22 Mayıs 2009

Sevilmek, örnek gösterilmek mutlu olmak için yeterli miydi?

Uzun zamandır kendini yorgun ve huzursuz hissediyordu. En sonunda bir Pazar gününü, izin günü ilan ederek kendini boğazın kenarındaki çay bahçelerinden birine attı. İnsanlar sokaklara akmaya, sözcükleri havada uçuşmaya başlamadan , sessizliğin ve yalnızlığın lüksünü yaşamak, muhteşem üçlü adını verdiği, simit-peynir-çaydan oluşan kahvaltısının tadını çıkarmak istiyordu.

Bugün, kendisi dışındaki hiç bir yükünü, ruhuna yüklemeden sadece kendi varlığını hissetmek istiyordu. Beyninin içinde bir süredir dolanan, bugüne kadar anlamlı cümlelere dönüşmelerine izin vermediği o doğum sancısı çeken düşünceleri hiç düşünmeden. Korkuyordu bu düşüncelerden. Onlara izin verdiğinde beyninde oluşturacakları cümlelerden. Öte yandan ise tuhaf bir şekilde onları duymak için de sabırsızlanıyordu. Tam daha bu düşüncelere yeni dalmışken, beyninin orta yerine gelip saplanan bir soru cümlesi, onu biranda koparıp aldı bu düşüncelerinden.

Mutlu muydu?

Ne kadar anlamsız bir soruydu bu! Tabi ki mutluydu. Herşey mükemmeldi onun hayatında, mükemmel bir eşti, mükemmel bir anneydi, mükemmel bir evlattı, mükemmel bir dosttu. O herkes tarafından çok seviliyordu.

Ama verdiği bu cevaplarla, soru cümlesi ortadan kaybolmamış. Hala beyninin içinde yankılanıp duruyordu.
Mutlu muydu?

Bu sefer daha farklı cevaplarla ikna etmeye çalıştı kendini. O, etrafında her zaman takdir edilen, örnek gösterilen biriydi. Nerede nasıl davranılmasını bilir, hiç bir zaman kimseyi düşkırıklığına uğratmazdı. Etrafındaki herkes onun fedakar, yardım sever, candan bir dost olduğunu söylerdi. Ona sonsuz güvenirdi. Mutluydu tabi ki de. Bir insan bunlardan başka daha ne isterdi mutlu olmak için.

Ama beyni bir türlü ikna olmuyordu bu cevaplarla. Bozuk bir plak gibi soruyu üçüncü kez tekrarladı.
Mutlu muydu?

Sonunda o da pes etti. Gerçeği kabul etti. Bu soruyu kendine tekrar tekrar sorma sebebinin, beyninin içinde doğum sancısı çeken o düşünceler olduğunu, o da hissediyordu. Uzun zamandır direniyor olsa da artık onlarla yüzleşmenin zamanı gelmişti. Sustu, onlara istedikleri cümleleri kurmaları için izin verdi. İzin vermesi ile birlikte kendini, tuhaf bir şekilde sanki yıllardır kör bir kuyunun dibine çökmüş duran bir şeyleri, uzun süredir kullanılmadığı için zorlukla çalışan eski bir çıkrığın yardımıyla yeniden gün ışığına çıkarıyormuş gibi hissetti.

Düşündü ve sustu. Beyninde ilk defa oluşan cümleleri onun için dile getirmek için konuşmaya başlayan o sesi, sessizce dinledi. “Bunca zamandır mutluyum derken, hep kendi varlığın yerine etrafındaki insanlara tutundun. Onlardan gelen onaylamaların motivasyonu ile mutluyum diyerek kendini kandırıp durdun. Yaptığının aslında kendini silme hareketi olduğunu fark bile edemeden. Onların senin efendin olmalarına, sen izin verdin. Kendini onların değerlerine göre nasıl olması gerekiyorsa, sanki öyleymişcesine yaşamaya sen mahkum ettin. Onların beklediği gibi biri olduğunda, sana biçtikleri o rolleri başarıyla oynadıkça onlar tarafından sevildiğini hissedip, hep mutluyum dedin. Dönüp de kendi içine, arzularına bakmadan. Ama mutluyum diyerek kendine karşı sürdürdüğün bu yalan için ödediği bedel, kişisel arzularının, kişisel mutluluğunun tamamen yok oluşu oldu. Şimdi son kez soruyorum sana, lütfen sadece kendi varlığını hissederek bu soruma cevabını ver. Gerçekten mutlu musun?”

Kararlı ve net bir şekilde, “Mutluyum” dedi. Ruhunun, ona göre henüz hazır olmadığı bir zamanda ışığı yanan bu karanlık odasının, ışığını yeniden kapatıp, hızla dışarıya çıkarken. Odadan dışarıya çıkmasıyla birlikte, o eski çıkrık da hızla boşalmış, ipin ucundaki kovanın içindekiler yeniden kör kuyunun dibine dökülmüşlerdi.

Birden kendini kimsesiz ve yapayalnız, değersiz hissetti. Eşini ve çocuklarını özledi. Hesabı hızla ödeyip kendini çay bahçesinden dışarıya attı. Bir an önce evine, ailesine geri dönmek istiyordu. Bir yandan da içinde hissetmekte olduğu huzursuzluğunu yenebilmek için, kendi kendine telkinde bulunuyordu. “ Evet kabul ediyorum. Bu hayat benim seçtiğim, kabullendiğim bir hayat. Burada neyi deneyimlemem gerekiyorsa ben onu deneyimliyorum. Yaşadıklarım da, tercihlerimde hatalı ve yanlış olan hiç bir şey yok. Zaten bu dünyada hata diye bir şey yok, sadece deneyim var. (**)

Deneyim acaba yaşanmış tamamlanmış mıydı, yoksa...

21 Mayıs 2009
Haşim Arıkan


(**) Orjinal sözün sahibi Brajeshwari’ye sevgi, saygı ve teşekkürlerimle...

5 yorum:

Huzunbazz dedi ki...

Kımı zaman ınsan kalıplara sokar kendını benlıgını.. o kalıplara gırmeye ıter cewresı we sewdıklerı.. bazen mutlumuyum sorusuna hyr derız bazende ıcınde bulundugumuz o dork kose duwarın ıcınde bıle mutlu oluruz.. secımlerımız bızı mutluluga goturebılır ama mutsuzluga asla..

Brajeshwari dedi ki...

:)

Deneyim bitmez ki, tamamlanmaz ki..Büyür büyütür.. Başka deneyime götürürür seni..

Hayatını başkalarını mutlu edip, onlardan onaylarla yaşayan bir kadın..Bu tercihinin farkına varıp mutsuz olmuyor yada kendini kurban rolune koyup hayıflanmıyorsa, yeni bir deneyime gidiyor demektir. Gerçekten bu yaptıklarıyla mutlu olma...

Deneyim, değişim dönüşüm oyunu gibidir.. mutsuzum, değiştir mutluyum.. Hata yaptım, hayır tecrübe edindim..Böyle devam eder oyun..Değiştirebilenler, dönüşür..

:)


Çok sevgilerimle...

guguk kuşu dedi ki...

yaşanan hayatı ilmek ilmek kendimiz örüyoruz ama acaba ne kadar farkında olarak. acaba ne kadar kendimizi tanıyor ve ne kadar kendimizin ne sitediğini biliyoruz. durum böyleyken aklımızın zaman zaman karışması çok normal. eğer kendimi seviyorsam mutluyum diyorum ben de.

beenmaya dedi ki...

başkalarını mutlu etmek, başkalarının gözünde, onayında harika olmak elbette ki mutlu eder insanı ama yeterli mi...

bir insan kendi gözünde kendi içinde, kendi hayatında nerededir, hangi tanımı yada sıfatı uygun görür kendine işte asıl mesele bu değil mi...

Sis dedi ki...

Burada "düşünmeye başlamanın geri dönüşü yoktur" deyip tüm büyüyü bozacağım belki.Ama bu kurgudaki şahıs başladı ne yazıkki düşünmeye.Ve her düşünce onu daha derine daha başka bir düşünceye yöneltecek.Düşündükçe farklılığın farkına varacak.Bunun farkına vardıkça daha çok sorgulayacak,daha çok düşünecek.
Dönülmez olan noktaya geldiğinde ise tek çığlığı şu olacak:
"Neden bana akıl ve fikir verdin ve düşünmeye başlattın?Sokaktaki düşünmeden yaşayıp mutlu olabilen binlerce insana verdiğin mutluluğu neden elimden aldın?Al fikirlerimi,gri hücrelerimi .Ben sayılı zamanımda bu dünyada çok düşünen çok şeyi bilip gören ama mutsuz olan insanı oynamak istemiyorum."
Nafile tabii ki.
Düşünmeye başlamanın geri dönüşü olmadığı gibi mutsuzluğu yaşamaya başlamanın ilk adımıdır