10 Mart 2009

Biliyor musun ne düşünüyorum?

Geçenlerde izlediğim bir filmde baş aktör, beynimizin çalışma sisteminin şehirlerarası yol sistemine benzediğinden bahsediyordu... Bu bakış açısıyla düşününce insanın aklına neler geliyor.

Bir düşünsenize, hayatımız boyunca sürekli bir noktadan diğerine koşuşturup duruyoruz, çoğu zaman da hep birşeylere yetişmenin telaşıyla... Bu noktaların arasında kalan diğer yerleri, yani otobanın dışındakileri, orada oldukları halde, yanı başlarından geçmemize rağmen fark edemeden. Nedeni de, sırf kendimizi algılamamaya koşullandırdığımız için.

Geçmiş deneyimlerimizden hareketle, farklı olabileceklerini düşünmediğimiz için. Hayatı hissederek yaşamak yerine, hükmen yaşamayı tercih ettiğimiz için.

İnsan düşünmeden duramıyor; hayatımız boyunca acaba nelerin önünden, yanından geçipte onları fark edemiyoruz. Aslında farklı olan neleri birbirine benzetip aynı zannediyoruz. Hangi sesleri, hangi görüntüleri ıskalıyoruz.
Bunlar hayatın içinde farkına varamadıklarımız. Peki ya kendi içimizdekiler? Bizim sahip olduklarımız...

Sizce onların ne kadarını görebiliyor, ne kadarını hissedebiliyoruz? İçimizde büyük hazinenin, özümüzün, ne kadarını fark edebiliyoruz. Düşünsenize, içimizdeki o muhteşem huzurun, o sonsuz bolluğun, o hiç bir yere sığmayan çoşkunun. Kalbimizdeki o koskocaman sevginin. Acaba ne kadarını gerçekten hissedebiliyoruz. Ne kadarını kabulleniyor, ne kadarını sahipleniyor, ne kadarını yaşıyoruz.

Sanırım er yada geç hepimiz bir gün onları fark ediyoruz. Ya hayattayken fark edip, sahip olduğumuz bu muhteşem hazinenin tadını çıkartıyoruz. Ya da bir gün.......

Onlara uzaktan bakıp. "Ben gerçekten bunlara mı sahiptim?" Diyerek. Büyüklükleri, muhteşemlikleri karşısında şaşırıyoruz.

Ben cevabını bulamıyorum siz biliyorsanız bana da söyler misin? Acaba varlık içinde kıtlık çekmeyi biz neden bu kadar çok seviyoruz?

Yoksa en büyük hatayı, yaşarken kendimizle iletişime geçmeyerek mi yapıyoruz...

10 Mart 2009
Haşim Arıkan

8 yorum:

umursamaz dedi ki...

ınsanın basına her uzucu olay, yada kabullenmedıgı olayda ınsan bence ıcıne dönuyor, ama sonra hayat bu işte, baska baska olaylar gelınce bu ıcıne dönme olayını unutup gıdıyoruz.. buna hayat denıyor. zaman unutturur dıye de bunun ıcın dıyorlar bence. cunku hayat akıyor yenı olaylar yenı telaslar yenı ınsanlar..

ama bu telasların bızım özümüzü unutturmasına engel olmalı.. bunu cunku er yada gec, tek basımıza kaldıgımızda yapıyoruz.
sevgiler Hasim,
pırıltılı cadı..

Brajeshwari dedi ki...

Bu sorunun böyle bir cevabı yok aslında..Sadece olması gerekeni yaşıyoruz..Belki görmemiz gereken bu, olması gereken.. Sonra farkedeceğiz aslında, olan biteni.. Yola mudahale etmeden, hedefe kilitlenmeden, tadını çıkaracağız yolculuğun..

Biz varlık içinde kıtlık çekmeyi sevmiyoruz..Varlık içinde kıtlık korkumuzu yaşatıyoruz.Var sanıyoruz..Oysa evren sonsuz bir kaynak, herşey fazlasıyla var. Ancak kabımızın genişliği kadar alıyoruz o kaynaktan, neden daha fazla büyük değil bu kap dediğimizde, kaba kızıyoruz.. Halbuki o kabı seçen sadece ve sadece biziz..


Hata yoktur, deneyim vardır bir de..

Sevgilerimle :)

Uzağa Giden Kadın dedi ki...

Yaratıcının en özenle yarattığı organ beyin. kemikten bir beşiğin içine saklanmış milyarlarca iplikciğin bir araya gelerek oluşturduğı bir sırlar kümesi..
Sırlar kapısı aralandıkça insan kendine ait ne kadar çok şeyi fark ediyor. Zaman yolculuğunda aslında herşey herşeyle ilintili. Ama insanın farkındalığı buna yetmiyor. Aslında ben bu satırları yazacağımı 500 milisaniye öncesinde biliyorum. Elektrofizyolojik ölçümler bunu gösteriyor. Ancak bu yapılanmayı duyu organlarım ayrıştıramıyor. İnsanlar belki de bu yüzden bilinç altına, mitlere sarılıyor. Oysa herşey bilinçte. Kendine uzak olan fark edebilir mi?

guguk kuşu dedi ki...

Kalbimizdeki o koskocaman sevginin. Acaba ne kadarını gerçekten hissedebiliyoruz. Ne kadarını kabulleniyor, ne kadarını sahipleniyor, ne kadarını yaşıyoruz? diyorsun.
Ben de aklımızın, mantık dediğimiz şeyin, zihnimizin, koşullanmalarımızın, şablonlarımızın izin verdiği kadar, diyorum ben de haşim.

Filiz Benera dedi ki...

Bence ruhsal varlığın maddesel varlığa yenilmesinden kaynaklanıyor.
İnsanoğlu dışını besledeği kadar içini de beslemeyi öğrendiğinde ya da
hayatı ıskaladığını farkettiğinde herşey yoluna giriyor...
Başlangıcı ve sonu olmayan bu yolda;
Ya hükmen yaşarsın köle gibi.
Ya da hissederek yaşarsın sen gibi...
Herkesin kendi tercihi...

Belgin dedi ki...

Bu günü yasarken, dün neler oldugunu düsünmekten, bu günü kacirdigimizin farkina, firsat olursa yarin varacagiz.
Sevgilerimle

s3m dedi ki...

sürekli verdiğimiz kararların mükemmel olmasını istiyoruz ve bu kararlarda her şeyin en iyisini istemek gibi bir durum içerisine sokuyor bizleri. Bence istediklerimizle değilde elimizdekilerle yetinmeyi ne zaman öğrenirsek çevremizdeki birçok şeyi fark etmek için geç kalmamış oluruz. Bu sürekli aynı yerde kalmamız gerektiği anlamına gelmemeli çünkü görebildiğimiz, tanıyabildiğimiz ve yaşayabildiklerimiz kadar tecrübe kazanırız. Tecrübe kazandıkça da yaşama dair özgüvenimiz artar ve bu da yaşam sevincimizi artırabilir.

Fazla karmaşık oldu gibi ama anlatabildim sanırsam galiba :S

MeaCulpa dedi ki...

Pırıltılı cadı@ Bilgelik ne zaman unutacağını, ne zaman hatırlayacağını bilmektir diye bunun için diyorlar herhalde:)) Sevgilerimle...

Brajeshwari@ Ne güzel bir söz. “ Hata yoktur, deneyim vardır.“ Hayata bu gözle bakabildiğinde, bu bakış açısına ulaşabildiğinde insan, sanırım herşeyin anlamı değişiyor. Sevgilerimle:))

Uzağa Giden Kadın@ Sanırım insan bilincini hisleriyle test etmesi gerekiyor. O zaman bilincinin tuzağına düşmüyor. Sevgilerimle:))

guguk kuşu@ O şablonların sınırlı olduğunu kim söylüyor? Ya da o sınırları sence kim belirliyor? Sevgilerimle:))

Filiz@ Ne doğru söylemişsin sevgili Filiz. Herkesin kendi tercihi... Bir de topu başka şeylere atmak yerine, bunun bizim tercihimiz olduğunu kabullenebilsek. Sevgilerimle:))

Belgin@ Onun içinde anda hiç yaşayamayacağız değil mi:)) Sevgilerimle

s3m@ Anladım sanırım. Ama biraz düşünmem lazım:)) Sevgilerimle