü kendini inandıramıyor.
Yaşadıklarının bütün ağırlığını yıllarca ruhunda taşımayı, aslında isteyerek kendisi seçiyor.

12 Ocak 2008-08 Nisan 2010

6 yorum:

beenmaya dedi ki...

eksiliyoruz ya
acımız, acıtmamız ondan
oysa bir o kadar da bize eklenenlerin farkına varabilsek
belki o zaman yenildiğimiz kadar
yengilerimizin de sahibi olabileceğiz kim bilir...

cecil dedi ki...

tıpkı insanın gözyaşları gibi bir çok şey yaşımızla alakalı... farkındalık nasılda değişken bir durumdur değilmi...

ali zafer sapci dedi ki...

İlginç ve farklı bir paylaşım. Teşekkürler.

Güngör Ekinci Saglik dedi ki...

Hepimiz birbirimizin hayatına bir şey öğretmek için giriyoruz aslında. Bazı dersler günlük olup bitsin diye bakarken, bazısı ömür boyu sürsün istiyoruz.Sevgiler.

Banu ALBAYRAK dedi ki...

Hiç bir şey kolay yaşanmıyor..İzlerden söz etmişken bazıları hiç geçmiyor..Bunun sona ermesini istemekte yetmiyor bazen..Çaresiz olduğun zamanlar çok fazla :( Nereye gidersen git bir gölge gibi peşinde olduğunu hissediyorsun.İşin en kötüsü ona dair güzel şeyleri hatırlamak için sarfettiğin yoğun çaba...Belkide hayatının geri kalanını mutsuz bir şekilde geirmene neden olacak insanı hep iyi hatırlamak istiyorsun.

Adsız dedi ki...

Hayatın acısına boğuyoruz kendimizi sevgi yittiğinde suç hep onda kendimize çok sonraları bakıyoruz belki biraz rahatladıktan sonra acil kararlar verip hemen bir anda infaz ediyoruz sevgimizi... Yaşanmamış gibi sana bir şeyler katmamış gibi ben bunu haketmedim diyoruz halbuki öyle mi gitse bile başta neler yaşadın neler kattı ve gittiğinde bile neler öğrendin bunların hepsi kulağa küpe olucak durumlar...