19 Kasım 2009

Dünyanın kenarından sonsuza yuvarlandı.

Ömür tükendi.
Bebek yaşlandı.
Yeni hayallerde eskinin görüntüleri canlandı.
Yaşamın öyküsünü düşündü.
Bir kez daha düşüncelerinin ağına düştü.
Üzüldü.
Ağ koptu.
Dünyanın kenarından sonsuza yuvarlandı.
Yuvarlanırken düş, gerçeğe dönüştü.
Ben zannettiği bedeni ardında, dünyada kaldı.
Hayat adını verdiği düş'ün anlamını ancak o zaman kavradı.
O aslında düşlenemeyecek kadar sınırsız bir varlıktı.
Ama herkes gibi o da yaşadığı düş’ü düşünceleri ile sınırlamıştı.
Olabilecekken olamamışların farkına o an vardı.

18 Kasım 2009

18 Kasım 2009

Her gün yeniden yaşıyorum...

Zaman değişiyor.
Ben değişiyorum.
Değişerek acaba kendimi mi inkar ediyorum?
Yoksa kendime daha mı çok yaklaşıyorum?
Ben kimdim?

Kim oluyorum?

Hayat hızla akıp gidiyor.
Ufak dokunuşlarla şekilleniyor.
Hatırlayamadıklarım mı tamamen eriyip, özüme karışıp beni ben yapıyor?
Yoksa izlerini yıllarca üzerimde taşıdıklarımla mı daha fazla ben oluyorum?
Neleri unutmalıyım, neleri hatırlamalıyım bilemiyorum?

Günü geliyor, yollar kesişiyor.
O karşıma çıkıyor. Fark ediyorum, seviyorum, sahipleniyorum, bağlanıyorum.
Gerçekten sevdiğim için mi onu sahipleniyorum?
Yoksa özgür bırakabildiğimde mi onu gerçekten seviyorum?
Özgür bırakmayı mı öğrenmeliyim, sahipleniyorsam sevmemeli miyim bilemiyorum?

Bugün, dün oluyor. Günler yavaş yavaş tükeniyor.
Her yeni günde yeni ilişkiler hayat buluyor. Birlikte deneyimler yaşanıyor, yaşanan deneyimler tanımlanıyor, düşünceye dönüştürülüp zihinlerde depolanıyor.
Düşüncelerim mi duygularımı yaratıyor?
Yoksa duygularım mı düşüncelerimi doğuruyor?
Düşünmeli miyim, hissetmeli miyim bilemiyorum?

Her gün yeniden yaşıyor, keşfediyor, öğreniyorum...

Her gün sanki yeniden doğuyorum...

17 Kasım 2009
Haşim Arıkan


Fotograf: The Double Hour

15 Kasım 2009

Bazen kaybettiğinde kazanıyor insan...

Senden özür diliyorum.
Sana asla veremediğim şeyler için.
Hissettiklerinde sana katılamadığım, sana yaşattığım hayal kırıklıkları için.
Bize dair senin yarım cümlelerini hiç bir zaman tamamlamaya çalışmadığım için.
Korkaklığımı gizleyip, güçlüymüş gibi görünebilmek için, sana olan duygularımı bastırıp kendimi senden uzaklaştırdığım için.

İtiraf etmeliyim ki, senin beni tanıdığından daha fazla tanımıyordum ben de kendimi.

Sana teşekkür ediyorum.
Bana verdiğin bütün sevgin için.
Kim olduğumu, aşkın nasıl bir şey olduğunu bana yaşatarak gösterdiğin için.
Her zaman için beraber olmaktan gurur duyduğum biri olduğun için.
Sona eren bir ilişkinin ardından bile, içimde nefret duyguları uyandırmadan, sevmeye devam edebildiğim biri olduğun için.
Daha önce hiç hissetmemiş olduğum duyguları hissedebilme kapasitemi bana fark ettirdiğin için.
Bana, her zaman seveceğim, yüklediğim anlamları hiç bir zaman değiştirmek istemeyeceğim şeyler yaşattığın için.

Sana teşekkür ediyorum.
Bir ilişkinin sonunun da, ilişkinin diğer bölümleri kadar önemli olduğunu bana fark ettirdiğin için.

15 Temmuz 2008
Haşim Arıkan

12 Kasım 2009

Ancak o zaman...



“Kendini bilmelisin” diye yavaşça fısıldıyor kulağıma.
Bana, benim yakınlığımda.
Bunu duyunca bir sürü soru uçuşmaya başlıyor beynimde.
Kendim, yaşadıklarım ve hayat hakkında.

Bunu görünce,

“Zihnini çok fazla düşüncelerle meşgul edip, kendi özündeki koşullanmamış özgürlük ile bağını kopartmamalısın.”
Diyerek başlıyor sükunetle cümlelerini ardarda sıralamaya.

“Sen de sen olmayanları ayıklarak, zihnini yıllardır biriktirdiğin çöplerden kurtararak başlayabilirsin kendin için bir şeyler yapmaya.
Eğer, içinde daha derinlere ulaşmak, içindeki zenginliklerle tanışmak istiyorsan, kendin için daha fazla çaba harcamalısın.
Daha fazla sen olabilmek istiyorsan sorgulamalarına bütün zihninle, kalbinle, tüm varlığınla katılmalısın.
İçinde yaşadığın oluşturulmuş düzen tarafından derinden koşullandırılmış zihnini dağıtmalı, kendi özünün anlık koşullandırmalarını yaşamaya çalışmalısın.

Ancak o zaman tedavi edebilirsin yılların ve içinde yaşadığın düzenin sende oluşturduğu hasarları.
Ancak o zaman bulabilirsin kendi doğanın bozulmamış o ilk orjinal yapısını.
Ancak o zaman silebilirsin zihnindeki yanılsamaları.
Ancak ondan sonra fark edebilirsin hayatı, kendini ve diğerlerini, nasıl algıladığını.

Tüm benliğinle isteyip ve gerçekleştirebilirsen bunları;
Kendi sınırlı kişisel alanından çıkıp sevginin, şefkatin, zekanın saflığına uzanabilirsin.
Aslında dünyanın sen, senin de dünya olduğunu fark edebilirsin.
Farkındalığının ışığını yakabilirsen, acı, incinme, nefret gibi tüm olumsuz duyguların onun aydınlığında var olamadığına kendi gözlerinle şahit olabilirsin.
Anı farkındalığının ışığıyla solumaya başladığında, yaşadığın hiç bir şeyin eksik kalmadığını ve onları artık zihnine kaydetmeye ihtiyaç duymadığını fark edebilirsin.
İşte o zaman, özgür kalan zihninle o merak ettiğin, "kendi yaşama amacını" bulabilirsin.”


12 Kasım 2009
Haşim Arıkan

8 Kasım 2009

Ve ben onları neden ve nasıl sevmediğimi hatırlamak istemiyorum.

Sohbetlerinin kolay kolay sona ermeyeceğini iyi bildikleri için, hepsi salondaki koltuklara -adeta- gömülmüş bir haldeydi. Bir yandan sigaralarını tüttürüp, bir yandan şaraplarını yudumlarken, uzunca bir aradan sonra yeniden birlikte olmanın coşkusuyla, saatlerdir durmaksızın konuşuyorlardı, -Cahit Sıtkı’ya göre yolun yarısını biraz geçmiş olan - dört genç kadın. Konu dönüp dolaşmış, bir süre sonra yine gelip geçmişe dayanmıştı çoğu zaman olduğu gibi...

“Düşündünüz mü hiç? Ne çok konuşuyoruz değil mi geçmiş hakkında? Bence bunun sebebi onu istesekte asla bozamıyor olmamız. Düşünüyorum da. Aslında onu değiştiremiyor olmamız çok daha iyi... Yıllar geçtikçe olgunlaşarak ona dönüp tekrar bakabilmek... Kendini kandırmadan... Hiç bir şey ummadan... Sadece... Evet sadece bakabilmek... Bence güzel olan, bizi sürekli geçmişe çeken şey kesinlikle bu...”

“Ben sana pek katılmıyorum bu konuda. Bence insan geçmişine dönüp baktığında çoğunlukla hatalarına takılıyor. Yapmış olduğu hataların bedelini de, şimdiki zamanda çektiği acıyla ödüyor. Çektiği acı ise, o yaşadıklarını ölümsüz kılıyor. Benim pek de memnun olmadığım, tuhaf bir döngü bu. Yapacak çok da fazla bir şey de yok. Belki de söylendiği gibi, tecrübe hanemize bir çizik atıp, kaldığımız yerden aynen devam edebilmeyi becerebilmek lazım...”

“Biliyor musunuz ben ne düşünüyorum bu konuda? Bence insan geçmişe dönüp baktığında en çok vermiş olduğu kararlara takılıyor. Ve bu gördükleri karşısındaki mutsuzluğunun esas sebebi de söylediği gibi, o zaman, o kararları verirken seçeneğinin az olması değil aslında, tam tersine seçeneğinin fazla olması. Onca seçenek arasında ne yaptığını bilemeden bir karar vermek zorunda kalıyorsun... Sonrası ise, verdiği bu karardan dolayı duyduğu, insana acı veren bir pişmanlık...“

Artık konuyu değiştirelim mi? Ne dersiniz? Çünkü ben geçmişimi hatırlamak, onun hakkında konuşmak istemiyorum. Yaşamış olduklarım, benim hayatta sevmediğim şeylerin tümünü ifade ediyor. Benim için. Ve ben onları neden ve nasıl sevmediğimi hatırlamak istemiyorum. Eğer kendime onları hatırlamak için izin verirsem, geçmişe tekrar dönmem gerekecek. Ve ben, o zaman kendimi bir kez daha tutabileceğimden emin değilim.

Hadi geçmişi artık bir kenara bırakıp , kadehlerimizi geleceğe kaldıralım. Geleceğimizin şerefine...”

Üçü de onun neden böyle konuştuğunu çok iyi bildikleri için sustular. Üçü de en azından onlar için özel olan bu gece de, onun yaşadıklarını hatırlayıp bir kez daha kocayıp, bir kez daha yorgun düşmesini istemedi.

Zaten hangimiz, hangimizin hayatta hangi yolları izlemek, hangi işleri yapmak, hangi acıları çekmek için seçildiğini biliyordu ki? İnsanın kendisinden başka kim, yaşadıklarının ona ne kadar yol aldırdığını fark edebiliyordu?

Çok kısa bir sessizlikten sonra, dört kadının kadehi, onları beklemekte olan geleceklerinin şerefine havada buluştu....

08 Kasım 2009

5 Kasım 2009

Bu aralar...

Biraz dalgınım bu aralar.
Sabahları ayna da kendimi bile fark edemiyorum.
Ona, onu sevdiğimi söyleyemiyorum.
Bu aralar nedense hep kapatılmamış kapılara takılıyorum.

Biraz huzursuzum bu aralar.
Kendimle uğraşıp duruyorum.
Tutamadığım sözlere, yaşayamadığım hayallere, açmadığım kapılara kızıyorum.
Bu aralar nedense kendime, kendimi bir türlü beğendiremiyorum.

Biraz hüzünlüyüm bu aralar.
İçimdeki o azaltamadığım acıları, iyileştiremediğim yaraları, dökemediğim gözyaşlarını hissediyorum.
Olabilecekken olamamışları takılıp kalıyorum.

Unuttuğumu sandığım ne çok şey hatırlıyorum bu aralar.
Sanki elimde bir terazi, onları tek tek elden geçiriyorum.
Terazinin bir kefesine istediklerimi, hayallerimi,
Diğer kefesine kabullendiklerimi koyuyorum.
En sonunda hangisi ağır basacak ben de bilmiyorum.

04 Kasım 2009


1 Kasım 2009

Bildiğin düşüncelerle düşünmemelisin onu...

“Görmeyeli ne kadar değişmişsin.” diyor. “Sanki gençleşmiş, güzelleşmişsin. Bakışlarına farklı bir pırıltı gelmiş.”

“Evet. Değiştim, değişiyorum, değişeceğim.” diyor ardından da keyifli bir kahkaha patlatıyor ve arkadaşına heyecanla anlatmaya başlıyor. “Hayat inanılmaz hızla akıp giderken artık eskisi gibi bir kenarda durup onu seyretmiyorum. İnsan hayata karıştığında da ister istemez, daha fazla şey fark ediyor, düşünüyor, sorguluyor ve en nihayetinde de değişiyor.

Eskiden hep, hayatımın kalıcı olması için mücadele ederdim. Sevdiğim şeylerin kalıcı olması, sevmediklerimin ise kısa süreli olması için. Mazeretlerim vardı bu düşüncemi haklı çıkartacak. Hatta sürekli yenilerdim bu mazaretlerimi. Ama bir gün fark ettim ki aslında hayatta hiç biri kalıcı değil, herşey bir süre sonra akıp gidiyor insanın üzerinden.

Artık hayatı çok daha duyusal yaşamaya çalışıyorum. Artık onun sesini duyabiliyorum. Neşesini, canlılığını hissedebiliyorum. Sanki gün geçtikçe daha derinlerine iniyorum. Şimdilerde yaşadıklarım çok daha yoğun, onlardan aldığım haz çok daha fazla. Hiç birini tutmaya çalışmıyorum, tüm duygularım bir nehir gibi akıp gidiyorlar içimde...

Uzun bir aradan sonra biraraya gelmiş olan bu iki bayanın ekrandaki derin sohbetini zaplayarak, başka bir kanala geçiyorum.

Eee, küçük teknem hakkında ne düşünüyorsun? (Bahse konu araç aslında, tekne görüntüsünde bir araba) Adını "Seyri-Alem" koyduk. Dünyayı seyretmek anlamında. Kullandığım araç, kişiliğimin bir uzantısıdır bana kalırsa. (Arabanın ön camını göstererek) İşte bu da dünyaya açılan pencerem. Her dakikası ayrı bir gösteri. Bu gösteriyi yeterince anlamayabilirim, hatta ona katılmam da gerekmez. Ama diyeceğim şu, onu kabul eder ve kayar giderim. Sen her şey yolunda gitsin istersin, bense ne diyeceğimi bile bilmem. Akıntıya karışmak istersin. Deniz ırmağa hiç hayır der mi? Bir yere varmaktansa hep yola çıkmak en güzeli. Tanışmalardan ve elvedalardan tasarruf etmiş olursun. Yolculuk açıklama değil, sadece yolcu ister. Geldiğiniz yer burası dostlar. Bu, gezegene renkli bir kalem kutusuyla gelmeye benziyor. Kutunuz 8'li ya da 16'lı olabilir. Ama önemli olan kalemlerle ve size verilen renklerle ne yaptığınız. Çizgilerin içini ya da dışını boyadım diye üzülmeyin. Çizgilerin dışını boyayın derim ben. Sayfanın dışını boyayın. Beni de kutuya koymayın. Biz okyanusa doğru akıp gidiyoruz. Kara ile kuşatılmadık, söylemek istediğim bu.

Daha önce seyretmiş olduğum bu harika filmi (*) de zaplayıp başka bir kanala atlıyorum.

“Bence hayat ikili bir tercih” diyor ekranda sohbet etmekte olan iki genç kızdan biri diğerine ve devam ekliyor ardından da. “İnsan ya başkaları için kendini feda etmek zorunda ya da kendi için başkalarını. Ya başkaları uğruna acı çekmek zorunda ya da kendi uğruna başkalarına acı çektirmek.” Arkadaşı ise, onun bu düşüncelerini dinledikten sonra kendi fikrini kısa bir cümle ile özetliyor ona. “Dünya bizim, kendimiz olmamızı engelleyen uyarılarla doldurulmuş bir yer sanki...”

Televizyonu kapatıp düşünüyorum. Hayatı... Hayat üzerine anlatılanları... Herkesin hayat hakkındaki anlattığı, inandığı masalları...

Aslında “hayat” da, hayattaki herşey gibi tanımsız bence. Onun da tanımını her konuda, hep yaptığımız gibi düşüncelerimizle bizler koyuyoruz.

Genellikle de, bildiğimiz, pek çoğu bize miras kalmış düşünceleri sürekli tekrarlayarak. Hayattaki asli görevimizin aslında kendimizi mutlu etmek olduğunu, bunu da ancak düşüncelerimizle gerçekleştirebildiğimizi unutarak...

01 Kasım 2009

(*) Waking Life