16 Ekim 2008

Biraz yağmur ağlarım ben, biraz gözyaşlarım yağar.

Camdan dışarıya, sağanak halinde yağan yağmura baktı. Ara ara çakan şimşek, sadece mum ışıklarının aydınlattığı odanın içini, gözlerini rahatsız edici bir şekilde aydınlatıyordu. Sigarasından derin bir nefes çekerek ciğerlerini tamamen doldurdu. İçine çektiği bu dumanı, içtiği bunca sigaraya rağmen hala kendince odaya hakim olma mücadelesi veren tütsü kokusunun içine doğru yavaş yavaş bırakırken, sehpanın üzerinde duran açtığı son kutu biraya uzandı. Dolu olup olmadığını anlamak için hafifçe çalkaladığında son birasınında artık bitmiş olduğunu anladı. Saatine baktı. Saat 00:45’i gösteriyordu. Baş ve işaret parmaklarının ucuyla tuttuğu, ateşi artık filtresine dayanmış sigarasından, son bir nefes daha çekip, izmaritlerle ağzına kadar dolup taşmış olan kül tablasında söndürdü.

Bugün sabahtan beri ruhunda süre gelen med cezirler, kendine olan kızgınlığı kabartmıştı şu an yine. “Sen kocaman bir aptalsın oğlum” dedi. Sahip olduğunun kıymetini ancak kaybettiğinde anlayabilecek kadar aptal. Onun gözlerinin, yüreğinin içinde hep kendini görmekten sıkılan, sürekli, seni düşünmesinden, seninle olmak istemesinden, rahatsız olup onu terk edecek kadar aptal. İlk başlarda o çok hoşuna giden, hatta onu bu aşkın içine daha da çok çeken, bu büyük aşktan daha sonra bunalması, bir an önce kurtulmaya çalışması, aslında kocaman bir saçmalıktı. Aklınca, artık ona boğucu gelen bu aşktan bir an önce kurtulmak için bir çözüm yolu bulmuş. Başka bir şehire taşınacağını söylemişti ona. Ama daha üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen anlıyordu ki aslında çok fazla alışmıştı onun varlığına. Onun kendisine karşı hissettiği o tutkulu aşka. Çok kısa bir süre öncesine kadar onu daraltan bu tutkulu aşktan kurtulduğunda, rahatlayacağını zannediyordu oysa.

Bugün kaç kere eline alıp, bıraktığını artık hatırlamadığı gitarını bir kez daha eline aldı. Çocukluğundan gelen o tanıdık ses sürekli kulağına “Erkekler ağlamaz” diye tekrarlasa da, onun yanaklarından yavaş yavaş aşağıya doğru süzülen gözyaşları, gitarının tellerinde nereye dokunacağını bilmeden kararsızca gezinen parmaklarının üzerine damlıyordu. Direnmekten vazgeçti ve kendini tamamen, yüreğindeki fırtınanın gittikçe dahada sert esmeye başlayan rüzgarına bıraktı. Bırakmasıyla birlikte dudaklarının arasından çıkan sözcükler, gitarın tellerinde dolaşan parmaklarıyla uyum içinde dans eden, şiirsel cümleler oluşturmaya başladı.

“Yağmur değer saçıma, içimde katran gibi biriken hüzünlerimi gözlerime döker.
Biraz yağmur ağlarım ben, biraz gözyaşlarım yağar.
Yağmur değer saçıma, ben sözcüklerimi hatırlarım.
Biraz hikayeler ağlarım ben, biraz masallarım yağar.” (1)

Devam etmedi, edemedi. Gitarını yine yanına koltuğun üzerine bırakıp bir sigara daha yaktı. Daha çok kısa bir süre geçmişti ayrılığın üzerinden ama keskin bir bıçak gibi saplanıyordu onun göğsüne, kendisinin tercihi olan bu ayrılığın acısı.Ne yanındaki eşsiz kalabalık, ne de içindeki derin yanlızlık hiç destek olmuyordu, ikisi de sanki biraz kızgındı ona. Bile bile kendisi yıkmıştı köprüleri, geçemezdi ki istese de şu an karşı kıyıya.

Onu düşündü. Onu, ona çok yakışan alev kırmızısı elbisesinin içinde düşündü. Çünkü vücudunu saran bu kırmızı elbise onun dolgun vücut hatlarını başdöndürücü bir şekilde ortaya koyuyordu. İşte bu yüzden, bu elbiseyi sadece onunlayken giymesini istiyordu. Bunu hiç bir zaman ona söylememişti sırf onu kıskandığını anlamasın diye. Geniş omuzlarına düşen o simsiyah saçları geldi aklına, onların arasında az mı dolaşmıştı bu parmakları. O muhteşem dolgun dudakları, baktığında her zaman kendini gördüğü o iri yeşil gözleri, o baygın bakışları, o uzun kirpikleri ve suratına ayrı bir anlam veren yanaklarındaki küçük gamzeleri. Herkes onu ilk gördüğünde hep Türkan Şoray’ın gençliğine benzetirdi.

Hayalinde canlandırdığı bu silüete çaresizce baktı. “Çağır beni dedi içinden, çağırda bitsin içimde daha şimdiden birikmeye başlayan yanlızlığım. Çağır ki yalnızlığın üzerime yüklediği bu sessizlik bitsin, boğmasın beni artık. Söyleme sakın bunu sen istedin diye ne olur, bak karanlığın tam ortasındayım çekip al beni. Sana çok ihtiyacım var. Sana gelmek istiyorum ama koşamıyorum. Çaresizlik o kadar bulaşmış ki bu sokaklara takılıp düşüyorum. Canım o kadar acıyor ki, artık bağırmak istiyorum sesimin yettiğince ne olur gel diye” (2)

Cep telefonunu eline aldı. Rehberden bul’u seçti. “Aşkım” diye yazınca, geldi hemen numarası ekrana. Aşkım diye kaydetmişti numarasını rehberine. Son dönemde ilk başlardaki kadar tutkulu söyleyemese de, aşkım diye hitap ederdi hep ona. Numara ekrandaydı ama içindeki suçluluk duygusu bir türlü elinin ara tuşuna basmasına izin vermiyor, cesaretini kırıyordu. Fırlattı elindeki telefonu tekrar koltuğa, kendine karşı gitgide artan kızgınlığıyla. Yanan sigarasını hiç fark etmeden bir sigara daha yaktı.

Ama hiç bir şeyi takmayan yüreğinin sesi, onun peşini asla bırakmıyordu. Ara diyordu sürekli ona. Hadi ara. Durma ara. Ara. Tekrar aldı telefonu eline. Bu sefer son derece kararlı bir şekilde, telefonunun ekranında “Aşkım” yazarken bastı ara tuşuna. Kısa bir süre sonra aradığınız kişiye ulaşılamıyor sesi duyuldu kulağında.

Aradığı kişiye artık ulaşılamıyordu.
Çünkü aradığı kişinin onun hayatında ki rolü artık sona ermiş, o, yeni başlayacak bir hikayede, kendisinin de bilmediği yeni rolüne doğru yürüyordu.....

22 Mayıs 2007
Haşim Arıkan

Yapmış olduğum alıntılar. Milliyet Blog yazarlarından.
(1) Sahibi yazısını yayından çektiği için hatırlayamıyorum yazan kişiyi.
(2) Çay güzeli.

6 yorum:

Seyyah dedi ki...

hem arkasını dönüp giden hem de geri dönüp bakan olmak zor olsa gerek... çok güzeldi, sevgiler..

bu arada şiiri de çok beğendim, belki yazan buralara uğrar:))

MeaCulpa dedi ki...

Belki kimbilir? Çok teşekkürler. Sevgiler:))

Parpali dedi ki...

''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak, Sana ''git''
dediğimde anladım...

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım...

diyor ya Can Yücel. Yazıyı okurken bu satırları hatırladım hemen.

Yeşim Özdemir dedi ki...

Sunulan güzelliklerin farkında olmadığında, avuçlarının arasından usulca süzülüp gitmesine izin verdiğinde, sana, parmaklarının arasındaki ince tortudan başka bir şey kalmıyor ne yazık ki... Yine keyifle okudum seni...

MeaCulpa dedi ki...

Parpali@ Bilirim o muhteşem yazısını Can yücel'in. Gerçekten çok güzeldir. Bir çoğumuzun beynine kazınmıştır. Sevgi ve saygılarımla:))

MeaCulpa dedi ki...

Çok sağol Yeşim. Çok haklısın maalesef. sevgilerimle:))