15 Nisan 2008

Neden ben...

Elindeki telefonu sinirle fırlattı kanepenin üzerine. Onunla her konuştuğunda, her karşılaştığında, sanki bir önceki sefer gördüğü, konuştuğu insan o değilmiş hissine kapılıyordu. Sürekli değişiyor, sürekli inkar ediyor, sürekli çelişkiye düşüyordu. Tersine çevirmediği, ihanet etmediği bir şey kalmıyordu ardında. Sanki her saat içindeki bir parçayı daha öldürüyordu. Geriye hiç bir şey kalmıyordu ondan. Tuhaf olan ise bu değişimin adı büyümekti ona göre. O büyüyordu!

Aklına az önce telefonda söyledikleri geldi. Tekrar sinirlendi. “Neden böyleyim?” dedi. “Neden bende diğerleri gibi değilim?” “Neden onlar gibi sadece işittiğim kelimeleri değil de, o kelimelerin arkasında yatan nedenleri görüyorum? Kendileri bile aslında bana neyi itiraf ettiklerinin farkında değilken neden ben hep cümlelerinin ucundaki o kahrolası açıklayıcı cümlecikleri görüyorum?”

Durdu kaldı odanın ortasında öylece. Duyduğu öfkenin davetsiz bir misafir gibi karşısında iyice belirginleşmesini izledi. “Yine geldi işte” dedi. Bu sefer ne kadar süreceğini görmek için bekledi. Kendini bu öfkeyle mücadele ederken seyretmek ona tuhaf bir keyif veriyordu. Sanki o an da öfkeli olanın kendisi olduğunu fark etmiyordu. Elindeki sigaradan derin bir nefes çekip, havaya üfürdü. “Elbet günün birinde sen de kendi hakkında ki gerçeği öğreneceksin. Bu senin için hiç de kolay olmayacak.” diye söylendi kendi kendine. Bu sözü ona mı söyledi, yoksa kendine mi kendisi de pek bilemedi!

Açtığı camdan içeriye süzülen soğuk havanın etkisiyle içi ürperdi, o anda tuhaf bir hisse kapılarak kendini sanki dünyada yapayalnız kalmış gibi hissetti. Kollarıyla sarıp sarmaladı kendini. Ona öğretildiği için bir robot gibi sürekli tekrarladığı şeyleri unutup, kendi beyniyle, hakkıyla düşünmeye çalıştı.

Eğer bazı şeyleri bugün yıkamazsa, bir gün onların onu yıkacağını anladı.
15 Nisan 2008
Haşim A

Hiç yorum yok: