19 Ekim 2008

Hangisi benim yolum, ben hangi yolun yolcusuyum...

Tren garının önünde acı bir fren çığlığı duyuldu. Herkes bir an da ne olduğunu anlamak için başını o yöne çevirirken, o, geçirdiği kısa süreli bir şaşkınlık sonrası elinde bavulu ile hızlı adımlarla gara doğru yürümeye devam etti. Freni yapan taksinin şoförünün sesi ardından yankılandı.
- Aşık mısın nesin? Önüne bak önüne. Canına mı susadın sen. Allahım neden hep beni bulur böyleleri?
Aldırmadı şoförün arkasından yaptığı bu canhıraş bağırışa. Koşar adımlarla yürümeye devam edip kendini Ankara tren garından içeri attı. Girer girmez direkt sağ taraftaki duvara doğru yöneldi. Duvarın önüne geldiğinde elindeki bavulu yere bırakarak iki elini yüzüne kapadı. Bir müddet bu şekilde kaldıktan sonra elleri ile yol boyunca yanaklarından süzülüp boynuna kadar ulaşan gözyaşlarını silmeye çalıştı. Üniversite eğitimi için, dört yıl önce büyük bir heyecanla geldiği, bu dört yıl boyunca da alışmak için sürekli çabaladığı bu şehirden bir kaç saat sonra artık kurtuluyordu. Çantasından çıkardığı büyük mandal tokası ile bu sıcak havada kendisini iyice daraltmaya başlayan uzun siyah saçlarını ensesinin üzerinde topladı. Bavullarını emanete bırakıp garın içindeki kafeye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir yandan sigarasını yakmaya çalışıyor, öte yandan da farkında olmadan, kafeden dışarıya doğru yayılan, o çok iyi bildiği müziğe doğru yaklaşıyordu. “Yağmur değer saçıma, içimde katran gibi biriken hüzünlerimi gözlerime döker. Biraz yağmur ağlarım ben, biraz gözyaşlarım yağar.” (1) Duyduğu bu müzik ister istemez aklına yine onu getirdi. Çünkü bu şarkı onun gitarıyla çalmayı en çok sevdiği şarkılardan biriydi. Onu hatırlamasıyla birlikte gözyaşları tekrar sağanağa dönüştü. Ardından boğazına düğümlenen hıçkırıklar bir anda bütün engellerden kurtuldu. Kafeye girdiğinde artık kendini tutamıyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kafedeki insanların bir kısmının ona tuhaf, tuhaf baktığını hissediyor, dönüp onlara avaz avaz bağırmak istiyordu.
- Tutamıyorum içimdekileri içimde işte. Nasıl görünüyorum sizce. Biliyor musunuz hiç umurumda değilsiniz. Her yerde ağlayabilirim ben. Sokakta, otobüste, kafede. Ağladığımdan da utanmam. Ama bakamam sizlerin yüzünüze böyle anlarda. Sessizliğimden pay alıp kendinize uzaklaşın isterim yanımdan. Gidin diyemem. Anlamanızı beklemekten başka bir şey yapamam.(2)
Beynindeki bu düşüncelerle boğuşurken çalan cep telefonu onu kendisine getirdi. Duvar kenarındaki kendisine en yakın masaya geçip oturdu.
- Alo
- Alo Hande! Nihayet en sonunda ulaşabildim sana. Aşk olsun valla. Cep numaranı değiştirmişsin arayıp da bir haber vermiyorsun. Numaram değişti diye. Onun yüzünden değiştirdin değil mi cep numaranı? Allahtan Aylin’de varmış yeni numaran. Ben de ondan aldım. Naber canım nasılsın? Seni çok merak ettim. İyi misin sen?
- Ne olur kusuruma bakma Aslıcım. İnan hep aklımdasın. Arayacaktım seni ama herşey o kadar hızlı gelişti, o kadar çok şey üst üste geldi ki. Gardayım şu an. Trenin kalkış saatini bekliyorum? Zonguldak’a dönüyorum bu akşam.
- Canım sesin hiç iyi gelmiyor. Ağlıyor musun sen yoksa? Konuşmak ister misin? İstersen atlar taksiye gelirim hemen gar’a. Ne yaptı, neler söyledi o adi herif sana, seni bu hale getirecek kadar?
- O ne yapmış olursa olsun sen yine de bence onun hakkında böyle konuşma. Biliyor musun? Hiç kızgın değilim ben ona. Neden böyle davrandığını anladığımı sanıyorum. Çünkü şimdi düşününce her şeyi daha net algılayabiliyorum. Sanırım o aslında beni değil, benim ona delicesine aşık olmamı sevdi. Onun için önemli olan aşık olmak değil, aşık olunmaktı. Başka birinin hayatının parçası olabilmek, başka biriyle hayatı paylaşmak, ona bir şeyler vermek galiba ona zor geldi. Aşık olursa güçsüz düşeceğini zannetti. Bu yüzden de ilk başlarda o çok hoşuna giden aşkımdan sonradan sıkıldı ve onu red etmeyi seçti. Bana başka bir şehire taşınacağını bu yüzden de artık görüşebilmemizin çok zor olacağını söyledi.
- Demek başka bir şehire taşınıyormuş beyefendi öyle mi? Demek bu kadar kolay ha. Başka şehire gideceğini söyleyerek, yaşanmış bunca şeyi kestirip atmak.
- Gözlerimin içine baka baka, ona çok yakın, banaysa çok uzak olan başka bir şehire gideceğini söyledi. Biliyor musun? Çoğu zaman tek başıma, ama iki kişilik yaşadığım bu oyunun çocukça güzelliği benim için hiç bir zaman değişmedi. Ama en çok ona bu kadar yakınken, bir o kadar da uzağında kalmış olmak tahmin edemeyeceğin kadar çok acı verdi bana. Biliyorsun sen de, ben de bu şehire geldim geleli pek alışamadım aslında. Kaldığım dört yıl boyunca ben bu şehirde yaşamaya değil, bu şehirle yaşamaya alıştım galiba. (3)
- Çok haklısın valla Handecim. Nerde değil mi bizim o toprak kokan güzel köylerimiz. Bıraktık onları, geldik üniversite sevdası yüzünden bu koca şehire. Gelmesine geldikte..... Şehirler işte böyle yalancı sevdalar sunuyor hep bizlere. Kimbilir ne yalancı sevdalar yaşanıyor kaç kez gönüllerde. Nerede bizim köyümüzün o güzel insanları.(4) Neyse bir başlarsam hiç susmam bu konuda konuşmaya. En iyisi biz şehirleri bir yana bırakalım. Zaten ne şehirler sever beni, ne ben şehirleri. Senin trenin kaçta kalkıyor du bu arada.
- Ooooo vakit gelmiş valla. Yarım saat sonra kalkıyor. Benim de kalkmam lazım.
- Tamam canım kapatıyorum ben şimdi. Ama Zonguldak’a varınca beni muhakkak ara. Merakta bırakma beni sonra. Canını da sakın onun için daha fazla sıkma. Her şeyde vardır bir hayır. Bir müddet sonra sende anlarsın bunun içindeki hayrı.
- Çok sağol bitanem. İnan çok iyi geldi seninle konuşmak. Ne iyi ettin de aradın beni. Biliyor musun ? Bu aralar diyorum ki kendime geldin işte yine, yeni bir yol ayırımına daha. Ama öte yandan, bundan sonrası için hangisi benim yolum, ben hangi yolun yolcusuyum inan ben de bilmiyorum.

19 Ekim 2008
Haşim Arıkan


Alıntılar yaptığım Milliyet Blog yazarları;
Kiminin cümlesini birebir aldım. Kimininkini üzerinde ufak tefek değişiklikler yaparak kullandım.
(1) Sahibi yazısını yayından çektiği için hatırlayamıyorum yazan kişiyi.
(2) Guguk kuşu.
(3) Beenmaya
(4) Yağmur zamanı

2 yorum:

akilliigne dedi ki...

güzel bir masal dı
güzel bir yazıy dı
ve bundan ötesi beni etkileyen blog ismi ve açılımı;
"İNANDIĞIM MASALLAR
BEN İNANDIĞIM MASALLARI ANLATIYORUM SEN KENDİNİNKİNİ YAŞIYORSUN"doğru yaşadığımız masal
romalı filozof Lucius Annaeus Seneca kısacası şöyle der;
Hayat da bir masal gibidir, ne kadar uzun olduğu değil nasıl yaşandığı önemlidir
evet nasıl yaşandığı
yazdığında muhtemel yaşanabilecek bir durum.
çok hoş blog ve yazı tekniğin ve formatın tebrikler çalışmalarınız da başarılar

MeaCulpa dedi ki...

Beğenileriniz için çok teşekkürler. Ne iyi oldu böyle günün blogu olmak. Birbirimizi tanıma şansı bulduk.Sevgilerimle:))