4 Mayıs 2008

Size özel bir davetim var!

Size özel bir davette bulunsam!

Sizi, herşeyin dörtdörtlük olduğu özel bir sinema salonunda, sadece size özel bir gösterimin yapılacağı çok özel bir filme davet etmek istesem, bana ne cevap verirsiniz? İnanmayacaksınız belki ama, seyredeceğiniz filmin başrol oyuncusu da sizsiniz! Film hayatınızın bugüne kadar ki en özel anlarından oluşuyor. Bu yüzden de karşınızdaki o büyük beyaz perde de, kendinizi en doğal halinizle seyredeceksiniz. Harika bir şey değil mi bu?

Yalnız baştan kabul etmeniz gereken bir şart var ki; o da filmi sonuna kadar seyretmek zorundasınız. Film bitmeden salonu asla terk edemezsiniz.

Ne diyorsunuz? Teklifimi kabul ediyor musunuz? Filminizi izlemeye gelecek misiniz? Konusunu mu merak ettiniz? Film, diğer insanlarla yaşadığınız ilişkilerden derlenmiş bir film, size ait çok özel yakın çekimler içeriyor, kesinlikle gördükleriniz karşısında sizi şaşkına çevirecek bir film.

Acaba gerçekten mümkün olabilseydi böyle bir şey;

Kendinizi o koskoca beyaz perde de, karşınızdaki insanlara yalan söylerken, onları aldatırken yada onlara haksızlık yaparken seyretmeye dayanabilir miydiniz?
Benliğinizin gizli ve erişilmez sandığınız en kuytu köşelerindekiler, tavan arasında en karanlık köşelerde sakladığınız anılarınız, o büyük beyaz perdeye yansıdığında neler hissederdiniz?
Bugüne kadar sergilediğiniz ikiyüzlülük perdesi tamamen ortadan kalktığında, herşey tüm çıplaklığıyla gözünüzün önünde canlandığında, gizlenme olanağınız artık kalmadığında neler hissederdiniz?
Kimbilir belki de çaldıklarıyla suçüstü yakalanan bir hırsız gibi kalakalırdınız ortada.

Çok acı verir miydi bu seyrettikleriniz size?
Yoksa siz bu acıyı hissetmek için böyle bir filme ihtiyaç duymayanlardan mısınız?
Bu acıları siz zaten çekiyor musunuz?
Geçmişte ki hatalarımızdan dolayı utanmak, pişman olmak, suçluluk duymak ve sürekli acı çekmek bu yaptıklarımızın doğal bir sonucu zaten değil mi?
Bunları yapanların sonunun zaten böyle olması gerekiyor değil mi?
Hepimize böyle öğretilmedi mi?
Kulaklarımıza sürekli bu fısıldanmıyor mu hala?
Ben mi yanılıyorum yoksa?

Peki düşündünüz mü hiç acaba hayat ne diyor bize bu konuda?
Hala bir müdahale şansı veriyor mu benliğimizin bu kabuk tutmuş yaralarına?

Hayat, asla değiştirmemize izin vermediği geçmişimizle ilgili olarak her zaman iki tane seçenek sunuyor bizlere.
Ya geçmişten benliğimize takılan bu kıymıklarla, utanç, pişmanlık, suçluluk duyguları ile kavrula kavrula acı çekerek yaşamaya devam edeceğiz.
Ya da zihnimizi, yüreğimizi, ruhumuzu etkileyen bütün yaşadıklarımıza eşit davranmayı, onları sevmeyi, yürekten affetmeyi ve sahip çıkabilmeyi öğrenerek, yaşadığımız herşeyin gerekli olduğu için yaşandığına dair kabullenişimizin getirdiği iç huzuru hissedeceğiz.

Sizce bu ikisinin dışında hayat başka bir seçenek daha sunuyor mu bizlere?

03 Mayıs 2008
Haşim A.

2 yorum:

Evren dedi ki...

ben iç huzuru tercih ediyorum. :)

... dedi ki...

Yazınızın tümü, özellikle son satırları tek kelimeyle mükemmel. Sonuna kadar katılıyorum. Tam isabet. Biz mutlu olmayı gerçekten bilmiyoruz. İnsanın kendine hata payı bırakması, kendini affetmesi çok önemli. Yoksa hayat zindan oluyor...