23 Mart 2009

Belki farkında olarak, belki de hiç farkına varmadan...


Dışarıda hava, tam bir bahar havası kıvamında ve günlerden pazar. Günü aydınlatan, ısıtan muhteşem güneş, insanı adeta sokaklara davet ediyor. Oğlumu -çekilmemiş çilesinin bir kısmını daha çekmesi için- OKS kursuna bırakıp, kursun yakınındaki çay bahçesine doğru uzanıyorum. Güneşin baştan çıkarıcı davetine kanan herkes, ben gibi atmış kendisini bu küçük çay bahçesine. Boş masa neredeyse yok gibi. Bir yandan kendime bir yer bulmaya çalışıyor, bir yandan da göz ucuyla masalar da oturan insanlara bakıyorum. Kimi belli ki sevgilisi ile gelmiş. Elele, dizdize, gözgöze, oturuyor. Eller birbirlerine sürekli temas halinde. Aşkın o tutkulu, arzulu evresindeler. Bazıları ise, belli ki aşkın bu evresini çoktan geçmiş, ilişkileri artık alışkanlığa terfi etmiş. Adamın elinde günlük bir gazete, gözleri dünkü maçın kritiğinde, kadın ise kendi havasında, gözleri etraftaki insanları incelemenin peşinde. Birlikte ama yalnızı oynuyorlar.

Kendime uygun bir masa bulup oturuyorum. Garson civa gibi maşallah. Hiç vakit kaybetmeden tavşan kanı çayımı getirip bırakıyor masamın üzerine. Bir yudum alınca, keyfim daha da yerine geliyor. Güneş dışımı, taze demlenmiş çay içimi ısıtıyor. Kitabım masanın üzerinden bana göz kırpıyor ama canım şu an da onu okumak istemiyor. Havada, masalardan yükselen, benim için çok daha dikkat çekici cümleler uçuşuyor. Bu yüzden de çayımdan bir yudum daha alıp, kulaklarımı etraftaki masalara konsomasyona çıkarmak bana daha cazip geliyor.

Oğlunu kolundan yakalamış sıkan bir annenin sözleri karşılıyor ilk masada kulağımı. “Neden diğer çocuklar gibi davranmıyorsun, neden olman gerektiği gibi olmuyorsun çocuğum sen.”
“Olman gerektiği gibi olmak!” ezbere başlanmış demek ki çoktan. Keşke yaptığımız bir yağlı boya tablo olsaydı onlar, istediğimiz renklere boyasaydık onları ne güzel olurdu değil mi o zaman!

Bir başka masada ise, orta yaşlı bir babanın, artık delikanlılığa terfi etmiş yakışıklı oğluna nasihatı yarenlik etmeye başlıyor kulağıma. “Arkadaş olarak seçtiğin kişiler ve onların hayatın üzerindeki etkilerini asla küçümseme, onların üzerinde bıraktıkları etkilere çok dikkat etmelisin.” diyor orta yaşlı baba, sevgi dolu gözlerle bakarken oğluna. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diye boşuna söylememiş değil mi Atalarımız?

Bir diğer masada oturan genç kızın, annesine sinirlenip, sesinin tonundaki kontrolünü bir an kaybetmesiyle, bende baba oğulun bu güzel diyaloğundan kopuyorum. “Bir zamanlar sizlerden daha farklı olduğumu düşünerek davrandığımı biliyorum. Sizden daha iyi olduğumu düşünerek falan. Ama artık değiştim. Artık o, ben değilim. Neden değiştiğimi bir türlü kabul etmiyorsun. Beni geçmişteki davranışlarım yüzünden daha ne kadar suçlayacaksın?” diyerek isyan ediyor annesine. Ardından da içinde kabaran öfkenin etkisiyle son darbeyi vuruyor. “Seninle uzlaşmaya çalışmaktan ben bıktım, yoruldum artık anne. Hasta olduğun için beni suçlu hissettiremeyeceksin.” En sonunda da bir hışımla masadan kalkıp çay bahçesini terk ediyor. Bakmaya çalışıyorum annenin yüzüne, acaba ne halde, kızının bu söyledikleri onda nasıl bir etki yarattı diye. Ama sırtı bana dönük olduğu için göremiyorum yüzünü.

Tam gürültünün içindeki sessizliği yakalayıp elimi masanın üzerinde duran kitabıma doğru uzatırken, kulağıma çalınan bir diyalog benim bu kararımı bir süre daha ertelememe neden oluyor. “Sen çok bencil birisin biliyor musun? Beni nasıl etkilediğini hiç düşünmeden sürekli olarak istediğini istemeye devam ediyorsun. Hiç olmazsa bir kere olsun değişiklik yapıp kendin yerine beni düşünmeyi denesene.” diyor sinirli bir şekil de genç kadın karşısında oturan genç adama. Adam , kadının aksine son derece sakin davranıyor. Belki de hissetmekte olduğu suçluluk duygusu onu bu şekilde davranmaya zorluyor. “Haklısın çoğu zaman ilk kendimi düşündüm. İlk başlarda kendimi sana sevdirmek için çok fazla uğraştım. Sonrada çoğu zaman, bana ne söylemek istediğini duymaya bile çalışmadım. Lütfen benim için biraz sabırlı ol. Çünkü ben artık, gerçekten deniyorum.” diyor kadını biraz olsun yatıştırmak için yanaklarını ellerinin arasına alıp onun gözlerinin içine, içine bakarak.

Bu bahardan kalma pazar günün de, bu küçücük çay bahçesinde de herkes, herhangi bir günün, herhangi bir saatin de, bilinçli olarak yada bilinçsizce, her zaman yaptığı gibi, elindeki o görünmeyen çekici ile, örseleyerek kendi inandığı en doğru şekli vermeye çalışıyor birbirinin ruhuna. Çoğunlukla da, sırf empati göstermedikleri için, sırf karşı taraf için neyi temsil ettiklerini bilmedikleri için, sırf duyarsız oldukları için, karşısındaki insanın hayatında ciddi etkiler yaratıyorlar. Belki farkında olarak, belki farkında olmadan. Belki umursayarak, belki de umursamadan...

28 Şubat 2008
Haşim Arıkan

9 yorum:

Belgin dedi ki...

Kücük bir cay bahcesi ve hayatin tüm rekleri...kaleminize saglik:)
Sevgilerimle

Seyyah dedi ki...

insanları izlemek ve konuştuklarına kulak kabartmak..zaman zaman bende yapıyorum bunu, hatta bazen suçluluk duyuyorum:) ciddi sağlık problemleri yoksa herkesin derdi aynı noktaya çıkıyor aslında..
anlamak ve anlaşılmak
bu dert bu kadar büyük ve ortakken sarf edilen çabanın az olması ilginç. öyle zamanlar oluyor ki dinlerken farklı şeylerden bahsettikleri ben anlayabiliyorum ama onlar farkında bile olmuyor. biz insanlar, sözkonusu kendimiz olunca kalıbımızdan sıyrılıp dışardan bakmayı beceremiyoruz sanırım. sevgiler..

coffeé dedi ki...

"Çoğunlukla da, sırf empati göstermedikleri için, sırf karşı taraf için neyi temsil ettiklerini bilmedikleri için, sırf duyarsız oldukları için, karşısındaki insanın hayatında ciddi etkiler yaratıyorlar. Belki farkında olarak, belki farkında olmadan. Belki umursayarak, belki de umursamadan..."

bir parantez içine almayı becerebilsek kendimizi..

"olman gerektiği gibi ol"maya zorlamadan, bizim istediğimize zorlamadan. onun isteklerini bir görmeyi denesek...

şu sıralar çok düşünüyorum ebeveyn ve çocuk ilişkilerini. 3. paragrafınızdaki vurgulamalar döktürdü bu satırları...

selamlar :)

ELİF dedi ki...

Hep hayattan birşeyler isteriz.Olacak şeyler yada olmayacak şeyler hep isteriz,sınırı yok...
Daha güzel yaşamak için yada daha dik durmak için mi,evet hayat benden çok şeyler aldın ama ben hala ayaktayım cümleleri uçuşur havada...
Herşeyin en güzelini istemek hakkımız degılmı?
İstiyoruz iste!....

sufi dedi ki...

Arkadaş seninle o çay bahçesine ben de geldim sanki.Çok şeyler çıkardım memleketimin insan manzaralarından.Çünkü senin pozisyonunda olduğumda insanların birbiriyle olan diyaloglarını bir türlü duymak istesem de duyamam.İyi ki de öyle oluyor.O kızla anneye müdahale etmeden duramazdım çünkü.Oğlunun kolunu sıkan anneye derdim ki mesela "sizin çocuğunuzun adı ne? öbür çocukların adı aynı değil ama"Kıyaslamadan da anlatabilirsiniz birşeyleri" gibi.
Neyse hava ne kadar güzel çay da öyle, sevgilerimle dilek.

feanor dedi ki...

bir küçük çay bahçesine, kaç insanın hayatı, dünyası sığmış!

Çok ama çok güzeldi...

tutsak dedi ki...

Herbiri farklı gibi görünsede paylaşmak yerine dayatmalardan oluşan yaşamlar.Güzel bir paylaşımdı sevgili Haşim teşekkürler.
Sevgiler

şirinem dedi ki...

çay bahçesi deyip geçmemek lazım yaşamdan ne kadar çok kesitler görmüşsünüz nelere şahit olmuşsunuz:))

Adsız dedi ki...

Burda üzerine konuşulan kişi bir insan, bir canlı olduğuna göre, demek ki çok dikkat etmeliyiz. Ben, sen, o, biz, siz, onlar.
Aslında belki de suçlu hepimiz...