12 Haziran 2008

İnsanın geçmişle işi bittiğinde, geçmişin de onunla işi biter mi?


Bir geceyi daha salondaki pencerenin önündeki koltukta, sokak lambasına seyrederek sona erdirmişti. Hava artık yavaş yavaş aydınlanıyordu. Gözleri bir kez daha bütün gece seyrettiği sokak lambasının ışığına takıldı. Sanki onun karşısında sabahladığı her gece, ruhuna biraz daha sızıyor, ruhunu usul usul yırtarak, yüzleşmekten kaçıp, en kuytularına sakladığını sandığı duygularını sessizce gün ışığına çıkarıyordu. İçindeki o susmak bilmeyen ses, bütün gece sorduğu soruyu, son bir kez daha tekrarladı ona.

Bunu daha ne kadar sürdürebilirsin?

Kimbilir kaçıncı kez muhatap olduğu bu soru, onu yeniden dün akşama doğru sürükledi. Her seferinde olduğu gibi, yine bir hapşırık kadar anlamsız bir tatminle son bulmuştu dün akşam ki sevişmeleri de. Seksi sanki yerine getirilmesi gereken bir görevmiş gibi, ruhsuz bir ciddiyet içinde yapıyor olmasını bir türlü anlayamıyordu. En sonunda tutamayıp kendini, dün gece sormuştu bunu ona. “Kesinlikle amacım seni üzmek değil. Ancak bu kadarını hissedebiliyorum.” diye cevap vermişti ona.

Bir türlü anlayamıyordu. Sanki onu benliğinden uzak tutarak kendini bir şeylerden korumaya çalışıyor. Ona ait tek bir kırıntının bile benliğine takılmasına asla izin vermek istemiyordu. Sanki ilişkileri onun üzerinde hiç bir iz bırakmadan akıp gitsin istiyordu. Ne yaparsa yapsın ona bir türlü tam anlamıyla sahip olamadığını hissetmek berbat bir duyguydu. Tırmanması gereken dik bir duvar gibi duruyordu sürekli karşısında. Zirvesinde kendini neyin beklediğini bilemediği, baktığında ne kadar yüksek olduğunu göremediği dimdik bir duvar.

Kimbilir kim de kilitli bıraktı kendini, diye düşündü. Kendince doğru olduğuna inandığı hangi sebeple, sahip olduğu en güçlü bir duyguyu böylesine anlamsızlaştırıp, acımasızca yok etmişti. Bu yaptığının kendisine ve karşısındaki insana nelere mal olacağını düşünmeden, belki de düşünemeden!

Sonrası ise; gerçek olmayan, yaşadığı ilişkide neyin eksik olduğunu sorgulamaya bile kalkışmadığı tamamen sahte bir yaşam. Hissedilmeden yaşanan bir aşk. Karşındaki kişinin aslında sevdiğin kişi olmadığını, yalnızca istenerek razı olduğun, “ikinci seçenek” olduğunu kendine bile itiraf etmekten kaçış.

Bunlar mıydı acaba gerçekten onun hissettikleri? Bir türlü itiraf edemedikleri.

Gözü şöminede ki çoktan yanıp küle dönmüş odunlara takıldı.
Geçmiş dediğimiz şeyde, yaşanılanların bir külü değil miydi?

İnsan, gerçekten istese, olanca gücüyle üflese, onları ait oldukları yere, geçmişe doğru savurup onlardan kurtulabilir miydi?

İnsanın geçmişle işi bittiğinde, geçmişin de onunla işi biter miydi?

12 Haziran 2008
Haşim Arıkan

Hiç yorum yok: