23 Nisan 2010

Düşünüyorum, öyleyse yokum…

Düşünüyorum.
Çocukları, çocuk olmayı, çocuk gibi yaşamayı.

Düşünüyorum.
İnsanın doğduğu ülkeyi, yaşadığı koşulları, ferdi olduğu aileyi.

Düşünüyorum.
Bir insan olarak hayatta; seçebildiklerimizi, seçemediklerimizi, kabullendiklerimizi, karşı koyabildiklerimizi, red edebildiklerimizi, değiştirebildiklerimizi, asla değiştiremediklerimizi, arzuladıklarımızı, katlanmak zorunda kaldıklarımızı, korkularımızı, çaresizliklerimizi, yitip giden umutlarımızı.

Düşünüyorum.
Yağmurlu bir günde, kırmızı ışıkta, yarı çıplak arabamın ön camını silmeye çalışan sümüklü küçük Güllü’nün o pırıl pırıl parlayan gözlerinin derinlerinde gizli umutlarına bakarken.
Gazetedeki haberde, çocuk asker İsmail’in neden buna katlanmak zorunda kaldığını anlattığı cümlelere sinmiş korkuyu hissederken.
13 yaşında kaçırılıp seks kölesi olarak kullanılan küçük Fabienne’in acı, tehdit ve dayakla örselenmiş yaşadıklarını okurken.
Tamircide ki, aklı sokakta futbol oynayan arkadaşların da olan küçük Hasan’ın kendisini azarlayan ustasına, kabul et ben daha çocuğum be usta diyen o gizli bakışlarını fark ederken.

Düşünüyorum.
İnsan olmanın kişiye verdiği hakları, bu hakları koruyabilecek kadar güçlü olamadığında yada tek başına karşı koyamayacağı kadar güçlü birileri tarafından zorla, tehditle, dayakla, elinden alındığında, insanın yaşamak ve katlanmak zorunda kaldıklarını, bu katlandıklarının ruhuna saplanıp kalan kıymıklarını, istemese de girmek zorunda kalacağı o karanlık, çıkmaz sokakları, en nihayetinde ise bütün yaşadıklarının kabullenmesi istenen sonuçlarını. Bu sonuçlar nedeniyle, ona yöneltilecek olan suçlamaları, yargıları, dışlamaları.

Düşünüyorum.
Çocukluk hakları gasp edilen çaresiz çocukları.

Düşünüyorum.
İnsanın ucu kendisine dokunmayan bazı acı gerçeklere karşı neden ve nasıl bu kadar duyarsız kaldığını. Bu gerçekleri zamanla nasıl kanıksadığını, onlara karşı zamanla nasıl duyarsızlaştığını, onları sıradanlaştırıp, nasıl ustaca unutmayı başardığını.

Düşünüyorum.
Neden eylemi ilk başlatan değil de, hep birilerini izleyen olmaya çalıştığımı. İçimde bir türlü bastıramadığım yeryüzünde var olan düşüncelerin, hep en sonunda durma isteğimi. Neden hareket planını ilk oluşturan olmayı değil de, olanı kabullenen olmayı seçtiğimi. Kurtarıcı olarak beklenen ama bir türlü gelmeyen kişinin, ben olabileceğim ihtimalini, neden hiç düşünemediğimi.

Düşünüyorum.
Öyleyse yokum.
Çünkü sadece düşünüyorum.
Gözümün önünde uluorta işlenen bu seri cinayetler için, duygularımı sunmanın dışında hiç bir şey yapmıyorum.
Dürüst olmak gerekirse, ben bu hayat oyununu, fasulyeden oynuyorum.

Varlığımı hissettirmeme rağmen sanki yokmuşum duygusu vererek yaşıyorum. Yada bütün bu şahit olduklarımın hiç biri, sanki hiç olmamış gibi.

23 Nisan 2009


1 yorum:

ZedCezir dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık öncelikle.

İnsan kendi başına gelmedikçe bilmiyor, anlayamıyor, empati kuramıyor. Zaman içinde önceden dışarıdan sadece seyrettiğim, sizin deyiminizle düşündüğüm dertlerin içine daldığımda, hayat o dertlere zorla iteledeğinde beni o dertlerin ortasında yalnızlığı gördüm. Sadece dışarıdan düşünenleri de gördüm. Ama, dışarıdan düşünürkenkinden daha çok umut doldu her zerrem o dertlerin göbeğindeyken...