22 Ekim 2009

Onu sevmek o kadar kolaydı ki onun için...

 
Artık yaşlandığını düşündüğü, vücudunu tanıyamadığı dönemde çıkmıştı karşısına. Erkeklerin ona baktığında yada bakmadığında kendini tanıyamadığı, sanki kendini bir yerlerde unutmuş, bir türlü bulamadığı, bulsa da artık o bulduğu kişi olmak istemediği, kendine dair bir şeyler yapma ve hayattan keyif alma yeteneğini yitirdiği dönemde.

O dönem, kendini bir parçası olarak hissettiği şeylerden kopuş döneminin de başıydı aslında. Annelikten, evlatlıktan,……….


Perdenin o daracık aralığından sinsice içeri süzülen sabah güneşi, tam gözlerine hedef aldığında, güneşe hedef şaşırtmak için yavaşça yatağın sağ tarafına, ona doğru döndü. Sağ eli yine onun göğsünde yüzü koyun bir vaziyette keyifle uyuyordu yanında. Vücudunun küçücük bir noktası dahi olsa bir tarafının mutlaka ona dokunması gerekiyordu. Yoksa rahat bir uyku uyuyamıyordu. Alışmıştı onun bu huyuna. Hatta hoşuna bile gidiyordu bu huyu. Elini onu uyandırmamak için göğsünden yavaşça kaldırdı ve usul usul öptü.

O elin her seferinde vücudunda, nasıl, sanki onunla ilk defa tanışıyormuş, sanki onu ilk defa keşfediyormuş gibi yavaş yavaş, arzuyla dolaştığını hatırladı. Düşüncelerin arkasından önüne geçip, içindeki duyguları dilediğince yaşayabilmenin nasıl bir şey olduğunu sadece onunlayken tatmıştı.

Onu sevmek o kadar kolaydı ki onun için.

Onu gördüğünde beynindeki herşey siliniyor, hatta bazen nerede olduğunu, oraya niye gittiğini bile unutuyordu. O anda içinde beklenmedik bir neşe ortaya çıkıyor. Diğer tüm duygular bir anda geride hiç bir iz bırakmadan darmadağın oluyor, geriye bir tek o kalıyordu. Direnilmesi ve yönlendirilmesi için insana asla fırsat vermeyen bir duyguydu bu yaşadığı.

Çok mutluydu onunla. Onun hayatını değiştirmesine izin veriyordu. İçinde büyümekte olan şeyin özgürce büyümesine izin veriyordu. Geleceğini şekillendiren düşüncelerinin kaynağının bir başkası olmasından ilk defa rahatsız olmuyordu.

Bu kadar yoğun duygular içerisinde yüzerken bile, içinde yaşayan geçmişin şeytanları her zamanki gibi yine onu bir türlü rahat bırakmıyordu. Yaşanmış hikayelerin beynine kazıdığı o “korkması gerektiği düşüncesi” ni bir türlü unutamıyordu. Hatta o düşünceye yenik düştüğü bir anda dayanamayıp ona şu soruyu sormuştu “Ya bir gün, ben yine herşeyi mahvedersem?”
Zamanın onlara neler getireceğini, bundan sonrası için hayatına girmek için beklemekte olan başka biri var mıydı bilmiyordu. Şu anda hissettiği, bildiği tek bir şey vardı. O da zaman ona neyi getirirse getirsin, bu ilişkiden elinde kalacak olan her ne varsa hepsini her zaman seveceği onları asla değiştirmek istemeyeceğiydi. Onunla bu yaşadıklarının, bundan sonra olabilecek en kötü zamanlarının can simitleri olacağını, en mutsuz olduğu anlarda hep onlara tutunacağını hissediyordu.

Ve bu yüzden hayatında ilk defa, içinde her gün biraz daha büyümekte olan o katıksız duyguyu doya doya yaşamak için kendine izin veriyordu…

22 Ekim 2009
Haşim Arıkan

1 yorum:

sufi dedi ki...

Keşke yaşamın tüm zamanlarında katıksız duyguları doya doya yaşayabilmek için kendimize izin verme rahatlığı ve özgüveninde olabilsek.Gençlik daha önümde yaşanacak çok yıllar var düşüncesiyle neleri geciktirip erteleyip sonunda pişmanlıklar yaşayabiliyoruz.Ama yaşlılıkta "yarına çıkmayabiliriz" fikri anı doya doya yaşamamıza neden oluyor.Sevgilerimle.