15 Kasım 2007

Çok Tuhaf bir geceydi (Son Bölüm)

Tekrar Tepebaşı’ndaki katotoparka doğru yürümeye koyuldum. Bir süre yürüdükten sonra kendimi yine o köhne bakkalın – yani esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan Starbucks’ın- önünde buldum. Artık hem beynim hem de bacaklarım pes etmişti. Daha fazla dayanamadım ve kendimi bakkalın önüne yığılırcasına bıraktım. İçine kısılıp kaldığım bu zamansız zaman dilimi damağımı iyice kurutmuştu. Tam çantamdaki su şişesini çıkarmak üzereyken önce, bakkalın yanan ışıkları ile birlikte etrafım birden aydınlandı ardından da bakkalın o köhne kapısının üstelik hiç gıcırdamadan yavaşça açıldığını hissettim. Sırtım bakkala dönüktü, hem bana doğru gitgide yaklaşan ayak seslerinin sahibini görebilmek, hem de her tarafı dökülen bu garip dükkanda neler olup bittiğini anlayabilmek için başımı geriye doğru çevirmem ile birlikte onunla gözgöze geldim. Bana bir süredir beklediği gecikmiş misafirini karşılayan bir ev sahibesi edasıyla nerelerde kaldın dercesine bakıyordu. Şaşkınlık içerisinde hiç bir şey söyleyemeden öylece kalakaldım.
- İçeri gelmek ister misin? Çok kötü görünüyorsun.
Çok kötü görünmekten çoook ötedeydim artık, tamamen tükenmiş, bitmiştim. Yüksek sesle bağırmaya başladım.
- Tüm bunlar ne demek oluyor bana anlatır mısın? Beynimin tahammül gücünü mü sınıyorsun?
- Herşeyin muhakkak ki bir nedeni vardır. Onu bulmak ise sana kalmış.
- Peki kimsin sen?
- Sence kim olabilirim? Hayat destesindeki jokerlerden biri diyebilir miyiz? Ne dersin?
- İlk önce gerçekte var olmayan bir Starbuks’ta karşıma garson olarak çıkıp, kısa bir süre sonra ise köhne bir bakkal sahibine dönüşebildiğine göre neden olmayasın değil mi? Mantığımın sınırları dahilinde düşünebiliyor olsaydım kesinlikle evet derdim sana. Ama bu gece yaşadıklarımın hiç biri maalesef mantığımın sınırları dahilinde cereyan etmiyor. Bu yüzden de sana herhangi bir cevap veremiyorum. Peki neden ben? En azından bana bunu söyleyebilirsin sanırım.
- Sence, sen ”ben” demeyi hak ediyor musun? Bizim buralar da ancak kim olduğunu bilenler ”ben” diyebilir. Yani kendi yaşamlarının efendisi olanlar, iradesi olanlar. Sen bu özelliklere sahip biri misin sence?
Bu son cümleleri suratımda bir tokat gibi patlamıştı ama ona bunu hissettirmeye asla niyetim yoktu. Neyse ki o da benim cevabımı beklemedi zaten.
- Hadi benimle gel. Seni, orada olmaktan büyük bir mutluluk duyacağın, çok özel bir yere götürmek istiyorum.
O önden ben arkasından bakkalın içine girdik. İçeriye girdikten sonra önce kapıyı kilitledi sonra ışıkları söndürdü. İçinde bulunduğumuz bakkal dükkanı onu ilk gördüğüm andaki o karanlık ve köhne görüntüsüne büründü. Sonra elindeki feneri yakarak aşağıya inen merdivenlere doğru yöneldi.
- Beni takip et.
Dışarıdan baktığında her tarafı dökülen bu bakkalın içi dışıyla tam bir tezat oluşturacak şekilde yepyeni ve tertemizdi. Asansörün kapısının önünde durdu.
- Sen bu asansörü kullan. Ben yürüyerek ineceğim. Biliyor musun? Çok uzun zamandır buradayım ama hala korkuyorum, kendimi asansöre binmek için hala hazır hissetmiyorum. Belki de hiç bir şeyin artık eskisi gibi olmayacağından korkuyorum. Ya da herşeyin eskisi gibi olacağı korkutuyor beni. Neyse.....
Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Ama muhabbetti derinleştirmek gibi bir niyetim hiç yoktu. Aklımda sadece beni götürmek istediği o çok özel yere bir an önce ulaşmak vardı.
- Kaçıncı katta inmeliyim?
- (-)13. katta muhakkak inmelisin.
Ben daha asansörün kapısının yavaş yavaş açılmasını beklerken o çoktan aşağıya doğru inen merdivenlerde kaybolmuştu. Asansörün kapısı açılmasının aksine hızla kapanırken gözüm –13. Katın düğmesini arıyordu. –12. kat ve –14. Kat düğmeleri vardı ama aralarında –13 kata ait düğme yoktu. Asansörün kapısını açmaya çalıştım ama kesinlikle asansördeki hiç bir düğme işe yaramıyordu. Yapabileceğim hiç bir şey kalmamıştı son bir umutla, bir parmağımı –10 kat diğer parmağımı da –3 kat düğmelerinin üzerine getirip eş zamanlı olarak ikisine de bastım. Asansör önce yavaş yavaş hareket etmeye ardından hiç alışık olmadığım bir şekilde giderek hızlanmaya başladı. Aşağıya doğru o kadar büyük hızla iniyordu ki bütün iç organlarım sanki ağzımdan çıkmak üzereydiler. İçimden bildiğim bütün duaları peşpeşe okumaya başladım. O ana ait hatırladığım en son şeyse asansörün 13. Katta büyük bir gürültüyle, çok sert bir şekilde, aniden durduğu ve benim de açılan kapıdan hızla dışarıya doğru savrulduğum.
Kendime gelip gözlerimi açtığım an da ise eşimin bana sevgiyle dolu dolu bakan o çok sevdiğim yeşil gözleri ile karşılaştım. Gözyaşları yanaklarından sicim gibi süzülüyordu İki eliyle yanaklarımdan tutmuş gözlerimin içine bakarak ağlıyordu. Başta ağzımda ve burnumdan olmak üzere vücudumun her tarafımda muhtelif kablolar sallanıyordu. Kalp atışlarım başımın üzerindeki ekrana yansıyordu. Sanırım bir hastanenin yoğun bakım ünitesindeydim. Eşim kendini topladıktan sonra konuşmaya başladı.
- Canııııım çok korkuttun bizi iki gündür. Sanırım Allah sonunda dualarımızı kabul etti ve seni yine bize bağışladı.
Odanın camından dışarıya baktığımda ailemin büyük bir kısmı bir yandan gözyaşlarını siliyor bir yandan da gülümseyerek bana el sallıyordu. Odanın kapısı açıldı ve beyaz önlüklü genç bir doktor gülümseyerek içeri girdi.
- Demek sonunda kendimize geldik. Sevdiklerimizin yanında kalmaya karar verdik.
Sonra aşkıma döndü ve;
- Hadi ağlamayın ama artık. Gördüğünüz gibi hastamız artık kendine geldi, hayati tehlikeyi atlattı. Şimdi artık gülümseme zamanı.
Doktor muayenesini bitirip odadan çıkarken herşey artık iyice netlik kazanmıştı. Başıma düşen o saksı benim düşündüğüm kadar masum değilmiş meğerse. Boyutu pek de küçük olmadığı için düşme anında beynimde bazı ciddi sorunlara yol açmış. İki gündür komadaymışım. Neyse ki artık herşey yavaş yavaş yoluna giriyordu.
Bir kaç gün sonra doktor artık yavaş yavaş ayağa kalkarak ufak çaplı yürüyüşlere başlayabileceğimi söyler söylemez –uzun zamandır yatakta hapsolmuş biri olarak- anında harekete geçtim. Hemen eşimle birlikte yürüyüşlere başladım. Hastanenin içinde eşimle birlikte bir yandan yavaş yavaş yürüyor diğer yandan da odalar da yatan hastaları inceliyordum. Tam o odanın önünden geçerken yatakta onu gördüm. Kalbim bir anda hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Cama doğru yaklaştım o olduğundan kesin emin olmak istiyordum. Tekrar tekrar baktım. Evet kesinlikle oydu. Yatakta muhtelif cihazlara bağlı bir şekilde hiç kıpırdamadan yatıyordu. Kapısının önünde bekleyen yakınına durumunu sorduğumda, onun da çok uzun bir süredir yoğun bakımda olduğunu öğrendim.
Gülümseyerek ona tekrar baktım. Belki de şu an beni görüyordu. Beni, buraya geri getiren asansöre o bindirmişti. Biliyordum ki bir gün dönüş için kendini hazır hissettiğinde, –13. kata inmek için o eski bakkal dükkanındaki asansöre o da binecekti.

23 Aralık 2007
Haşim A.

Birincil esin kaynağı : Interstate 60 (Ondan alıntılar içermektedir)

Hiç yorum yok: