2 Kasım 2008

Körler Ülkesi

Kaf dağının ardında, herkesin doğuştan kör olduğu bir ülke varmış. Bu ülkede kimse gerçekte dışarıda ne olduğunu bilmediği için dokundukları, hissedebildikleri, duydukları ile oluşturdukları dünya resmine göre yaşıyorlarmış, herşeye dokunup şeklini anlayamayacaklarına için de, bir başkasının, çoğu zaman da konu üzerinde otorite saydıkları birilerinin resimlerini kabul ederek onu gerçek sayıyorlarmış.

Gel zaman git zaman ülkelerine daha önce hiç elleyip dokunmadıkları, bilmedikleri bir şey gelmiş: Bir filmiş bu. Ülke insanları da hemen bu filin ne menem bir şey olduğunu araştırmaları, gerekli verileri toplayarak fili kavramsallaştırmaları için kendileri de kör olan uzmanları bu fili incelemeye ve filin neye benzediğini bildirmeye göndermişler.

Uzmanlar filin bulunduğu alana ulaşmışlar, her biri fili incelemek için filin çevresindeki yerlerini almış ve araştırmalarına başlamış. Filin kuyruğunu tutan uzman, filin ucunda püsküller olan uzunca bir kordona benzediğini söylemiş. Kulağını yakalayan diğer uzman, filin yassı ve ince olduğu, ve kolaylıkla hava yelpazelemek için veya branda bezi olarak kullanılabileceği görüşünde ısrarcıymış. Diğer bir uzman filin bacağına yapışmış, bu ağaca benzeyen, ancak iyi huylu ve muhlis bir ağacın aksine zaman zaman, hem de hiç beklenmediği bir zaman yukarı kalkıp büyük bir güçle inen bu nesnenin yol açabileceği zararların nasıl bertaraf edilebileceğini düşünmüş. Diğer bir uzman ise bu hortuma benzeyen varlığın ilginç yapısını keşfetmenin heyecanı içinde kaybolmuş.

Sevgili Dost Can Deniz’in bir yazısından öğrendiğim bu öykü, o zamandan beri beynimde kayıtlı duruyor. Bana göre hayatı, yaşamı ve bizleri, bizim onlar hakkında yaptığımız yorumları, onlar hakkında keşfettiğimiz doğruları, hepimizin yaptığı en büyük hatayı o kadar güzel açıklıyor ki bu öykü.

Sizce bizler de kör değil miyiz? Biz de bir körler ülkesinde yaşamıyor muyuz?
Hepimiz kendimizce hayat üzerine sürekli keşifler yapıp konuşup durmuyor muyuz?
Hepimiz kendimizce keşfettiklerimizi, bize göre doğru olanları/olması gerekenleri etrafımızdakilerle paylaşıp, bizden farklı düşünenleri yargılamıyor muyuz? Hatta onları dışlayıp. Kendimizin doğru olduğuna inandıklarımızı onlara da kabul ettirmeye çalışmıyor muyuz?

Sanki ortalıkta her zaman tek bir doğru varmış ve o hiç bir zaman değişmezmiş gibi!

Ama işin kötüsü öyküde de olduğu gibi, hepimiz filin o güne kadar neresine dokunabildiysek, onun nerelerini hissedebildiysek fili öyle tanıyoruz. Doğal olarakta hem doğru, hem de yanlış şeyler söylüyoruz. O güne kadar ki tesbitlerimiz belki doğru ama, filin bizim dokunduğumuz kadar olmadığını ya kabul edemiyoruz ya da bilmiyoruz. Hayatımız boyunca filin bütününe dokunabilir miyiz derseniz, siz de kabul edersiniz ki bu mümkün değil. Bu yüzden de bizler fili ne kadar çok tanıdığımızı, onu keşfettiğimizi, onun sırrını çözdüğümüzü, iddia edersek edelim onu hep eksik tanımış olacağız. Onun her yeni dokunduğumuz parçasından onun hakkında yeni bir şey daha keşfedeceğiz. Onun hakkında düşüncelerimiz her seferinde biraz daha değişecek. Onun hakkında daha önce kesin doğru dediğimiz şeyler bile, belki her keşifte değişecek. Filin dokunamadığınız yerleri ise bizi her zaman yanıltacak, yanıltmaya devam edecek. Hayatımız boyunca filin ne kadar çok yerine dokunabilirsek fil hakkında o kadar çok şey öğrenebileceğiz. Bu yüzden de onun hep aynı yerlerine dokunmak, o noktaları en ince ayrıntısına kadar ezberlemek yerine, daha önce dokunamadığımız yerlerine dokunmaya çalışmak, gelişimimiz adına bize çok daha fazla avantaj sağlayacak.

Bu yüzden de hiç bir zaman, şu an bir çoğumuzun iddia ettiği gibi “ bilen” değil, bizler her zaman “öğrenen” olacağız. Bu gerçeği kabul ettiğimiz de de, hem etrafımızdakilerden daha çok şey öğrenmeye, hem de onlarla daha az sorun yaşamaya başlayacağız.

02 Kasım 2008
Haşim A.

5 yorum:

Yeşim Özdemir dedi ki...

Merhaba Haşim... Yazının ortalarında bir yerde kendi kendime söylenmeye başladım: "Öğrenmek hiç bitmiyor ki!" diye... Öğrenmek istemeyen veya kendinin yaşamla ilgili çok şey bildiğini sananlar çok büyük bir yanılgıya düşümüş durumdalar bence. Çünkü onlar sadece filin o dokundukları parçası kadarını biliyorlar ve daha fazlasını bilmeye gereksinim duymuyorlar...

Biraz dedi ki...

"paylasmak" da isin anahtar kelimesi belkide...

MeaCulpa dedi ki...

Valla hiç bitmiyor Yeşim. Bazen yeter artık diyor insan, bazen keyfini çıkartıyorsun. Sevgiler:))

Biraz@ kesinlikle doğru. Paylaşmak olmazsa tek başımıza filin ne kadarını keşfedebiliriz düşünemiyorum. Sevgiler:))

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Ne anlamlı bir öykü, hayat öğren öğren bitmiyor değil mi?
Sevgilerimle...

MeaCulpa dedi ki...

Gerçekten de öyle:)) Sevgilerimle