31 Temmuz 2008

Başarısız olduktan veya red edildikten sonra bile denemek...

Sıkıntılı bir şekilde saatlerdir oturduğu koltuktan ayağa kalktı. İçinin daraldığı zamanlar da hep yaptığı gibi, oda da ki kitaplığa doğru yürüdü. Önüne ilk gelen raftan rastgele bir kitap seçti. Kitabın herhangi bir sayfasını açıp, o sayfada gözüne takılan ilk paragrafı okumaya başladı.

“ Yaralandıktan ya da kaybolduktan sonra sevmek. Hatta başarısız olduktan veya red edildikten sonra bile denemek.” (1)

Yine her zaman olduğu gibi, nasıl olupta ruh haline uygun bir paragraf seçtiğini düşünüp gülümsedi kendi kendine. Belki de bunu ona, ne zaman ihtiyaç duysa, varlığını hep yanında hissettiği, o ilahi güç yaptırmıştı yine. Her zamanki gibi gösterişsiz bir şekilde. Sanki bir rastlantıymışcasına. Camın önündeki koltuğuna oturdu. Sokak lambasının kendini bile aydınlatamayan o cılız ışığına takıldı gözleri. O gece, bu sokak lambasının kendini bile aydınlatmaktan aciz, o cılız ışığının yardımıyla, bugüne kadar yaşadığı hayatı gün ışığına çıkarmak, ondan geriye elinde kalanlara bakmak istedi.

Her taraf sanki bir felaket alanı gibiydi. Yine de, bir umutla, etrafta kurtarabileceği bir şeyler aradı bir süre. Bir dost, güzel bir ilişki ya da onun için değeri, anlamı olan her hangi bir şey. Kimsesiz bir zavallı gibi dolanıp durdu o felaket alanının içinde. Çaresizce. Saklamaya değecek en ufak bir kırıntı bile kalmamıştı hiç bir yerde.

Gördükleri yüreğini fena acıtsa da çok farklı bir görüntüyü zaten kendi de beklemiyordu. Hayatına bu şekilde devam edemeyeceğini o da çoktan anlamıştı aslında. Artık kendini bir an önce, uzun bir süredir takılıp kaldığı bu felaket alanından kurtarıp, geleceğe doğru yürümek istiyordu. Çok zaman kaybettirmişti bugüne kadar kendine. Artık geleceğe baktığında, sürekli tekrar eden yeni bir "geçmiş" görmek, bu gördüğü karşısında endişeye kapılıp, yarının acısını bugüne taşıyıp bugününü de karartmak istemiyordu. Çünkü sakinleştikçe, aklında geleceğe dair harika fikirlerin dolaşmaya başladığını hissediyordu.

Geleceğe dair aklındaki bu harika fikirleri düşününce, keyifle gülümsedi. Ama onlarla ilgili kendine bile bir şey anlatmak istemedi. Çünkü bugüne kadar öğrendiği sözcüklerle onları anlatmaya çalışmak büyük bir hataydı. Onları anlatabilmesi için daha öğrenmesi gereken, bugüne kadar hiç kullanmadığı yeni sözcüklere ihtiyacı vardı. Bugün ihtiyaç duyduğu, yarın ihtiyaç duyacağı, bütün sözcükleri, cümleleri her zaman sadece kendi içinde bulabileceğini artık anlamıştı.

Hayat insana, sandığından çok daha fazlasını bildiğini, bildiğinden çok daha fazlasını düşünebildiğini zamanla o kadar güzel ögretiyordu ki...

31 Temmuz 2008
Haşim A.

(1) Ölmeden Önce Keşfetmeniz Gereken 5 Sır - John Izzo

30 Temmuz 2008

Aşk istediği zaman geri dönebilir mi?


Kapının çalan zilini duyunca seslendi mutfaktan, ıslak olan ellerini kurulamaya çalışarak. “Geliyoruuuuuum.” Az önce okula uğurladığı oğlu zannetti geleni. “Bu sefer neyi unuttun?” diyerek gülümseyerek açtı kapıyı. Kapıyı açmasıyla birlikte, onu karşısında görünce kala kaldı kapının önünde. İnanamadı, inanmak istemedi yıllar sonra onu tekrar gördüğüne. Bilemedi o an da ellerini nereye koyacağını. Bilemedi o an da hangi tarafa doğru bakacağını. İki eli de fazla geldi o an da ona. Sol eli kapının pervazına tutunmaya çalışırken, sağ eli önce yanağında sonra alnına doğru dökülen saçlarında dolaştı ağır ağır, amaçsız bir halde! Bakışları kah yere kaydı, kah onun gözlerine takıldı. Yaşadığı şokun içinde hapsoldu kaldı bir süre kapının önünde. Sessizce….

-Neden geldin?

dedi. Bakışları onun arkasındaki boşluğa doğru dikerek, o an da onunla gözgöze gelmeye cesaret edemeyerek. Ve devam etti, elinden geldiğince sakin olmaya çalışarak.

-Ne…, ne… diyeceğimi bilemiyorum. Ne işin var burada?
-Seni görmeye geldim. Nasıl olduğunu merak ettim.

diye karşılık verdi ona kapıdaki yıllar öncesinden ansızın çıkagelen adam. Yüzünde geçmişe ait mahçup bir ifadeyle.

-Benim seni görmeye hazır olabileceğimi mi düşündün sen? Yani sen yıllar sonra böyle ansızın ortaya çıkabileceğini, gelip beni görebileceğini mi sandın? Bunca zamandan sonra çıkıp bana geleceksin ve hiç bir şey olmayacak öyle mi?
-Özür dilerim ben…., ben….. Bunu düşünemedim.
-Bunca zamandan sonra hayatımı yeniden düzene sokmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musun sen? Sen olmadan hayatımı yeniden düzene sokmanın benim için ne kadar zor olduğunu biliyor musun?

Daha fazla dayanamadı. “Ne olur git." dedi. "Git ve bir daha da geri dönme.” Kapıyı yavaşça kapattı. Son kalan gücüyle sırtını kapıya dayadı. Kendini yavaş yavaş aşağıya bırakarak yere çömeldi ve hıçkırıklara boğuldu.

Ruhunun derinlerine sakladığı duygularının ortalığı yayılan naftalin kokusunu duydu. “Neden” dedi. “Neden saklandın bunca yıldır, bu yakılası köprüyü içinde? Neden zamanın da yakamadın bir türlü onu? “

Başını göge doğru kaldırdı. “Tanrım” dedi.

-Tam kendimi artık onu unuttuğuma inandırdığım bir zaman da, beni neden tekrar sınıyorsun sen bununla?

30 Temmuz 2008
Haşim Arıkan

Fotograf: Rabbit hole

29 Temmuz 2008

Gerçek ve doğru olan nedir? Tek midir? Değişmez midir? Hepsi keşfedilmiş midir?

Gerçek ve doğru dediğin her şey, senden önce keşfedilmiş midir?
Onlar herkes için tek midir? Değişmez midir?
Bugün için artık düşünmeye gerek kalmamış, bütün düşünceler zaten hazır olarak sana sunulmakta mıdır?

Senden önce yaşayanlar;
Her şeyi tüm açılardan görüp en doğru olanı tesbit edebilmiş midir?
En son noktaya kadar var olan herşeyi bütün çıplaklığıyla görebilmiş midir?
Senden önce çözülmesi gereken bütün denklemler çözülmüş müdür?
Sana aktarılan kurallar, düşünceler, bilgiler yüzde yüz doğru mudur?
Senin için de en ideal olan onlar mıdır?
Senin için de en mükemmel olan onlar mıdır?
Sana artık söyleyecek yeni hiç bir şey kalmamış mıdır?

İnsan artık düşünen değil, var olan düşüncelere inanan mı olmalıdır?
Düşünmek yerine, varolanlar içinden sadece bir tercih mi yapmalıdır?
Sence hayat bugüne kadar keşfedilmiş kurallara göre mi yaşanmalıdır?
İnsanlık artık var olan tüm düşüncelerin en son noktasında mıdır?
İnsan için yeni düşüncelerin başlangıç noktası olma gibi bir ihtimal kalmamış mıdır?

Sana bırakılan, seninde sorgusuzca kabul ettiğin o düşünceler, senin de sen den sonrakilere aktarman gereken red edilemeyen bir miras mıdır?
Aklını, mantığını, kullanmadan, kendi doğrularını bulmaya çalışmadan yaşamak sence yaşamak mıdır?
Bu noktada en son sözü söylecek olan kimdir?
Eğer ki o kişi sen değilsen ona bu hakkı acaba kim tanımıştır?
Onun senden ne farkı vardır?

İnsanlık artık elden düşme hayatlara mı mahkum bırakılmıştır?

29 Temmuz 2008
Haşim A.


28 Temmuz 2008

İnsan ölümü kabullenmeden hayatı kucaklayabilir mi acaba?

Düşündünüz mü hiç?
Acaba hayatı ne kadar kucaklayabiliyorsunuz?
Yaşadığınız anı dolu dolu, hissederek yaşayabiliyor musunuz?
Gününüzü yapmak istediğiniz şeyleri yaparak geçirebiliyor musunuz?
Aklınıza gelen şeyleri, arzularınızı, isteklerinizi ertelemeden gerçekleştirebiliyor musunuz? İleriye dönük olarak yapılacaklar listesi tutmak yerine onları bulduğunuz ilk fırsatta gerçekleştirebiliyor musunuz?
Ailenize, dostlarınıza, sevdiklerinize yeterince vakit ayırabiliyor musunuz?
Kendinize yaşadıklarınızı, peşinden koştuklarınızı durup, değerlendirebilmek için fırsat yaratabiliyor musunuz?

Yoksa bunların hiçbirini yapmıyor musunuz?
Siz ölümsüz olduğunuza ya da ölümün sizden çooook uzakta olduğuna mı inanıyorsunuz?

Biliyor musunuz?
Hayatını yukarda sorduğum şeylerin büyük bir kısmını belki de hepsini yaparak yaşayanlardan sanırım tam bu nokta da farklılaşıyorsunuz.
Onlar ölümden korkup kaçmak yerine onu kabullendikleri için ellerindeki zamanın değerini bilerek anlarını, hayatlarını dolu dolu, sadece yapmak istediklerini yaparak yaşayıp, hayatı kucaklarken,
Siz ölümü düşünmekten sürekli kaçıp onu kendinizden çok uzakta düşündüğünüz için yapmak istediğiniz her şeyi sürekli erteliyorsunuz.
Acaba size çok az zamanınızın kaldığı söylense, siz yine böyle yaşıyor olur musunuz?
Yoksa siz yaşamak istediklerinizi yaşamadığınız için mi ölümden bu kadar çok korkuyorsunuz?

27 Temmuz 2008
Haşim A.


Üç hırsız...

Her sabah karşıma çıkmasa olmaz. Mendebur suratlı şey. Suratında meymenet yok ki zaten. Bir de hiç bir şey yapmamış gibi pişkin pişkin sırıtmıyor mu insanın suratına!

Nefret ediyorum bu adamdan. Sanki onun üstüne vazifeymiş gibi. Yine altan alttan iğneledi durdu. Yok insan da biraz hırs olurmuş. Yok insan yaptığı işe biraz saygı gösterirmiş. Şeytan diyor çarp suratının ortasına bir tane osmanlı tokatı….

Ya valla kafayı yiyecem ben. Bugünde yaptıramadım şu televizyonu. Tam bir ay oldu bozulalı. Yakında kırkı çıkacak zavallının. Şimdi nasıl seyredeceğim Lost’u? Nereden bulucam bu saatte nöbetçi tamirci ben yaaa…

Allahım sen bana sabır ver. Gecenin bu saatinde yine açtı müziği sonuna kadar Allahın belası. Sıkıysa çık ikaz et. Zebellah gibi dikiliyor insanın karşısına. Allahım bir sebep ihsan eyle de bu adam taşınsın bu evden artık.

Bak yine arıyor! Ay şiştim valla. Neden anlamıyorsun be adam ar tık se nin le gö rüş mek is te mi yo rum! Anla artık yaaaa. İlle de yüzüne mi vurmam gerekiyor bunu senin…

Çalışmam lazım, Çalışmam lazım. Sınava artık iki gün kaldı. Çalışmam lazım. Sonunda yumurta kapıya dayandı işte. Abi nasıl biter bunca sayfa iki günde. Ne b.k yicem ben şimdi. Canım da zerre kadar çalışmak istemiyor…

Yaz geldi yine iğrenç kokmaya başladı bu adam. Ne yiyiyor böyle bu kadar berbat kokacak kadar. Neden hiç kimse bir şey söylemiyor bu adama anlamıyorum. Bir tek ben miyim onun kokusundan rahatsız olan. Hayatta söyleyemem ona ben bunu. Öööf ya ööfff…

Abi bana müstahak bu. Kafama tüküreyim abi ben. Bu yoklukta bayıldık bir dünya parayı, yaptırdık kaydımızı kursa. İngilizce ögrenecez diye. Ne oldu? Toplasan kaç kere gittin acaba kursa? Madem gitmeyeceksin neden yaptırırsın kursa kaydını boşu boşuna. Yahu para boşa gidiyor valla. Acaba bugün gitsem mi ki kursa…

Ne demek canım tabi ki bırakabilirsin bana. Bu akşam evde yalnızım zaten. Hakan iş seyahatinde. Ayşe de bir arkadaşın da kalacak bu gece. Tamam canım saat 20:00 gibi bekliyorum. Allah kahretsin elim kırılsaydı da açmasaydım şu lanet telefonu. Tam uzun bir aradan sonra nihayet sakin bir gece geçireceğim diye düşünürken... Nasıl diyebilirdim ki ben ona bu gece müsait değilim diye. Üç gün konuşmazdı benimle…


Neler hissettiniz yukarıdaki satırları okurken?
Kimbilir sizde de neler vardır bunlara benzeyen.
Nasıl sıkıyor insanın canını değil mi?
Nasıl kaçırıyor insanın bütün keyfini?
Bütün bunlar!

Biliyor musunuz?
Aslında herşey o muhteşem üçlünün başının altından çıkıyor. Onları ilk, sevgili Dost Can Deniz’den duymuş, o güne kadar yaşadıklarımı düşününce de ne kadar çok hak vermiştim Dost’a. Tam bir enerji hırsızı onlar.

Kimden mi bahsediyorum?
Yapılması gerekenler listesinde yer alıpta bir türlü yapamadıklarımızdan, bizi sürekli rahatsız edipte bir türlü dile getiremediklerimizden, başlayıpta bir türlü bitiremediklerimizden. Yani ertelediklerimizden, toleranslarımızdan ve tamamlayamadıklarımızdan. Bir türlü son noktayı koyamadığımız için sürekli beynimizin içinde kıvranıp duran, aynı zaman da bizi de kıvrandıranlardan.
Az önce de söylediğim gibi kimbilir sizin hayatınız da da neler vardır böyle ertelediğiniz, tolere ettiğiniz, başlayıp bir türlü bitiremediğiniz!

Peki;
Onları daha ne kadar görmezden gelmeye devam edeceksiniz?
Onlara daha ne kadar sabredeceksiniz?
Daha ne kadar tamamlamadan taşımaya devam edeceksiniz onları sırtınız da?
Daha ne kadar enerjinizi kaptıracaksınız bu hırsızlara?
Ne zaman onları birer birer çözümleye başlayıp açığa çıkan enerjinizle çok daha güçlü, çok daha keyifli gülümseyerek bakacaksınız hayata?
Ne zaman alışacaksınız onlarsız yaşamaya.

27 Temmuz 2008
Haşim A.

27 Temmuz 2008

Belki de...

Hayatın önümüze koydukları,
Bizim hayattan beklediklerimiz!
Ne kadar zor değil mi? İkisini birbiriyle eşitleyebilmek. Hayata diş geçirebilmek.

Kimbilir belki de;

Hayatın önümüze koyduklarını beğenmeyip sürekli şikayet etmek, red etmek yerine, hayatın bize verdiği her şeyi istisnasız almak, onları kabullenmek gerek.
Yaşadığımız an dan kaçmaya çalışmak yerine, her an tamamen orada olup zamanın önümüze koyduğu her anı tatmak gerek.
Günleri birbirinin devamıymış gibi kabul etmek yerine, Her günü birbirinden bağımsız yeni bir hayatmışcasına yaşamak gerek.

Birincil amaç; mutlu bir hayat yaşayabilmekse eğer.
Bunun bir yolunu bulmak gerek.

27 Temmuz 2008
Haşim A.

25 Temmuz 2008

Her seferinde yine aşk...

Öyle bir çıkıyorsun ki karşıma.
Gördüğüm an diyorum evet bu o.
Bu defa herşey çok farklı olacak.
Ama yine…

Öyle güzel dinliyorsun ki beni, gözlerin gözlerimin içinde.
Diyorum ki o beni gerçekten anlıyor.
Zamanla kaymaya başlayınca gözlerin beni dinlerken başka yerlere.
Diyorum ki yine…

Öyle bir sarılıyorsun ki bana her gördüğünde.
Diyorum ki o beni gerçekten arzuluyor.
Zamanla dolaşmaya başlayınca ellerin bedenimde isteksizce.
Anlıyorum ki yine…

Öyle güzel hayaller kuruyoruz ki seninle.
Diyorum ki bu defa her çok güzel olacak.
Zamanla teker teker bana geri dönmeye başlayınca hayallerimiz, boyunları bükük sensiz bir şekilde.
Kabulleniyorum yine…

Neden hep,” ilk başlarda birbirimizin neleri sevdiğine odaklanırken, zamanla birbirimiz de bizi tedirgin eden şeylere odaklanırız” diye soruyorum kendime.
Bunu tersine çevirebildiğimizde bizim için herşeyin çok daha farklı olacağını bilmenin üzüntüsüyle.
Her seferin de biraz daha yorgun, hiç istemeye istemeye...
En başa dönüyorum yine…
Sessizce kendime...

25 Temmuz 2008
Haşim A.

Duygusal Aritmetik

Gizli bir virus taşıdığınızı düşündünüz mü hiç?
Üstelik farkında olmadan bu virüsü sevdiklerinize bulaştırdığınızı!
Ne yapardınız bu söylediğim şey gerçek olsa?
Çok mu üzerdi bu durum sizi?
Size kötü bir haberim var. Siz gerçekten de bir virus taşıyorsunuz. Bu virüs zihninizde ve bu virüsü gün be gün çocuklarınıza, ailenize ve sevdiklerinize bulaştırıyorsunuz.

Bunun farkında değilsiniz yoksa?

Kendi korkularınızı,
Kendi yargılarınızı,
Kendi kuruntularınızı,
Kendi endişelerinizi,
Kendi şüphelerinizi,
Kendi tereddütlerinizi,
Kendi güvensizliklerinizi,

Gün be gün onlara bulaştırdığınızı yoksa fark etmiyor musunuz?

Üstelik tüm yaşadıklarınıza esas neden olan kendi eksikliklerinizi, yetersizliklerinizi tamamen göz ardı ederek.

Yapmayın!
Sevdiklerinize bile bile bu kötülüğü yapmayın!
Sizin beyninizi ele geçirmiş olan bu virüsü onların beyinlerine de bulaştırmayın.
Düşünün. Onlara bulaştırdığınız bu virüsle onların hareket alanını nasıl daralttığınızı, düşlerini, belki de daha hiç oluşmadan nasıl ellerinden çaldığınızı, ileriye doğru adım atmak istediklerinde onlara basmak için nasıl hiç boş alan bırakmadığınızı fark edin.
Onları sizinkine benzeyen ikinci el bir geleceğe mahkum bırakmayın.
Sizi sevenler bu virüsü size bulaştırmış ama hiç olmazsa siz onu sevdiklerinize bulaştırmayın.
Bu onların hayatı, siz müdahale etmezseniz, onların hayatının da sizin hayatınızın bir benzeri olacak hissine sakın kapılmayın.
Duygusal aritmetik yapılamaz. Yapılsa da tutmaz.
Dünya öznel’dir unutmayın.

24 Temmuz 2008
Haşim A.

23 Temmuz 2008

Sonunda acaba elinde ne kalıyor?

Düşününce insana ne kadar tuhaf geliyor.

İnsan bedenine yapılan bir tecavüzün etkisinden yıllarca kurtulamazken, işittiği, gördüğü, okuduğu bir çok fikrin düşüncelerine sürekli tecavüz etmesine nasıl seyirci kalabiliyor?

Bedenine izinsizce yapılan en ufak teması taciz kabul ederken, hiç tanımadığı insanların düşüncelerine, ruhuna dokunmalarından nasıl da büyük bir haz alıyor.

Bedenin de oluşan en ufak bir kesik ve yarayı tedavi ettirmek için doktora koşup, hiç bir iz kalmaması için elinden geleni yaparken, ruhunda oluşan kesik ve yaralar iyileşmesinler diye elinden geleni yapıyor. Onları nasıl da sürekli kaşıyor. Onları nasıl da sahipleniyor.

Bedeninin diri ve mükemmel görünmesi için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken, ruhunun gün be gün bir enkaza dönüşmesine nasıl seyirci kalabiliyor?

Bir gün beden çürüyüp yok olurken.
Geriye sadece ruh kalıyor.
Acaba insan bedenini mi çok fazla önemsiyor?
Yoksa ruhuna mı hiç değer vermiyor?

23 Temmuz 2008
Haşim A.

22 Temmuz 2008

Bazen zordur kadını anlamak...


- Biliyorum benden nefret ediyorsun artık sen!
- Allah aşkına nereden çıkarıyorsun bunları? Hayır canım ben senden nefret etmiyorum.
- Belki de asıl sorun bu! Neden benden nefret etmiyorsun?
- Senden neden nefret edeyim ki?
- Bana birşey vermiş olmak için!
- …….

- Canını sıkan bir şey mi var senin?
- Hayır hiç bir şey yok. Ne olabilir ki? Herşey o kadar mükemmel ki! Bana hiç bir şeyin hesabını sormuyorsun bile! Daha ne isteyebilirim ki?
- O zaman neden bu kadar sinirlisin?
- Allah kahretsin bunu bana saygı duyduğun için mi yoksa beni artık değersiz bulduğun için mi yaptığını anlayamıyorum. Bu da beni deli ediyor!
- …….

- Bana neden bu kadar kızıyorsun hiç anlamıyorum! Benden ne istiyorsan artık sana onu veriyorum.
- Yine saçmalamaya başlama lütfen. Ben senden ne istedim ki?
- Yıllarca beni kendine benzetmek için uğraşmadın mı? Sen neysen ben de o oldum işte. Sana seni yansıtan bir ayna. Şimdi kendi yansımandan, kendi yankından neden bu kadar rahatsız oluyorsun ki?
- …….
22 Temmuz 2008
Haşim A.

21 Temmuz 2008

Sende durum nasıl?

"Hayatınızda tedbirli hareket edip, sıranın altına mı saklanıyorsunuz, yoksa pencerenin önünde dikilip olanları mı seyrediyorsunuz? "(1)

Hayatımızda yaptığımız tercihlerin kaynağının ne olduğunun acaba ne kadar farkındayız?

Geçenler de okuduğum bir kitapta ne yazıyordu biliyor musun?
Yaptığımız her tercih, içimizdeki korku ya da sevgi düşüncesinden doğuyormuş.
Sence doğru olabilir mi bu?
Ne düşünüyorsun bu konuda?
Acaba sendeki durum nasıl?
Sen de herkes gibi onlara bağımlı mısın?
Korku!
Endişe!
Şüphe!
Tereddüt!
Güvensizlik!
üzerine kurulmuş ve bize zorla miras olarak bırakılmaya çalışılan o meşhur ızdırap yüklü dünyanın gönüllü üyesi misin yoksa sen de?
Bütün arzuların, isteklerin hiç gerçekleşmeyecek birer hayal olarak hapis mi hep beyninde?

Yoksa sen onlara benzemiyor musun?

İnanç ve cesaretinden aldığın güçle taşkın bir ırmak olup, seni engelleyen bütün bu düşünceleri çamurlu bir toprak yığını gibi, hayallerinin, arzularının, isteklerinin önüne katıp sürükleyerek yok ettiğin sana özel bir dünyan mı var senin?Geleceğini oluşturan bir geçmişe teslim olmak yerine, geçmişe hiç benzemeyen yepyeni geleceklere mi inanıyorsun sen?
Gerçekleştirmek için peşinden koştuğun sana özel düşlerin mi var senin?
Hiç yaşamadan peşin peşin kaybetmeyi seçmek yerine yaşayıp görerek öğrenmeyi mi tercih ediyorsun?
Yoksa sen de, bir gün, hiç denememiş olduğun için pişman olmak istemiyor musun?

Eğer bunlarsa senin düşüncelerin;

Eminim sen de insanların yaptıkları şeyden çok, yapmadığı şeyler için pişmanlık duyduğunu çok iyi biliyorsun.

20 Haziran 2008
Haşim A.

(1) Ölmeden Önce Keşfetmeniz Gereken 5 Sır - John Izzo

19 Temmuz 2008

One night stand....

Türkçesi;
Tek gecelik ilişki!

Yada biraz farklı bir deyişle;
İnteraktif mastürbasyon!
Vur kaç ya da ver kaç!
Test drive!

O gece;
Tatmin!?!
Prezervatif. (Ruha da)
Alkol. (en bol cinsinden)

Ertesi sabah;
Yabancılık duygusu ve pişmanlık!
Kirlenmişlik, ben ne yaptım hissi.
Hafif bir tiksinti!
Kaçış.

Risk;
Güzel seks diye bir garanti kesinlikle söz konusu değil.
Tekrar görme isteği ya da görmeme isteğine rağmen tekrar karşılaşma.
Akşam adını sormayı unutup sabah sormak durumunda kalma.

Sebep;
Libidodaki önlenemeyen yükseliş.
Beynin şalter indirip yönetimi belle diz arasına bırakması.
Kendini kaybetme ya da kaybedecek hiç şeyinin olmaması.

Kimilerine göre;
Yalnızlık paylaşımı...
Evlenilecek kişide kesinlikle olmaması gereken bir özellik...
Hem senin, hem karşındakinin en savunmasız olduğu an...
Alkolün etkisiyle özgürlüğüne kavuşan bastırılmış duygular...
İnsanın kendine olan saygısını kaybettiği an...
Yapmak isteyipte yapamayanların b.k attığı bir ilişki türü...
Kerhane olgusuna sosyetik bir yaklaşım...
Zevk uğruna yapılan hayat zevksizliği...
Güzel bir konseri daha ilk parcayi dinledikten sonra terk etmek...
İnsanın ruhuna yaptığı ağır bir hakaret...
Kendi bedenine tecavüz...

Son söz;
Allah insanı muhtaç bırakmasın...

19 Temmuz 2008
Haşim Arıkan

17 Temmuz 2008

Yoksa ben mi?

Yanlış bir yola girdiğiniz oldu mu hiç?
Büyük güçlüklerle yolun en sonuna geldiğinizde o yolun aslında sizin yolunuz olmadığını fark ettiniz mi hiç?
“Hayatta en büyük trajedi, bütün hayatınızı peşinde gittiklerinizin doğru olmadığını görmeye harcamaktır.” demiş Henry David Thoreau.

Düşünüyorum.
Kimdir acaba böyle bir durumda sorumlu olan?
İnandığı yanlış yolda sonuna kadar gitme cesaretini gösterebilen mi?
Yürüdüğü yolun yanlış yol olduğunu bilmesine rağmen, bildiği, kendini güvende hissettiği tek yol o olduğu için ısrarla onda yürümeye devam eden, tanımadığı yollara girme cesaretini gösteremeyen mi?
Gittiği yolun doğru yol olup olmadığını hiç incelemeyen mi?
Kendine yol diye hep başkalarının yollarını seçen mi?
Yürüdüğü yolu kaynağı tamamen kendisi olan, duygu ve düşünceler ile hiç test etmeyen,
Kendine karşı dürüst olmayan,

"Ben" mi?

17 Temmuz 2008
Haşim A.

15 Temmuz 2008

Sen...

Dön de bir arkana bak.
Ardında bıraktığın;
Ceset kentlere,
Ceset aşklara,
Bir bak.
Biliyor musun bu dönüp bakmalarının en kötüsü hangisi olacak?
Yolun sonuna vardığında göreceğin heder olmuş bir hayat!
O zaman anlayacaksın belki de,
Nereye gidersen git,
Kaç ceset çiğnersen çiğne.
Kaç kent, kaç sevgili eskitirsen eskit.
Sen değişmedikçe,
Yürüdüğün tüm yollar seni, hep aynı kentlere, aynı aşklara çıkaracak.
Sen değişmedikçe,
Her seferinde yeni diye başladığın hep aynı tekrarlar;
Farklı yüzlerle, farklı görüntülerle, farklı isimlerle hep seninle olacak.

14 Temmuz 2008
Haşim A.

Satır aralarında gizlidir...

Okuduğun kitabın satır aralarına bakarken bulursun çoğu zaman aradığın bir cevabı.
Satır aralarında soluklanırken görürsün kimi zaman içinde yaşayan ama senin unuttuğun o utangaç çocuğun, gözlerindeki mutluluğu.
Satır aralarında durduğun anda fırlar içinden bastırdığını sandığın o bitmeyen öfke.
Satır aralarında durduğunda hissedersin çoğu zaman o aradığın huzuru.
Satır aralarındadır hep kendi başına yaptığın o özgür keşif yolculukların.
Kimi zaman bugünden geçmişe...
Kimi zaman geleceğe...
Kimi zaman yepyeni hayallere...

Sana yeni bir şeyler öğrettiğini zannedersin hep okuduğun o satırların.
Oysa sen, satır aralarında beklerken kendi içindeki beni keşfedersin.
Satır aralarında durduğunda kendi özüne doğru bir adım daha ilerlersin.

Bir gün belki yine bir satır arasındayken, aslında aradığın tüm soruların cevabının senin içinde her zaman var olduğunu, okuduğun o satırların sana sadece günü geldiğinde onları bulabilmen için yardımcı olduğunu fark edersin.

20 Eylül 2007
Haşim Arıkan

Hep başa sarıyordu.

Bir adam, bir kadın ve bir çocuğun yolları aynı evde kesişti.
Adam, kısa bir ömürü,
Kadın, genç yaşta dul kalmayı,
Çocuk ise, babasız ve zorluklarla dolu bir yaşamı,
Seçtiğini unuttu.
Oysa seçimler ve anlaşmaları, yeryüzüne inmeden önce, herkes kendisi yapıyordu.
İşin özü yeryüzüne indiğinde unuttuğun o seçiminlerin arkasındaki gizli zarfını bulmanda yatıyordu.
Her yeni yaşam içinde yeni zarflar saklıyordu.

24 Temmuz 2007
Haşim A.

13 Temmuz 2008

Size bir şey sorabilir miyim?

Birine bir borcunuz ya da birinden bir alacağınız olduğunda kendinizi huzurlu hissedebiliyor musunuz?
Borçlu ya da alacaklıyken aklınız rahat olabiliyor mu?
O borcu veya alacağı hiç düşünmeden durabiliyor musunuz?
Çok azdır herhalde borçlu ve alacaklıyken huzurlu olmayı becerebilen.
Soruyu bir de tersten sormak istiyorum.
Borcunuzun son taksidini de ödeyip hesabı kapattığınız an da kendinizi nasıl hissedersiniz?
Kuş gibi hafiflemez misiniz oradan ayrılırken?
Keyifle gülümsemez misiniz?
Hayat daha bir keyifli hale gelmez mi sizin için?
Bu olayın maddi boyutu tabi.
Peki manevi boyutta durum bundan çok farklı mı ki?
Ne dersiniz?
İşin kötüsü en çok açık hesabı o tarafta bırakmıyormuyuz hepimiz?
Sebep olarak adına onur, gurur, intikam, ceza ne dersek diyelim, sizce de bir yığın hesabı açık bırakmıyormuyuz hep ardımızda?
Kapanmamış bu hesaplar en çok kimi huzursuz ediyor acaba?
Kim kaçırıyor bu hesabı kapattığında yaşayacağı huzuru, mutluluğu?
Karşınızdakinin bu hesabı kapatıp kapatmadığını bilebiliyor musunuz?
Kimin aklına gelip sürekli üzüyor onu bu açık hesaplar?
Kimin enerjisini çalıp duruyor acaba?
Biz inatla tam tersini yapmaya devam etsekte maalesef huzurlu bir yaşamın yolu ardımızda açık hesap bırakmamaktan geçiyor.
Bilinmeze doğru hızla devam eden zaman yolculuğumuzda eğer biraz huzur arıyorsak ardımızda açık hesap bırakmamayı acilen ögrenmemiz gerekiyor.

13 Temmuz 2008
Haşim A.

12 Temmuz 2008

Mutlaka bir yolu olmalı bunun...

Nedir acaba öldüğünde insana kendini mutlu hissettiren?
Ya da ardında kalanlara gözyaşı döktürtmeyen.
Nedir bir bilinmeze doğru insanı huzurla ve gülümseterek götüren?
Nedir ölümü bize sevgiyle kucaklatan?
Ya da son yolculuğumuza keyifle uğurlatan.
Mutlaka bir yolu vardır bunun.
Bulabilmeli insan ölmeden önce mutlu ve huzurlu olarak bu dünyadan göçüp gidebilmenin, gideni uğurlayabilmenin bir yolunu.
Neden hep gözyaşları sel olup akmalı ki gidenin ardından?
Neden söyleyemediklerimiz yumru olup kalmalı hep boğazımızda?
Neden pişmanlıkla kavrulmalı ruhumuz?
Neden artık hiç bir zaman gerçekleşemeyecek ihtimaller sarıp sarmalamalı benliğimizi?
Yok mu keyifle ölebilmenin, neşeyle uğurlanabilmenin bir yolu?
Ölene ya da onu yitirene kadar hiç;
Sevdiklerine doyabilir mi insan?
Yaşamak istediği herşeyi yaşayabilir mi?
Söylemek istediği herşeyi söze, sese dönüştürebilir mi?
Ne yaparsak yapalım her zaman ardımızda bıraktığımız yarım kalmış, eksik bir şeyler olacak.
Hayatı her zaman aklımız da olanları sürekli erteleyebileceğimiz kadar uzunmuş gibi hissedeceğiz, yolun sonuna geldiğimizde ise istediğimiz herşeyi gerçekleştiremeyeceğimiz kadar kısa olduğunu göreceğiz.
Bu durum bize ne kadar söylenirse söylensin biz bunu yaşamadan asla öğrenemeyeceğiz?
Eğer, yaşadıklarımızın yaşarken hakkını veremezsek, yaşayamadıklarımıza, yapamadıklarımıza, söyleyemediklerimize bakıp pişman olmak yerine az ya da çok demeden yaşadıklarımızın, yaptıklarımızın, söylediklerimizin hazzına varabilmezsek,
Asla mutlu ölüp, gülümseyen yüzler eşliğinde keyifle bilinmeze yürüyemeyeceğiz.

12 Temmuz 2008
Haşim A.

9 Temmuz 2008

Yoksa o gün geldiğinde...

“Ormana gittim, çünkü yaşamımı kasıtlı olarak yaşamak istedim. Derinlemesine yaşamak ve yaşamın iliğini emmek istedim, yaşam olmayan herşeyi kökünden söküp çıkarmak ve ölmeye geldiğimde, aslında yaşamamış olduğumu keşfetmemek istedim.”
Henry David Thoreau

Yıllardır sorup dururum kendime, biz insanoğlu neden duyguların kutuplarında dolaşmaktan bu kadar çok korkar, kaçıp dururuz diye.
Sahi neden siyah ve beyaz bu kadar çok korkutur bizi?
Neden hep grinin peşindeyizdir?
Neden içimizde barındırdığımız duyguların hepsine eşit davranmayı, hepsini sevgiyle kucaklamayı bir türlü beceremeyiz?
Neden tahteravallinin hakkını vererek, kıçımızın hızla yere çarpmasının da, başımızın göğe en yükseğe doğru uzanmasının da tadını çıkarmak yerine, hafif hafif dengede sallanmaya çalışırız? İşin tuhaf tarafı ise çoğumuz kıçımızın yere vurmasının, başımızın göge uzanmasının tadını hiç bilemeden, ne kadar keyifle sallandığımızı anlata anlata yaşlanırız hep.
Neden en dibe vurmak istemeyiz hiç?
Neden korkarız doruklara çıkmaktan, doruklardan?
Neden acıyı dibine kadar yaşamaktan, zevkin zirvesine ulaşmaktan kaçarız hep?
Bunları gögüsleyecek gücümü bulmayız bir türlü kendimizde?
Neden kahkalarımız ortalığı çınlatmaz?
Neden hıçkırıklara boğulup delicesine gözyaşlarımızı dökemeyiz?
Yarım yaşadığımız için midir acaba, acıların üzerimizde yıllarca çıkmayan izler bırakması, mutluluğun tadının tam anlamıyla çıkartamamız?
Neden ayıptır benim içimden taşan bazı duygular?
Neden günahtır bazı yaşamak istediklerim?
Kimdir ki bu konuda bize en son sözü söyleyecek olan?
Kimdir ki beni onları yaşama arzusu ile çoşturan?
Yoksa bu duygular bana ait değil midir?
Onlar değil midir gün be gün beni ben yapan? Eğer onları yaşamamam, onlardan kaçmam gerekiyorsa neden yıllarca beni takip ederler? Neden doğduğum günden beri sürekli benim içimdedirler? Neden kendilerini bana sürekli hissettirirler?
Kimdir koyan bütün bu duyguları benim içime?
Kimdir yasaklayan onları doya doya yaşamayı bana?
Onları dibine kadar yaşamadan ben onları yaşadım diyebilir miyim?
Bir gün ölmeye geldiğimde, ben yaşarken insan olmanın tüm nimetlerinden yararlandım, ben insan olmanın hakkını sonuna kadar verdim, bir insanın sahip olduğu herşeyi bütün benliğimle, iliklerime kadar hissettim diyebilir miyim?
Ben hayatı derinlemesine yaşadım, yaşamın iliğini, kemiğini emdim diyebilir miyim?
Yoksa o gün geldiğinde yaşamamış olduğumu keşfetmek için midir benim bir ömür boyu süren bu çabam?

08 Temmuz 2008
Haşim A.

3 Temmuz 2008

Neyin ne kadar farkındayız?

Acaba kendimize karşı ne kadar dürüstüz?
Kaçımız güçsüz olduğumuz yönlerimizi cesurca kabullenip, sahiplenebiliyoruz?
Kaçımız yaralarımızı ve hassas noktalarımızı biliyor, onları tedavi etmeye çalışıyoruz?

Oysa o yaralarımız ve hassas noktalarımız değil mi, bizi diğer insanlara karşı bu kadar duyusal ve tepkisel yapan? Etrafımızdaki insanların davranışlarını ve yaşadıklarımızı bize kişisel algılatan. Hem kendimizi, hem de etrafımızdaki insanları bize bu kadar acımasızca yargılatan.

Yoksa siz de mi onları sürekli red ederek, hiç sahiplenmeyenlerden misiniz?

Oysa, biliyor musunuz, onlar ancak varlıklarını kabul ettiğimizde, onları sahiplendiğimizde başlayabiliyor iyileşmeye. İnsan, ancak kendini olduğu gibi kabul ettiğinde başlayabiliyor değişmeye.
Tabi bunun içinde, önce kendimize karşı sürekli oynadığımız “evde yokum” oyunundan vazgeçmek gerekiyor. Dönüp cesurca içimize ışık tutabilmek, kendimizle sağlıklı iletişim kurabilmek...

Gerçek sanki bir neşter, ilk değdiği anda insana büyük acı veriyor ama aynı zamanda o yaraları açıp, içlerindeki, yılların oluşturduğu iltihabı da o temizliyor. Gerçeğin temizlediği bu yaraları, tamamen iyileştiren merhem ise onları affedebilmek.

Düşününce, bunu yapmak kendimize karşı ne büyük haksızlık gibi geliyor değil mi? Üzerimizdeki bu yaraları açanları, bize haksızlık yapanları, kendi gönül rızamız ile affedebilmek!

Oysa bir anlayabilsek onları, o yaraları açanlar artık affedilmeyi hak ettikleri için affetmediğimizi.
Bunu,kendimizi sevdiğimiz için, yaşadıklarımızın bedelini kendimize tekrar tekrar ödetmemek için, içimizde yaşayan o acımasız yargıcın görevine son vermek için, o deneyimimize ait çemberi tamamen kapatıp yolumuza huzurla, bütün enerjimizle devam edebilmek için yapmamız gerektiğini. Hayatı kana kana, iliğine kemiğine kadar emerek, dolu dolu yaşamanın ne demek olduğunu belki de o zaman çok daha iyi anlayacağız.

02 Temmuz 2008
Haşim A.

2 Temmuz 2008

Yapabilir misin?

Kendini bu dünyada yapayalnızmış gibi düşünebilir misin?

Sana öğretilen bütün her şeyi unutup, kendi beyninle, hakkını vererek düşünebilir misin?
Başkaları için bir şeyler yapmaya çalışmak yerine, "bir şeyler yapabilecek bir insan" olmayı deneyebilir misin?
Başka insanların yaptıkları ile ilgilenmeden, tamamen kişisel arzularının peşinden gidebilir misin?
Her ne koşul altında olursan ol, her zaman kendi kararını verme, kendi yolunu seçme hakkına sahip çıkabilir misin?
Sanılmaya çalışmak yerine, gerçekten olmak isteyebilir misin?
İnanmak yerine, kendin düşünebilir misin?
Başkalarının başarılarına gıpta etmek yerine kendi başarılarınla başkalarını cesaretlendirebilir misin?
Başkalarını mutlu etmek yerine, kendini mutlu etmeye cesaret edebilir misin?
Hiç bir örneğini olmayanı düşleyebilir misin?

Hiç kimsenin asla sana veremeyeceği o şeye sahip olabilir misin?

Kendini, kaynağı tamamen sen olan düşüncelerle yenibaştan yaratabilir misin?
Sen gerçekten sen olabilir misin?

02 Temmuz 2008
Haşim A.