23 Mart 2008

Daha doğrusu sanki onlar yokmuş gibi...

Akşam saati ana caddenin üzerindeki kafe de, cam kenarında oturmuş kahvemi yudumluyorum. Bir yandan da camın önünden gelip geçen insanları izliyorum. Kalabalıkların içinde, yalnızlıklarından gelip, yalnızlıklarına giden insanları.

“Peki sen neden yalnızsın?” diyerek, yalnızlığımdan istifade ederek benimle sohbet şansını zorluyor içimdeki o meşhur ses, her zaman yaptığı gibi. Şu an da onunla sohbet etmek niyetinde değilim. Bu yüzden de ona, “Yalnızlığımı hissetmek için bu insanlar arasında yaşıyorum. Çünkü bu benim karşı koyamadığım bir zaafım. Ben yalnızlıktan keyif alıyorum.” demek yerine susuyorum. Bakışlarımı yoldan geçen insanlardan ayırıp kafedeki insanlara çeviriyorum. Her zaman yaptıkları gibi yine konuşuyorlar. Ağızlarından çıkan kelimeler sanki, önce havada uçuşup sonra büyük bir boşluk tarafından yutuluyor. Ağızlarından çıkan kelimelerin büyük bir kısmı karşısındakinin kulak zarına çarpıp yankılanmıyor bile. Herkes birbirine konuşuyor ama kimse kimseye konuşmuyor.

O an da içimdeki ses ”hala bir seçim yapamadın mı?” diyerek, ne amaçla sorulduğu pek belli olmayan bir cümleyle davetsiz bir misafir gibi tekrar kendini hissettiriyor bana. “Ne onlara katılıyor, ne de onlarla savaşıyorsun. Daha ne kadar bu şekilde devam edebilirsin ki?” diyerek az önce sorduğu soruyu biraz daha anlaşılır bir hale dönüştürüyor. Yine cevap vermiyorum ona. Veremiyorum. Ona itiraf edemesem de henüz ben de bilmiyorum hangi yolu seçmek istediğimi. Seçebileceğim yolların onun bana söylediği bu iki şıkla sınırlı olup olmadığını. Tam o an da karşı masadaki sürekli konuşup, kahkahalar atan kadın sanki ona seslenmişim gibi ansızın dönüp bana bakıyor dik dik. Beynimden geçen düşünceleri duymuş ve üzerine alınmış gibi. Ardından yüzünde beliren o kibirli, küçümser gülümsemeyle bana sanki “Sen! Bana mı ahkam kesmeye kalkıyorsun? Herkese karşı sen ha! Niye dinleyeyim ki ben seni? Baksana bütün dünya benim yanımda?” diye haykırdığını hissediyorum.

O an içimdeki sesin bana söylediği o cümle yankılanıyor tekrar kulaklarımda “Ne onlara katılıyor, ne de onlarla savaşıyorsun.” Ben, ne onlara benzemek, ne de onlarla savaşmak istiyorum. Ama o an onları ardımda bırakıp kaçmak istiyorum. Ayağa kalkıp ilk adımımı atmamla birlikte kendimi dünyanın kenarından aşağıya düşüyormuş gibi hissediyorum. Anlıyorum ki bu düşündüğümü gerçekleştirmenin tek bir yolu var. Ve ben o bilinmez yolu seçmek istemiyorum. Bu yüzden de kalktığım koltuğa geri dönüp, varlığımı onlara hissettirmeme rağmen sanki yokmuşum gibi bir duygu vererek yaşamaya, devam ediyorum. Daha doğrusu sanki onlar yokmuş gibi.

22 Mart 2008
Haşim A.

9 Mart 2008

Bana ne olur yine haklısın deme...

Üzgünüm...
Canım yanıyor...
Zihnim bir kez daha düne bağlı düşüncelerin ateşlediği bir fırtınanın esiri.
Her tarafımı kapladı arzularımın, korkularımın, anılarımın yoğun sisi.

Ben yine yaşadıklarımı, deneyimlerimle sınırlı, koşullu zihnimle yargılamaya çalışsamda, hiç olmazsa sen farklı davran bu defa bana;
Her zaman yaptığın gibi, beni rahatlatmak adına sana anlattıklarımı dinleyip, bana zihnimdekileri onaylama.
Bana benim cümlelerimi tekrarlama.
Çek çıkar beni düşüncelerimin gölgesinden.
Bir türlü fark edemediklerim, kabullenemediklerim yüzünden sürekli içine düştüğüm bu halden.
Bilemediğim kelimeleri öğret bana, onlarla bugüne kadar hiç kurmadığım cümleler kurdur.
Bugüne kadar hiç kullanmadığım renklerle farklı resimler çizdir bana.
Ufkumda o hiç açılmamış olan, yeni pencereleri göster.
Yaşadıklarımla aramdaki esas gerçeği görebilmem için yardım et bana.

Götür beni bu ezberlediğim, beni hiç bir yere götürmeyen çıkmaz sokaklardan.
İçinde düşünce enerjisi barındırmayan duyguları yaşayabilmem için yeni, farklı yollar keşfettir bana.
Farklı noktalardan bir kez daha baktır yaşadıklarıma.

Zihnimdeki düşüncelerin ardından, önüne geçebilmem,
Olmakta olanın içindeki, yeni olanı görebilmem için, yardım et bana.
“İyi ki yanımdasın dostum” değil, “iyi ki yanındayım dostum” dediğimde, gülümserek sımsıkı sarıl bana...

09 Mart 2008
Haşim Arıkan

Fotograf: The Other Woman

7 Mart 2008

Acaba...

Acaba yaradılışın doruk noktası gerçekten de insan mıdır?
Yani yaradılış insanla birlikte son mu bulmuştur?
Dünya yaradılışın zirvesi insan için yaratılmış, insanın üzerinde yaşaması, her türlü ihtiyacını dilediğince karşılaması, onu özgürce kullanması için mi tasarlanmıştır?

İnsan gerçek hikayenin bu olduğuna acaba ilk ne zaman ve nasıl inanmaya başlamıştır?
Dünyaya canının istediği herşeyi yapma hakkını acaba ilk ne zaman kendinde bulmuştur?
Gerçek, acaba gerçekten de bu mudur?
Doğru olan, dünyanın insafına kalmış olarak mı, yoksa insanın insafına kalmış olarak mı var olmaktır? Dünyanın bugün bulunduğu noktaya ulaşmasın da acaba hangisi daha büyük bir katkı sağlamıştır?
İnsan, dünyanın bugünkü haline nasıl geldiğini, onu nasıl bu hale getirdiğini, bundan sonra daha neler yapacağını bildiği için mi bugün bu kadar rahattır?

Gerçek olan gerçek acaba nedir?
Dünya insan için mi yaratılmıştır?
Dünyanın ve yaradanın gözünde insan, diğer bütün canlılardan farklı mıdır?
Dünyaya dilediği herşeyi yapmak, çevresini kontrolü altına almak insanın en doğal hakkı mıdır?

Yaşam dünyanın insafına kalmış olarak mı, yoksa insanın insafına kalmış olarak mı devam etmelidir?

07 Mart 2008
Haşim A.

2 Mart 2008

Az biraz keşfediyor insan...

Kimi zaman kontrolünü kaybedebiliyor insan.
Canavarlarla savaşırken bir an da kendisi canavara dönüşüyor.

Bazı insanları istese de bir türlü sevemiyor insan.
Sevmesi en zor kişilerin aslında buna en çok ihtiyacı olanlar olduğunu o an fark edemiyor.

Zaman zaman tutamayıp kendini birilerine bir şeyler öğretmeye çalışıyor insan.
O zaman anlıyor ki aslında kimseye hiç bir şey öğretemiyor sadece içindekileri bulması için ona aracılık edebiliyor. Karşısındakinde olmayan bir şeyi ona veremiyor.

Sürekli bir şeylere sahip olmak için uğraşıyor insan.
Ama bir süre sonra, sahip oldukları ona sahip oluyor.

Yüzüne kapanan kapılara o kadar çok üzülüyor ki insan.
Onların ardından acı ve pişmanlıkla o kadar uzun süre bakıyor ki, o arada kendisi için açılan yeni kapıları göremiyor.

Hayatı ile ilgili sürekli planlar yapıyor insan.
Ama hayatı belirleyen anlar hiçbir zaman planladığımız anlar olmuyor.

Mutluluğu hep varış noktaların da arıyor insan.
Bu yüzden de yaptığı yolculuktan ne tad alıyor ne de ondan bir şey anlıyor.

Hayatı boyunca hep özgür olmak istiyor insan.
Ama ancak herşeyini kaybettikten sonra gerçekten özgür olabiliyor.

02 Mart 2008
Haşim A.