1 Kasım 2009

Bildiğin düşüncelerle düşünmemelisin onu...

“Görmeyeli ne kadar değişmişsin.” diyor. “Sanki gençleşmiş, güzelleşmişsin. Bakışlarına farklı bir pırıltı gelmiş.”

“Evet. Değiştim, değişiyorum, değişeceğim.” diyor ardından da keyifli bir kahkaha patlatıyor ve arkadaşına heyecanla anlatmaya başlıyor. “Hayat inanılmaz hızla akıp giderken artık eskisi gibi bir kenarda durup onu seyretmiyorum. İnsan hayata karıştığında da ister istemez, daha fazla şey fark ediyor, düşünüyor, sorguluyor ve en nihayetinde de değişiyor.

Eskiden hep, hayatımın kalıcı olması için mücadele ederdim. Sevdiğim şeylerin kalıcı olması, sevmediklerimin ise kısa süreli olması için. Mazeretlerim vardı bu düşüncemi haklı çıkartacak. Hatta sürekli yenilerdim bu mazaretlerimi. Ama bir gün fark ettim ki aslında hayatta hiç biri kalıcı değil, herşey bir süre sonra akıp gidiyor insanın üzerinden.

Artık hayatı çok daha duyusal yaşamaya çalışıyorum. Artık onun sesini duyabiliyorum. Neşesini, canlılığını hissedebiliyorum. Sanki gün geçtikçe daha derinlerine iniyorum. Şimdilerde yaşadıklarım çok daha yoğun, onlardan aldığım haz çok daha fazla. Hiç birini tutmaya çalışmıyorum, tüm duygularım bir nehir gibi akıp gidiyorlar içimde...

Uzun bir aradan sonra biraraya gelmiş olan bu iki bayanın ekrandaki derin sohbetini zaplayarak, başka bir kanala geçiyorum.

Eee, küçük teknem hakkında ne düşünüyorsun? (Bahse konu araç aslında, tekne görüntüsünde bir araba) Adını "Seyri-Alem" koyduk. Dünyayı seyretmek anlamında. Kullandığım araç, kişiliğimin bir uzantısıdır bana kalırsa. (Arabanın ön camını göstererek) İşte bu da dünyaya açılan pencerem. Her dakikası ayrı bir gösteri. Bu gösteriyi yeterince anlamayabilirim, hatta ona katılmam da gerekmez. Ama diyeceğim şu, onu kabul eder ve kayar giderim. Sen her şey yolunda gitsin istersin, bense ne diyeceğimi bile bilmem. Akıntıya karışmak istersin. Deniz ırmağa hiç hayır der mi? Bir yere varmaktansa hep yola çıkmak en güzeli. Tanışmalardan ve elvedalardan tasarruf etmiş olursun. Yolculuk açıklama değil, sadece yolcu ister. Geldiğiniz yer burası dostlar. Bu, gezegene renkli bir kalem kutusuyla gelmeye benziyor. Kutunuz 8'li ya da 16'lı olabilir. Ama önemli olan kalemlerle ve size verilen renklerle ne yaptığınız. Çizgilerin içini ya da dışını boyadım diye üzülmeyin. Çizgilerin dışını boyayın derim ben. Sayfanın dışını boyayın. Beni de kutuya koymayın. Biz okyanusa doğru akıp gidiyoruz. Kara ile kuşatılmadık, söylemek istediğim bu.

Daha önce seyretmiş olduğum bu harika filmi (*) de zaplayıp başka bir kanala atlıyorum.

“Bence hayat ikili bir tercih” diyor ekranda sohbet etmekte olan iki genç kızdan biri diğerine ve devam ekliyor ardından da. “İnsan ya başkaları için kendini feda etmek zorunda ya da kendi için başkalarını. Ya başkaları uğruna acı çekmek zorunda ya da kendi uğruna başkalarına acı çektirmek.” Arkadaşı ise, onun bu düşüncelerini dinledikten sonra kendi fikrini kısa bir cümle ile özetliyor ona. “Dünya bizim, kendimiz olmamızı engelleyen uyarılarla doldurulmuş bir yer sanki...”

Televizyonu kapatıp düşünüyorum. Hayatı... Hayat üzerine anlatılanları... Herkesin hayat hakkındaki anlattığı, inandığı masalları...

Aslında “hayat” da, hayattaki herşey gibi tanımsız bence. Onun da tanımını her konuda, hep yaptığımız gibi düşüncelerimizle bizler koyuyoruz.

Genellikle de, bildiğimiz, pek çoğu bize miras kalmış düşünceleri sürekli tekrarlayarak. Hayattaki asli görevimizin aslında kendimizi mutlu etmek olduğunu, bunu da ancak düşüncelerimizle gerçekleştirebildiğimizi unutarak...

01 Kasım 2009

(*) Waking Life

1 yorum:

Derinden dedi ki...

Bence hayatı anlamlandırma ve hayatın ritmini duymak farkındalıkla başlıyor. Kişi kendini keşfedince , kendini tekrardan kurtarıyor. O zamanda cama vuran bir yağmur damlasından bile zevk alıyor.