9 Aralık 2006

Seni çok seviyorum...

Berbat bir akşam trafiğinde, sahil yolundan Bebek’ten Tarabya’ya doğru dura kalka ilerliyoruz. Trafik tam bir kilit vaziyette. Onu iş yerinden alalı bir saati geçti. Bir saattir, yanımdaki koltukta gözyaşlarına boğulmuş bir vaziyette hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Hiç bir şey konuşacak vaziyette değil. Bir an önce eve ulaşmak ve onu kollarıma alıp sımsıkı sarmak onu rahatlatmak istiyorum. Elim radyoya uzanıyor, müzik ona belki biraz iyi gelir diye düşünüyorum. Düğmeyi çevirmemle birlikte Sezen Aksu’nun sesi arabanın içine dolmaya başlıyor. “Farkındayım, Farkındayım. Kendini seçemiyorsun, bırakıp kaçamıyorsun, yazmadığın bir hikayede, uzun yada kısa vadede az biraz keşfediyorsun.” Dönüp ona bakıyorum. Kucağı ıslak kağıt mendillerle dolmuş bir vaziyette hala ağlıyor.Şu an tüm enerjisini tükenmiş, tamamen dip yapmış bir durumda. Kulağım yeniden şarkının sözlerine takılıyor ve onun kendisini ne kadar keşfedebildiğini, kendisinin ne kadar farkında olduğunu düşünüyorum.

Neden enerjimizin bu kadar tükenmesine , rezervlerimizin bu kadar boşalmasına izin verdiğimiz aklıma takılıyor. Böylesine tükendiğimizde, duygusal olarak daha da güçsüzleştiğimizi, hassaslaştığımızı, kırılganlaştığımızı, yaşadıklarımızın izlerinin üzerimizde daha da kalıcı olduğunu, kendimizi toparlamamanın daha uzun sürdüğünü, anlamak için acaba kaç deneyim yaşamamız gerekiyor?

Kaçımız farkında acaba? Benim enerji kaynaklarım ne? Ben kendimi neler yaptığımda mutlu keyifli huzurlu hissediyorum, içim çoşkuyla doluyor diye.

Müzik! Yanlızlık ,sessizlik ve sükunet! Sıcak bir dost sohbeti! Okumak,yazmak! Sevgi dolu bir dost kucaklaması! Belki de arkadaşlar arasında küçük bir parti……………………….

Hepimiz hissediyoruz belli dönemlerde yaşam gücü enerjimizin gitgide tükendiğini. Hissetmemize rağmen yine de izin veriyoruz bir çoğumuz depolarımızın sonuna kadar boşalmasına. Sonrasında da kendimizi duygusal anlamda dirençsiz bir halde salıyoruz ortalığa. İlk patlak veren tatsız olayda da gözyaşlarına boğuluyoruz. Canımız daha çok yanıyor, açılan yaralar daha zor kapanmıyor.Toparlayamıyoruz bir türlü kendimizi.

Neden yaşam gücü enerjimizin azalmaya başladığını hissettiğimizde hemen hareket geçmiyoruz?
Neden en sevdiğimiz albümü müzik setine takıp çalan şarkılara bağıra bağıra eşlik edemiyoruz?
Neden başımızı alıp sakin, sessiz bir yerlere kaçamıyoruz?
Neden bir dostumuzu arayıp kendimizi onun sevgi dolu kollarına, sıcak içten sohbetine bırakmıyoruz?
Neden......

Neden depomuzu dibine kadar boşalmadan takviye edemiyoruz? Göz göre göre enerjimizin hızla tükenmesine izin veriyoruz?

Aslında hepimiz biliyoruz söylenen “aynı cümlenin” biz çoşkuluyken ve enerjimiz tükendiğinde üzerimizde bıraktığı farklı etkileri. Birinde önemsemeyip, gülüp geçtiğimiz cümle, diğerin de nasıl da canımızı yakıyor. Üstüste canımız yandığında da “neden herşey üstüste geliyor” diye düşünüyoruz.

Karşıdan gelen aracın farları gözüme girince bu düşüncelerimden sıyrılıp kendime geliyorum. Daha fazla dayanamayıp , kırmızı ışıkta durduğumuzda onu sıkıca kucaklayıp, tutkulu bir şekilde öpüyorum ve kulağına fısıldıyorum

- Seni çok seviyorum.

Bana bakıp,

- İyi varsın, iyi ki yanımdasın diyor. Ağlamaktan şişmiş gözleriyle gülümseyerek.

Bende ona gülümsüyorum. "Yoksa onun enerji kaynağı ben miyim?" diye kendime sorarken...

08 Ağustos 2004
Haşim A.

Hiç yorum yok: