16 Nisan 2010

Kendi seslerini duymaya çalıştıkça kulaklarına hep başkalarının sesleri çalınır olmuştu....


Günler ayların, aylar yılların, insan ise hızla akıp giden zamanın telaşında koşturup dururken, hayat da hızla tükeniyordu. İnsanlar kendileri hakkındaki gerçeklere başkalarının aracılığıyla ulaşmaya çalışırken kendilerinden uzaklaşıyor, kendilerine dokunmak isteyen elleri hep başkalarına doğru uzanıyor, kendi seslerini duymak isterken kulakları hep başkalarının seslerine kayıyordu.

Herkes kendi gerçeğini başkalarının sözlerinde arıyor. Kendi düşüncelerine değer vermeyip, sürekli başkalarının düşüncelerinin peşinde sürekleniyordu. Dünyadaki tüm düşüncelerin en son noktasında duruyormuşcasına, başkaları tarafından onaylanmamış hiç bir düşünceye bir türlü inanamıyordu.

Derken insanların bir kısmı, bu garip döngüden yoruldu. Kendini bu alışkanlıklar ve bağımlılıklar üzerine kurulu düzenin dışına çıkarıp, yıllardır yaşamakta olduklarına, bir kez de dışarıdan baktı. Kendi içindeki bilgenin sesini duydu, onunla tanıştı. Onunla birlikte yaşamaya alıştı. Yaşadıklarını bireysel beyniyle ve yüreğiyle, hakkını vererek düşünmeye ve hissetmeye başladı. Tüm dikkatiyle, tüm farkındalığıyla yaşamını yeni baştan tekrar sorguladı. O zaman fark etti ki, o güne kadar bütün öğrendikleri, ona öğretilenler, zihninde biriken eskiler, sonunda aşamayacağı kadar yüksek bir duvar olmuş, her yeni adımında sürekli onun önünü tıkıyordu. Yıllardır ona öğretilenlerin etkisi ile, kendisiyle ilgili beyninde oluşturduğu imajları, kendine öylesine kuvvetli yapıştırmıştı ki, onlardan kurtulup, olduğu gibi yaşamayı neredeyse tamamen unutmuştu.

Ulaştığı bu yeni farkındalık düzeyi iç dünyalarındaki görünmez kapıyı onun için yavaşça araladı. Ve kendisini bu kısır döngüye hapsedenin yüzünü ilk kez o zaman gördü. Gördüğü yüzün aslında yine kendisi olduğuna çok şaşırdı. Bunca yıldır kendini düşünceleriyle nasıl esir aldığını işte o an anladı.

Artık önünde iki şık vardı.

Bir kısmı zor olanı seçti.

Kendisiyle ilgili beyninde oluşturduğu bütün imajlara, beyninde biriktirdiği, ona geçmişten miras kalan eskilere ihtiyacı olmadığına kendini inandırdı ve onlardan kurtuldu. Onlara ihtiyacı olmadığına kendini ikna edince hiçbirinin onun üzerinde artık hiç bir etkisini kalmadı. Kalan her gününü geçmişin bir devamı olarak değil, yeryüzündeki ilk günüymüş gibi, geçmişten tamamen bağımsız, olduğu gibi yaşamaya başladı. Olanla baş edebilmek için olması gerekene sığınmaya bir daha ihtiyaç duymadı.

Bir kısmı kolay olanı seçti.

Kanıksadığı o kalabalıktan ayrılmaktan, yalnız kalmaktan korktu. Geçmişin onu hapsettiği o dar çerçeveye razı oldu. Mutluluğunun itici gücünün kendisi olduğunu tamamiyle unuttu. Geçmişten taşıdığı tüm olumsuz duyguların onu yönlendirmesiyle, etrafındaki insanlara göstermek için kendine sürekli imajlar buldu. Sonunda oluşturduğu bu imajlara kendini öyle kaptırdı ki, gerçekten olduğu insanı kendisi bile tamamen unuttu. İçinde o hiç bir zaman sona ermeyen çaresizlik duygusu ile, olanla baş edebilmek için hep olması gerekene sığındı durdu.

04 Ekim 2008
Haşim Arıkan

5 yorum:

ali zafer sapci dedi ki...

İyi bir hatırlatmaydı, teşekkürler.

umursamaz dedi ki...

hepımız de bu satırları yasayarak o duvarlardan gecmıyor muyuz?
gecıyoruz ve belkı yolun sonunda anlıyoruz, farkına varıyoruz gerceklerın.. kendımızın..

Adsız dedi ki...

found your site on del.icio.us today and really liked it.. i bookmarked it and will be back to check it out some more later

Adsız dedi ki...

çok beğendim..

MeaCulpa dedi ki...

çok teşekkürler...