15 Kasım 2007

İnanmayacaksın ama....

O kadar yorgunum ki yorgunluktan gözlerim kapanıyor. Bu aralar nedense hem özel hayatımda, hem işte herşey hep üstüste geliyor. Ya hayat artık beni fazla yoruyor. Ya da ben artık yaşlandım nefesim onun temposuna yetmiyor. Gecenin bir vakti Karaköy iskelesinden kalkan Kadıköy vapuruna son anda yetişip, palas pandıras biniyorum. Koskoca vapur o saatte bomboş. Rastgele bir koltuğa kendimi adeta bırakıyorum. O da hemen peşim sıra giriyor salona, bomboş vapurda gelip tam yanıma oturuyor. O kadar kötü bir durumdayım ki konuşmamak için gözlerimi kapatıyorum ama kapatmamla birlikte o konuşmaya başlıyor.
- “Çok sıkıntılı ve yorgun görünüyorsun. Konuşmak istersen seni dinlerim”
Göz ucuyla bakıyorum iyi giyimli ve temiz bir hali var. Çok yaşlı denilemez ama çok gençte değil. Tahmini 55-60 yaşlarında görünüyor. Hafifçe gülümsüyorum.
- “Biraz yorgunum” diyorum.
Bu cevabımdan sonra belki kalkıp gider diye bekliyorum ama ben konuşmaya niyetlenmeyince bu sefer o anlatmaya başlıyor. Bana beni, son günlerde tüm yaşadıklarımı, sıkıntılarımı, onların nedenlerini, ayrıntılarıyla teker teker anlatıyor. Şaşkınlık içinde dinliyorum tüm anlattıklarını. Uzun zamandır aklımdan takılan soruların cevaplarını bulabilmem için, önce sorduğu sorularla beni yönlendiriyor ve en sonunda da beni aradığım cevaplara ulaştırıyor. Konuştukça benim inanılmaz bir şekilde rahatladığımı o da fark ediyor. Vapur iskeleye yanaşırken yavaşça ayağa kalkıyor
- “Sıkma kendini elbet hepsi geçecek. Sen yüreğini ferah tut” diyor. “Demek bu şehire gelmemin, gecenin bir vakti ansızın bu vapura binmemin sebebi senmişsin. Senin için kimselere haber bile vermeden kalkıp ta buralara kadar gelmişim” diye de devam ediyor. Son anda kim olduğunu sormak geliyor aklıma.
- “Verdiğim cevap neyi değiştirir ki. Cevap ne olursa olsun sonuç değişmeyecek değil mi” diyor.
Yine de cevap bekleyen gözlerle bakıyorum yüzüne. Anlıyor.
- “Bir rehber ya da seninle konuşan kendi önsezin. Sen istediğini seç.”
diyerek, salondan çıkıp gidiyor.
Ben de hemen kalkıyorum peşinden. Ama ne iskelede yakalıyabiliyorum onu. Ne de benim ardımdan vapurdan iniyor.
Başımı göge doğru çevirip gülümsüyorum. Biliyorum ki o da şu an bana oradan sevgiyle gülümsüyor. Bizler, ona ihtiyacımız olduğu zamanlar da, ondan hep varlığını bize daha bariz hissettirmesini beklerken, onun bunu her zaman gösterişsiz bir şekilde yaptığını artık biliyorum. Bu yüzden de “İnanmayacaksın ama....” diye başlayan cümlerle anlatılan, o inanılmaz tesadüfleri duyduğumda hemen onu hatırlayıp gülümsüyorum. Ona şükrediyorum.

05 Kasım 2007
Haşim A.

Çok Tuhaf bir geceydi (Son Bölüm)

Tekrar Tepebaşı’ndaki katotoparka doğru yürümeye koyuldum. Bir süre yürüdükten sonra kendimi yine o köhne bakkalın – yani esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan Starbucks’ın- önünde buldum. Artık hem beynim hem de bacaklarım pes etmişti. Daha fazla dayanamadım ve kendimi bakkalın önüne yığılırcasına bıraktım. İçine kısılıp kaldığım bu zamansız zaman dilimi damağımı iyice kurutmuştu. Tam çantamdaki su şişesini çıkarmak üzereyken önce, bakkalın yanan ışıkları ile birlikte etrafım birden aydınlandı ardından da bakkalın o köhne kapısının üstelik hiç gıcırdamadan yavaşça açıldığını hissettim. Sırtım bakkala dönüktü, hem bana doğru gitgide yaklaşan ayak seslerinin sahibini görebilmek, hem de her tarafı dökülen bu garip dükkanda neler olup bittiğini anlayabilmek için başımı geriye doğru çevirmem ile birlikte onunla gözgöze geldim. Bana bir süredir beklediği gecikmiş misafirini karşılayan bir ev sahibesi edasıyla nerelerde kaldın dercesine bakıyordu. Şaşkınlık içerisinde hiç bir şey söyleyemeden öylece kalakaldım.
- İçeri gelmek ister misin? Çok kötü görünüyorsun.
Çok kötü görünmekten çoook ötedeydim artık, tamamen tükenmiş, bitmiştim. Yüksek sesle bağırmaya başladım.
- Tüm bunlar ne demek oluyor bana anlatır mısın? Beynimin tahammül gücünü mü sınıyorsun?
- Herşeyin muhakkak ki bir nedeni vardır. Onu bulmak ise sana kalmış.
- Peki kimsin sen?
- Sence kim olabilirim? Hayat destesindeki jokerlerden biri diyebilir miyiz? Ne dersin?
- İlk önce gerçekte var olmayan bir Starbuks’ta karşıma garson olarak çıkıp, kısa bir süre sonra ise köhne bir bakkal sahibine dönüşebildiğine göre neden olmayasın değil mi? Mantığımın sınırları dahilinde düşünebiliyor olsaydım kesinlikle evet derdim sana. Ama bu gece yaşadıklarımın hiç biri maalesef mantığımın sınırları dahilinde cereyan etmiyor. Bu yüzden de sana herhangi bir cevap veremiyorum. Peki neden ben? En azından bana bunu söyleyebilirsin sanırım.
- Sence, sen ”ben” demeyi hak ediyor musun? Bizim buralar da ancak kim olduğunu bilenler ”ben” diyebilir. Yani kendi yaşamlarının efendisi olanlar, iradesi olanlar. Sen bu özelliklere sahip biri misin sence?
Bu son cümleleri suratımda bir tokat gibi patlamıştı ama ona bunu hissettirmeye asla niyetim yoktu. Neyse ki o da benim cevabımı beklemedi zaten.
- Hadi benimle gel. Seni, orada olmaktan büyük bir mutluluk duyacağın, çok özel bir yere götürmek istiyorum.
O önden ben arkasından bakkalın içine girdik. İçeriye girdikten sonra önce kapıyı kilitledi sonra ışıkları söndürdü. İçinde bulunduğumuz bakkal dükkanı onu ilk gördüğüm andaki o karanlık ve köhne görüntüsüne büründü. Sonra elindeki feneri yakarak aşağıya inen merdivenlere doğru yöneldi.
- Beni takip et.
Dışarıdan baktığında her tarafı dökülen bu bakkalın içi dışıyla tam bir tezat oluşturacak şekilde yepyeni ve tertemizdi. Asansörün kapısının önünde durdu.
- Sen bu asansörü kullan. Ben yürüyerek ineceğim. Biliyor musun? Çok uzun zamandır buradayım ama hala korkuyorum, kendimi asansöre binmek için hala hazır hissetmiyorum. Belki de hiç bir şeyin artık eskisi gibi olmayacağından korkuyorum. Ya da herşeyin eskisi gibi olacağı korkutuyor beni. Neyse.....
Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Ama muhabbetti derinleştirmek gibi bir niyetim hiç yoktu. Aklımda sadece beni götürmek istediği o çok özel yere bir an önce ulaşmak vardı.
- Kaçıncı katta inmeliyim?
- (-)13. katta muhakkak inmelisin.
Ben daha asansörün kapısının yavaş yavaş açılmasını beklerken o çoktan aşağıya doğru inen merdivenlerde kaybolmuştu. Asansörün kapısı açılmasının aksine hızla kapanırken gözüm –13. Katın düğmesini arıyordu. –12. kat ve –14. Kat düğmeleri vardı ama aralarında –13 kata ait düğme yoktu. Asansörün kapısını açmaya çalıştım ama kesinlikle asansördeki hiç bir düğme işe yaramıyordu. Yapabileceğim hiç bir şey kalmamıştı son bir umutla, bir parmağımı –10 kat diğer parmağımı da –3 kat düğmelerinin üzerine getirip eş zamanlı olarak ikisine de bastım. Asansör önce yavaş yavaş hareket etmeye ardından hiç alışık olmadığım bir şekilde giderek hızlanmaya başladı. Aşağıya doğru o kadar büyük hızla iniyordu ki bütün iç organlarım sanki ağzımdan çıkmak üzereydiler. İçimden bildiğim bütün duaları peşpeşe okumaya başladım. O ana ait hatırladığım en son şeyse asansörün 13. Katta büyük bir gürültüyle, çok sert bir şekilde, aniden durduğu ve benim de açılan kapıdan hızla dışarıya doğru savrulduğum.
Kendime gelip gözlerimi açtığım an da ise eşimin bana sevgiyle dolu dolu bakan o çok sevdiğim yeşil gözleri ile karşılaştım. Gözyaşları yanaklarından sicim gibi süzülüyordu İki eliyle yanaklarımdan tutmuş gözlerimin içine bakarak ağlıyordu. Başta ağzımda ve burnumdan olmak üzere vücudumun her tarafımda muhtelif kablolar sallanıyordu. Kalp atışlarım başımın üzerindeki ekrana yansıyordu. Sanırım bir hastanenin yoğun bakım ünitesindeydim. Eşim kendini topladıktan sonra konuşmaya başladı.
- Canııııım çok korkuttun bizi iki gündür. Sanırım Allah sonunda dualarımızı kabul etti ve seni yine bize bağışladı.
Odanın camından dışarıya baktığımda ailemin büyük bir kısmı bir yandan gözyaşlarını siliyor bir yandan da gülümseyerek bana el sallıyordu. Odanın kapısı açıldı ve beyaz önlüklü genç bir doktor gülümseyerek içeri girdi.
- Demek sonunda kendimize geldik. Sevdiklerimizin yanında kalmaya karar verdik.
Sonra aşkıma döndü ve;
- Hadi ağlamayın ama artık. Gördüğünüz gibi hastamız artık kendine geldi, hayati tehlikeyi atlattı. Şimdi artık gülümseme zamanı.
Doktor muayenesini bitirip odadan çıkarken herşey artık iyice netlik kazanmıştı. Başıma düşen o saksı benim düşündüğüm kadar masum değilmiş meğerse. Boyutu pek de küçük olmadığı için düşme anında beynimde bazı ciddi sorunlara yol açmış. İki gündür komadaymışım. Neyse ki artık herşey yavaş yavaş yoluna giriyordu.
Bir kaç gün sonra doktor artık yavaş yavaş ayağa kalkarak ufak çaplı yürüyüşlere başlayabileceğimi söyler söylemez –uzun zamandır yatakta hapsolmuş biri olarak- anında harekete geçtim. Hemen eşimle birlikte yürüyüşlere başladım. Hastanenin içinde eşimle birlikte bir yandan yavaş yavaş yürüyor diğer yandan da odalar da yatan hastaları inceliyordum. Tam o odanın önünden geçerken yatakta onu gördüm. Kalbim bir anda hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Cama doğru yaklaştım o olduğundan kesin emin olmak istiyordum. Tekrar tekrar baktım. Evet kesinlikle oydu. Yatakta muhtelif cihazlara bağlı bir şekilde hiç kıpırdamadan yatıyordu. Kapısının önünde bekleyen yakınına durumunu sorduğumda, onun da çok uzun bir süredir yoğun bakımda olduğunu öğrendim.
Gülümseyerek ona tekrar baktım. Belki de şu an beni görüyordu. Beni, buraya geri getiren asansöre o bindirmişti. Biliyordum ki bir gün dönüş için kendini hazır hissettiğinde, –13. kata inmek için o eski bakkal dükkanındaki asansöre o da binecekti.

23 Aralık 2007
Haşim A.

Birincil esin kaynağı : Interstate 60 (Ondan alıntılar içermektedir)

Çok Tuhaf bir geceydi (2. Bölüm)

64. sokakta, yoğun bir sis bulutunun içinde, elimden geldiğince hızlı adımlarla ilerlemeye çalışırken, bir yandan da düşünüyordum. Tüm bu yaşadıklarımın mantıklı bir açıklaması olmalıydı mutlaka. Belki de çok uzun zamandır sürekli mesaiye kalıyor olmam, başıma düşen saksının da yardımıyla, sonunda böyle garip halüsinasyonlar görmeme neden olmuştu. Anlaşılıyordu ki pilim iyice tükenmişti artık. Zaten bu yoğun mesai trafiği nedeniyle, uzunca bir süredir ne eşimi, ne de oğlumu doğru dürüst görebiliyordum. Genellikle ben eve geldiğimde onlar uyumuş, sabah evden çıkarken de henüz uyanmamış oluyorlardı. Önünden geçtiğim binaya bir kez daha baktım ve durdum. Çünkü bir an garip bir şekilde bulunduğum yerde dönüp durduğum hissine kapıldım. Sanki sürekli daire çiziyor, tekrar tekrar hep aynı binaların önünden geçip duruyordum.
- Hala yetmedi mi?
- ……………
Görebildiğim kadarıyla sokakta yalnızdım ve duyduğum bu sorunun kimin tarafından, kime sorulduğunu anlayamamıştım. Ben cevap vermedim ama o konuşmaya ve sormaya devam etti.
- Ne zaman hazır olacaksın?
Sanırım soruların muhatabı bendim.
- Biliyor musun insanlar eskiden özgürlük için savaşırlardı. Yani köleliklere son vermek için. Şimdi ise ne yapıyorlar. Özgürlükleri için köle olmayı seçiyorlar. Daha ne kadar dayanabileceksin bu tempoya.
Belli etmemeye çalıştım ama biraz bozulmuştum. Doğal olarakta hemen savunmaya geçtim.- Bunun benim seçimim olduğunu mu sanıyorsun?
- Kimim tercihi sence? Yoksa sürekli kendini yaratma süreci içinde olduğunun farkında değil misin? Her saniyende kim ve ne olduğuna karar veriyorsun. Bunu da aldığın kararlarla, özgür seçimlerinle yapıyorsun. Biliyor musun özgür seçimlerinin tümü ya sevgi, ya da korku düşüncelerinden doğuyor. Olmak, yapmak ve sahip olmak için korkuya ihtiyaç var mı sence? Galiba ufukta hoş bir misafirin var. Sanırım birazdan da yanında olacak.
Diyerek sustu. Kim olduğunu soramadan, anlayamadan, aramızdaki iletişim, bilinmeyen bir misafir yüzünden ansızın koptu. Biraz daha dikkatli bakınca yoğun sisin içinden yavaş yavaş bana doğru yaklaşan sülietin ben de farkına varabilmiştim. Yaklaştıkça belirginleşiyor ve o belirginleştikçe, ben muhteşem vücut ölçülerine sahip çok hoş bir bayanın bana gülümsediğinin farkına daha da net varıyordum. Kısa bir süre sonra ise, belki de bu tuhaf gecenin en hoş sürprizi tam karşımda duruyordu.
- Merhaba. Senin gibi yakışıklı bir beyefendinin yardımına ihtiyacım var. Bana yardımcı olur musun?
Bu beklenmedik misafir ve beklenmedik samimiyeti karşısında çok şaşırsam da bozmak istemedim. Bende aynı şekilde davranmaya karar verdim.
- Tabi ki memnuniyetle yardımcı olurum? Sorun neydi acaba?
- Mükemmel seksi arıyorum. Sen hiç orada bulundun mu?
- !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Hiç beklemediğim samimiyetinin ardından gelen bu soru şeklindeki cevap karşısında dumura uğramıştım. Yine de yaşadığım kısa süreli şoku atlatıp, kendimi toparlayarak cevaplandırmaya çalıştım.
- Sanırım hayır.
- Ben de öyle.
- Peki onu bulduğunu nasıl anlayacaksın?
- Biliyor musun, sorunda bu aslında. Çünkü bu artık bende bir takıntı haline geldi.
- Çok ilginç. Merak ettim aslında. Bana anlatmak ister misin?
- Bunun için gereksiz yere vaktini almak istemem ama. Madem ki istiyorsun anlatayım. İlki o kadar iyi değil di. Bu mu yani dedim. Bu mu heyecan verici dedikleri, anlata anlata bitiremedikleri o muhteşem şey. İkinci biraz daha iyiydi. Üçüncüsü ise çok ateşliydi. Dördüncü üçüncü kadar iyi değildi. Ama kıyaslayabilecek kadar çok yapınca kafayı yedim. Ya en mükemmel olan hemen köşe başındaydıysa. Orada beni bekliyorduysa. Bu yüzden de sokaklara düştüm. Tabi benim bu saplantım siz erkekler için iyi bir fırsat oldu.
- Daha önce seni hiç kimse geri çevirmedi mi?
- Eşcinsel değilse hayır.
- Pek ben kaç numara olacağım.
Hemen çantasından bir defter çıkardı ve baktı.
- 1214… Ama inan senin için çok farklı şeyler hissediyorum.
- Sanırım ben bu teklifini geri çevireceğim.
- Geri çevireceğim ne demek. Erkekler bu teklifi asla geri çevirmez.
- Ama ben geri çevireceğim.
- Ne o gerçek bir kadınla karşılaşınca korktun mu? Yoksa kendine güvenmiyor musun? Yeterince iyi olmadığından mı korkuyorsun?
- Bunu asla bilemezsin değil mi? Çünkü eğer bu teklifini kabul etmezsem binikiyüz küsuruncu olmayacağım. Bir numara olacağım. Hayatının sonuna kadar hatırlayacağın tek adam ben olacağım. Geceleri uykularından uyanıp hep beni düşüneceksin. Acaba o muydu diyeceksin. Evet mükemmel olan benim. Senin asla sahip olamadığın, her açıdan mükemmel olan.
Onu düş kırıklığına uğrattığım için bana çok kızmıştı. Arkasını dönüp hızla yanımdan uzaklaştı. Saate baktığımda saat 00:30’u gösteriyordu. Bu benim Starbucks’tan ayrıldığım saatti. Hiç ilerlememişti. Saate durmuş mu diye baktığımda, hala çalışıyordu. Sanki zamansız bir zaman aralığında, içinden bir türlü çıkamadığım tuhaf bir sokağın içine sıkışıp kalmıştım………

23 Ekim 2007
Haşim A.

Birincil esin kaynağı : Interstate 60 (Ondan alıntılar içermektedir)

Çok Tuhaf bir geceydi (1. Bölüm)

Sonunda, yarın için benden istenen raporları bitirebilmiş kendimi şirketten dışarı atabilmiştim. Kolumdaki saat 23:40’ı gösteriyordu. Dışarıdaki serin hava ve ara ara esen kuvvetli rüzgar beni biraz olsun kendime getirmiş, ayıltmıştı. Arabayı sabah tepebaşındaki katotoparka bırakmış olduğum için Tophane’den, Taksim’e doğru ağır ağır tırmanmaya çalışıyordum. Birden bastıran yağmurla birlikte, şirketten çıkarken şemsiyemi yanıma almadığım gerçeğiyle karşılaştım. Artık yolu yarılamıştım, bu durumda yapacak çok fazla bir şey kalmıyordu. Önüme çıkan ilk binanın saçaklarının altına sığınıp yağmurun hızını azaltmasını beklemeye başladım. Bu arada rüzgarda yağmurla birlikte şiddetini iyice artırmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra beklemekten sıkılıp, ne olacaksa olsun diyerek yürümeye karar verdiğim an da başıma aldığım sert bir darbe ile yere yığıldım.
Gözümü açtığımda kendimi bir Starbucks cafenin mor koltuğunda buldum. Başım aldığı darbeden dolayı çok fena ağrıyordu.
- Ayıldın demek! İnsanlar bu konuya hiç dikkat etmiyorlar aslında. Yazın camlarının önüne koydukları çiçekler, sonbahara geçişle birlikte sert esmeye başlayan rüzgarların gücüne karşı koyamayıp işte böyle patır patır aşağıya, işin kötüsü milletin kafasına dökülmeye başlıyor.
Karşımda 50 - 55 yaşlarında, yaklaşık 1, 75 boyunda, hafif kilolu, sarışın, mavi gözlü son derece sempatik bir Starbucks personeli duruyordu. Gözlerim üzerindeki önlüğe takıldı onu görür görmez. Çünkü önlüğü kırmızıydı. Daha önce hiç bir Starbucks personelinin üzerinde bu renkte bir önlük gördüğümü hatırlamıyordum. Tişörtünün rengi de yine daha önce görmüş olduklarımdan farklıydı. Koyu lacivertti. Onu böyle sıradışı faklı bir kıyafetle görmemle birlikte dağılan dikkatimi toparlamaya çalışarak ona cevap verdim.
- Size nasıl teşekkür edeceğim bilmiyorum. Bu arada ne kadar garip, bu yol üstünde bir Starbucks olduğunu daha önce hiç fark etmemişim. Gecenin bu saatinde sizin beni bulmanız ne tuhaf bir tesadüf değil mi?
- Eğer tesadüflere inanıyorsan!!! Ben kaçınılmazı tercih ederim. Bence başımıza gelen her şey kaçınılmazdır. Yoksa olmazlardı değil mi? Sana sıcak bir kahve getiriyorum şimdi. Seni iyice kendine getirir.
Kısa bir süre sonra bir elinde bir fincan mis gibi kokan kahve ve diğer elinde bir deste iskambil kağıdı ile geri döndü.
- İşte sana ilaç gibi gelecek yeni demlenmiş sıcak bir kahve. Herşey yolunda değil mi? Hafızan da bir sorun var mı diye test etmemi ister misin? Yıllar önce bir doktor arkadaşımdan öğrendiğim bir test var. İstersen bu testi sana severek uygulayabilirim.
Kısa ve dik saçları olan, keçi sakallı bu yabancıyı bir yandan büyük bir şaşkınlık içinde seyrediyor, diğer yandan da çözmeye çalışıyordum. Çünkü bana karşı, daha önce yaşadığım tüm deneyimlerim aksine, son derece sıcak ve samimi gözüküyordu. Sırf bu yüzden de onu kırmak istemedim. Kabul ettim yıllar önce öğrendiği o testi bana da uygulamasını.
- Çok basit.
Dedi.
- Elimdeki destede bulunan kağıtları sana teker teker göstereceğim. Sen de bana sana gösterdiğim kağıdın maça mı, karo mu, sinek mi, kupa mı olduğunu söyleyeceksin. Önce yavaş başlayacağım sonra da gittikçe hızlanacağım. Başlıyorum. Hazır mısın?
- Hazırım. Maça, kupa, maça, sinek, kupa, karo, maça, …………………………………….
Durdu. Ona gülümsedim.
- Testi geçtim galiba.
Bu sefer gülme sırası sanırım ona gelmişti.
- Maalesef. Ama üzülme. Bugüne kadar bu testi ilk seferde geçen hiç olmadı.
Masa üstüne kapattığı kartları kaldırıp bana gösterdi. İki eliyle bana gösterdiği kağıtlara baktım. Maçaların rengi kırmızı, kupaların ki ise siyahtı. Aldanmıştım…
- Bugüne kadar yaşadığın deneyimler yüzünden bütün siyahları maça, bütün kırmızıları kupa olarak düşünmeye koşullanmışsın. Şekilleri aynı olduğundan zihninin bunları eski bilgilere göre değerlendirmesi, farklı olduklarını düşünmesinden çok daha kolay. Ne görmeyi bekliyorsak hep onu görürüz ve bu her zaman gerçekte olan şey değildir. Biliyor musun? Asla kağıt oynamamış çocuklar bu testi daima geçerler. Bu şekilde davranarak daha neleri fark etmediğimizi çok merak ediyorum. Algılamamaya koşullandığımızdan fark etmediğimiz diğer görüntüler, sesler. Önemli olan şu; bu testi bir daha yaparsak geçersin. Bir kez siyah kupalar, kırmızı maçalar olabileceğini fark edince artık onları algılayabilirsinde. Beynin çalışma biçimi şehirlerarası yol sistemine benzer. Bir noktadan diğerine gidersin ama arada kalan yerler, otobanın dışındakiler, orada oldukları halde çoğu insan yanlarından geçer gider.
- Ama siyah kupalar, kırmızı maçalarla oynanan bir oyun yok.
- Nereden biliyorsun?
Boş kahve kupasını önümden alıp mutfağa doğru yöneldi. Saatime baktığımda 00:30’u gösteriyordu. Eşyalarımı toparlayıp, ona bana gösterdiği yakın alaka ve samimiyet için teşekkür ederek cafeden çıktım. Tekrar tepebaşındaki otoparka doğru yola koyuldum. Çok kısa bir mesafe gittikten sonra birden şapkamı orada bıraktığımı fark ettim. Geriye döndüğümde ise beni kısa süreli bir şok bekliyordu. Çünkü az önce oturduğum Starbucks’ın yerinde eski köhne bir bakkal dükkanı duruyordu. Bakkalın karşısında, büyük bir şaşkınlık içinde, öylece kalakalmıştım. O anda gözüm bakkalın kapısının önünde yerde duran şapkama takıldı. Hemen eğilip yerden sapkamı aldım. Tam kaldırıp başıma götürürken içinden düşen kırmızı maça 5’lisi beni hepten dehşete düşürdü. Neler oluyordu? Bu bir rüya olmalıydı? Bu garip yerden hızla uzaklaşmak istiyordum. Kendimi, zaman kaybetmeden bakkalın yanındaki ilk karşıma çıkan, 64 nolu sokağa attım. Geceyle birlikte iyice bastıran sisin içinde kaybolan bu sokakta hızlı adımlarla yürümeye başladım. Artık tek bir amacım vardı. O da bir an önce bu garip yerden uzaklaşmak….. ……………

21 Ekim 2007
Haşim A.


Birincil esin kaynağı : Interstate 60 (Ondan alıntılar içermektedir)

11 Kasım 2007

Bana ait, ama benim bile bilmediklerime dair...

İki kişilik bir yolculuk bu.
Adımları senin.
Bastığın yerler benim.
Bana ait, ama benim bile bilmediklerime dair.
Dokunan parmaklar senin.
Hissettiklerim benim.
Kimi zaman kahkahalara karışan.
Kimi zaman gözyaşlarına boğulan.

Senin, beni benimle tanıştırdığın bir yolculuk bu.
Anladıkların senin.
Anlatamadıklarım benim.
Bana ait, ama daha önce hiç yaşanmamışa dair.
Tüm tercihler senin.
Tüm keşifler benim.
Kimi zaman dudaktan kalbe.
Kimi zaman hırstan, öfkeye.
Avuçlarında kalan özü, senin.
Parmaklarından süzülenlerse benim.

Ne senin, ne de benim, ne zaman ve nasıl sona ereceği bilmediğimiz bir yolculuk bu.
İçinde yaşanan ve yaşanacak her ne varsa, tamamı aşka dair.

11 Kasım 2007
Haşim Arıkan

10 Kasım 2007

İhtimaller...

Doktor, milyonda birlik bir ihtimal dediğinde, ağlamamak için bakışlarını cama kaydırdı, bir yandan kendini tutuyor, bir yandan dudaklarını ısırıyordu. Ama kendini zorlasa da oda da bu şekilde daha fazla duramadı. Çantasını kaptığı gibi sokağa fırladı.Onun için geriye tek bir ihtimal kalmıştı.Koşar adımlarla onun kapısına kadar geldi.Yol boyunca hıçkıra hıçkıra ağlamaktan artık gözleri kızarmıştı.Kapıyı çalarken önce gözyaşlarını sildi, sonra boğazına dizilen hıçkırıklarını yuttu ve sustu.
Kapıyı açtığında hiç beklenmedik şekilde karşısında onu buldu.Gözlerine inanamadı çünkü bunun gerçekleşeceğine ihtimal bile vermiyordu.O ise şu anda tam karşısında durmuş buğulu gözleriyle ona bakıyordu.Onu karşısında bulunca hissettiklerine o da çok şaşırdı ve anladı ki, o aslında şairin de dediği gibi onun sevebilme ihtimalini sevmişti. İhtimal gerçeğe dönüşünce de o büyülü aşk sanki bir anda yüreğinden uçup gitmişti.Onu hemen içeri aldı.İkisi de susuyordu.Havada asılı kalan sessizliği dağıtmak için dolaptan rastgele bir plak seçip pikaba yerleştirdi. Önce çıtırtılar duyulmaya başladı ardından Safiye Ayla’nın sesi odaya dağıldı.“Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin..........”
Odayı dolduran bu sözlerle birlikte gözyaşları tekrar sağanağa dönüştü. Yanaklarından aşağıya doğru hızla akmaya başladı. Durdu ve düşündü sadece, Daha düne kadar ihtimal dahiliydi.Çoğu zaman ise ihtimalin ta kendisi.Şimdi ise artık ihtimal harici. Aslında, hayatı bu ihtimaller yüzünden bu kadar çok sevmişti.Başını kaldırdı ona baktı. Uzun bir aradan sonra ilk defa gülümsedi. Ondan bir ses, bir hareket bekledi. En kötü ihtimalle diye düşündü ve ayağa kalktı ona doğru yavaşça yürüdü.
Biliyordu her ne olursa olsun, hayatta her zaman hep bir ihtimal daha vardı.
01 Kasım 2007
Haşim A.

Onları hiç merak ettin mi?

Keşke hayatımda geldiğim bu noktaya pek çok insanı incitmeden gelebilseydim.

Neler düşündürüyor bu cümle sana?
Sen de bugün bulunduğun noktaya gelene kadar, bilerek veya bilmeyerek çok insan incittin mi?
Peki onlarla aranda geçenler hiç yaşanmasaydı, sen yine bugün bulunduğun noktaya gelebilir miydin?
Onları hiç incitmeseydin, onları incittiğini fark etmeseydin yine bugünkü sen olabilir miydin?

Ne kadar şaşırtıcı bir şey değil mi?
Birilerini incitmenin senin üzerin de yarattığı gelişim etkisi ve onların da bunu senin için, çoğu zaman sessizce kabullenişi.
Evrenin, kendi içinde kusursuz işleyen, çift taraflı mükemmel dengesi.

Düşündün mü hiç?
Acaba onlar, yaşadıklarınızdan nasıl etkilendi?
Yaşadıklarınıza dair onlar neler hissetti, neleri fark etti?
İki kişi arasında yaşananların, iki tarafta yarattığı, iki farklı etki!

Peki birlikte yaşadığınız gerçek kimin düşüncelerinde gizli?
Acaba gerçek, hanginizin hissettikleri?
Ya da gerçek denilen şey, bir tane mi?
Sen sadece kendi gerçeklerini belirleyebilirsin.
Peki ya onun gerçekleri!

Sence o, birlikte yaşadıklarınızdan hiç bir şey öğrenmedi mi?
Senin tarafından incitilmeseydi, seninle yaşadıkları sonucu farkına vardıklarının yine farkına varabilir miydi?

28 Ekim 2007
Haşim Arıkan